ÇAĞLAR EZİKOĞLU*
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, barış çağrısına imza atan yaklaşık 1300 akademisyeni ‘vatan hainliği’ ve cahillikle itham etmesinin akabinde bu ithamları ‘emir’ telakki eden bazı Anadolu üniversitelerinde imzacı isimlere yönelik soruşturmalar jet hızıyla başlatıldı. Çeşitli suçlardan ötürü hüküm giymiş eski bir suç örgütü lideri Sedat Peker’in bu akademisyenlerin ‘kanlarını oluk oluk içme’ tehdidiyle işin boyutu ciddileşti.
Bir akademisyen olarak hem meselede nerede durduğumu hem de bu meseleden kendine mağduriyet çıkarma çabasındaki Cemaat mensuplarının ikiyüzlülüğüne dair bir iki kelam etmek isterim.
Bildiriyi okuyup bahse konu listeyi incelediğimde imza atan isimlerin bazılarına hiç şaşırmadım. Kendilerinin ‘akil’ insan olma süreçlerinden bir ‘akademisyen müsveddesi’ne dönüşüm serüveni tabii ilgi çekici bir hikaye.
Bildiri metninin içeriğine yönelik eleştirel noktalarımı değerlendirme safhasına dahi geçmeden belirteyim ki ağırlıkla YAE’ci (‘Yetmez Ama Evet’çi) grubun olduğu bir eylemde olmama prensibimden ötürü bahse konu bildiriyi imzalamayanlar arasındayım. Birçok YAE mensubu liberalin günah çıkarma ayinlerinde ‘Biz bir avuç insanız ne etkimiz var ki’ şeklindeki hezeyanlarının çok da gerçekçi olmadığını ve özellikle AKP’nin otoriterleşme sürecinde en önemli kırılma noktası olan 2010 Anayasa değişikliklerinde ciddi etkilerinin olduğunu düşünüyorum. Kürt sorununa ilişkin AKP’nin dayattığı o pragmatist çözüm masasına dahil olmak için hevesle ‘akil adamlık’ koltuğuna oturmak isteyen bu zevatın, ulusal ve uluslararası konjonktür değişikliği ihtimaliyle olası bir çözüm masasına oturulma ihtimalinde AKP’nin güneydoğuda gerçekleştirdiği bütün bu hukuksuzlukları unutacağını da az çok tahmin edebilmekteyim.
Tabii bütün bunlar benim şahsi görüşlerim olup bu akademisyenlerin fikir özgürlüğünün korunması noktasında her türlü girişim boynumun borcu olacaktır.
Bu bağlamda Erdoğan’ın 12 Eylül rejiminin 1402’liklerini hatırlatarak bu akademisyenleri hedef göstermesi ve bu hedef göstermenin başta YÖK olmak üzere bazı üniversitelerde talimat addedilmesi, Türkiye’de fikir özgürlüğünün geldiği dip noktayı bizlere gösteriyor.
Daha vahimi, Erdoğan’ın etrafında oluşturulan ‘troll’ çemberine dahil sosyal medya kullanıcılarının amiyane tabirle gaz vermesiyle meydana çıkan suç örgütü lideri Sedat Peker’in bahse konu akademisyenleri aleni şekilde tehdit etmesi. Bu noktada maalesef, ülkemizde bu tehdit hakkında soruşturma açacak bir savcı bulmak oldukça güç şu günlerde, bu yüzden ‘Savcıları göreve çağırıyoruz’ bile diyememekteyiz.
Gülen Cemaati’nin ikiyüzlülüğü
Bütün bu toplumsal delilik ve buhran sürecinin ne zaman sonlanacağını bilemiyorum, lakin bu süreçte bazı ikiyüzlü davranışların da açığa çıkarılması kanaatindeyim. Bahse konu bildiride gözlerim, Cemaat’e yakın üniversiteleri ve öğretim üyelerini göremedi. Hem Erdoğan’ın hem de Sedat Peker’in açıklamalarını cansiperane bir şekilde üstlerine alan ve bundan ‘paralel’ mağduriyet çıkarmaya çalışan Cemaat akademisyenlerinin bu bildiride imzalarının olmaması elbette ilginç.
Lakin başta Kürt siyasi hareketi ve liberal kanat olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri bu noktada KCK operasyonlarını hatırlayacaktır. Bu cenahın bahse konu operasyonlar yapılırken sabahtan akşama kadar AKP borazanı yayın organları gibi çalıştığını unutmak mümkün değil. Bugün bile güneydoğuda yaşananlar nedeniyle ‘Bakın bizi dinlemediniz, yoksa hepsini temizlerdik, siz bunları şımarttınız’ diyerek AKP’yi eleştiren Gülen Cemaati kalemşörlerinin, esas niyetinin demokrasi veya insan hakları olmadığını görmemek için kör olmak gerek.
AKP’yle ortaklığı boyunca akademik özgürlüğü veya fikir özgürlüğünü hiçe sayarak birçok gazeteci, aydın, yazar, akademisyeni Ergenekon ve KCK operasyonlarını bahane ederek Silivri zindanlarına gönderen Gülen Cemaati’nin, birdenbire demokrasi havarisi kesilmesi artık can sıkıcı bir noktaya gelmiş durumda.
Esas vahimi ise daha önce YAE şiarıyla AKP’ye destek çıkan liberal cenahın şimdi Gülen Cemaati’yle içli dışlı olması.
Dibe doğru gidiyoruz
2010 yılından bu yana yazıyorum, AKP’nin esas hedefinin artık ülkede ‘otoriter’ bir yapı kurmak olduğunu. 2010 Nisan’ında Radikal’e yazdığım bir yazıda, Anayasa değişikliklerinin temel niyetinin AKP’nin kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine geçerek, rejimi ‘tek adam’lığa çevirmek olduğunu yazmıştım. Bu bağlamda yazdığım yazılar veya ifade ettiğim görüşler karşısında, bu tip görüşleri ifade edenleri ‘ulusalcı, ırkçı, Kemalist, Atatürkçü, kafatasçı solcu’ gibi ithamlarla yaftalayan liberallerin bugün gelinen noktada AKP iktidarını yeni anlıyor olabilmeleri elbette acı verici bir durum.
Daha da acı verici olan, AKP’ye muhalefet noktasında meselenin genel itibariyle bahse konu liberal aydınların Kürt siyaseti, Gülen Cemaati’nin de ‘paralel operasyonlar’ çerçevesinde kaybettikleri imajı, gücü, erki veya konumu yeniden kazanma gayretinden başka bir şey olmaması.
Olmaz ya, bir mucize gerçekleşti diyelim ve Abdullah Gül’ün başbakan olduğunu ve çok özlendiği iddia edilen AKP’nin ‘fabrika ayarları’na geri dönüldüğünü varsayalım. İşte bu fabrika ayarlarının eski ortaklarının, AKP’nin yıllardır sürdürdüğü zulmü unutup unutmayacağı maalesef ki kafalarda bir soru işareti.
Şu açık ki AKP iktidarı artık geri dönülemez bir noktaya evrildi ve bu iktidarla ortaklaşa yapılacak en ufak bir yasal-anayasal değişiklik veya ortaklık yıllardır süregiden katliamlara ortak olmakla eşdeğer olacak…
* Aberystwyth Üniversitesi Uluslararası Siyaset Departmanı araştırma görevlisi ve doktora adayı