EKREM EKİCİ
Her dünya kupasının olduğu gibi, bu dünya kupasının da gönüllerin şampiyonu klasmanını dolduran bir ekibi var: başta, Twitter üzerinden taraftarlarla gol sevinci başlatacak kadar kalender, komik, renkli, sempatik, ‘içimizden biri’ teknik direktör Miguel Herrera olmak üzere, Ochoa’sı, Gio’su, karanlık işlerin adamı Peralta’sı, Tijuana çocuğu Layun’u (ki bu sol bek kıtlığında geç de olsa Avrupa takımlarının radarına girecektir), Rafa Marquez’iyle kuşkusuz Meksika.
Olmayınca olmuyor, hak etseniz bile

‘İçimizden biri’ teknik direktör Miguel Herrera… Fotoğraflar: Reuters
Gerçekten yazık oldu. Meksika Hollanda karşısında her şeyi yaptı. Pozisyona da girdi, ayağa pas da yaptı, ters kanada da oynadı, tatlı-sert savunmayla rakibini de sindirip yıldırdı, öne de geçti, fakat olmadı. Çünkü olmayınca olmuyor, hak etseniz bile.
Meksika olsanız, rakibinizin kağıt üzerinde mutlak favori olduğu bir maça, hele ki İspanya’yı 5’leyerek açılış yapmış, hırstan deliren Robben’in, Sneijder’in, Van Persie’nin Hollanda’sı karşısına çıkarken ne hissedersiniz? ‘Miguel Herrera başgan’ olsanız koskoca Van Gaal’in yan kulübesinde otururken ne düşünürsünüz? ‘Buraya kadar iyi geldik, en azından keyfini çıkarmaya bakalım’ gibi şeyler, değil mi? Meksika böyle düşünmedi. Çünkü ‘Buraya kadar’ gelmeleri tesadüf değildi, asıl kabul edilemez olan, daha da ileriye gidememeleri. Tesadüf bir yana, Meksika ikinci tura kadar, özellikle hakemleri de yenerek, bileğinin hakkıyla geldi.
Yine takım oyunu
Maça ideal 11’iyle çıkan Meksika, Brezilya ve Hırvatistan gibi rakipleri karşısında ne oynadıysa onu oynayarak başladı: takım oyunu. Rakibini ön alanda presle karşılayıp, santrforsuz sisteminde yakaladığı anda kanatlara inerek, rakibinin defansını dengesiz yakalayarak uzaktan şutlar deneyerek.
Nitekim 33. dakikada Rodriguez kimsenin beklemediği anda 40 metreden füzeyi yollarken kimse ne olduğunu anlamıyordu, Hollanda milli takımı dahil. Dengeli bir ilk yarı sonunda Robben ya da Van Persie’ye derinlerden uzun top atacak Sneijder’e, bir de Robben’in defans oyuncularının içinden geçmesine bel bağlamak zorunda kalan bir Hollanda’dan bahsediyoruz Meksika karşısında.
Halk kahramanı Ochoa

Hollandalılar so dakikalara kadar Ochoa’yı geçemedi.
Maçın ikinci yarısı başlar başlamaz 25-30 metreden Gio’nun yazmasıyla beraber, Amerika kıtasının belki de en güzel şehirlerinden Puebla’da maçı izleyen bizler ve Meksikalılar ‘Bu iş olacak galiba’ demeye başladık.
Arada Robben efendinin kendini yere bırakmalarından medet umacak hale gelmiş olan, karşısındaki azim ve dinamizm karşısında en bildiği işi, top yapmayı bile beceremeyen, kaleye gelebildiği anlarda artık Meksika’da bir halk kahramanı mertebesine ulaşmış ‘El Portero’ Ochoa’yı geçemeyen Hollanda da bizi iyice bu fikre alıştıran faktörlerden biriydi.
Sneijder diye bir adam
Fakat Hollanda’da Sneijder diye bir adam var. Bu sene neredeyse Galatasaray’ın kazandığı her maça en umulmadık anda inisiyatif alarak damga vuran Sneijder. Ceza sahasında boş bıraktığınızda ne Real Madrid, ne Juventus ne de Uzayspor dinleyecek olan Sneijder. En emin olduğunuz anda, en umutlu olduğunuz anda, ne olduğunu anlamadan nevrinizi döndürebilecek bir topçu olan Sneijder.
Wesley’nin Meksika’ya yaptığını insan düşmanına yapmaz. 88. dakikada ‘cezayı keserek’ başka birçok şey arasında belki de dünya futbolunun bundan sonraki tarihine etki etti Wesley Benjamin Sneijder. Ve o anda kalan dakikalar bir maç boyuna uzadı.
En beklenmedik anlardan birinde, en beklenmedik isim, Meksika’nın kaptanı ve güvendiği dağı Rafael Marquez, Robben’i indiriverdi. O arada, adını bile unutmak üzere olduğumuz, kendisinin bile orada ne işinin olduğundan habersiz olduğu Klaas Jan Huntelaar topun başına gelirken Meksika’nın ulusal umudu Ochoa’ydı. Olmadı.
Çığlıkları kaldı kulaklarımızda
Hollanda yürüyüp giderken, maçı izlediğim Puebla meyhanesinde öğlenin 11-12’sinde durmadan tezahürat yapan, ezici çoğunluğunu ablaların, teyzelerin, kadınların ve çocukların oluşturduğu bir Latin Amerika öyküsü tadındaki tribünün şarkıları ve penaltı sırasında adını bilmedikleri kalecilerini ‘Portero, Portero!’ nidalarıyla destekleyen çığlıkları kaldı kulaklarımızda.
O yüzden bu güzel ve naif insanların ülkesinin güzel takımına yazık oldu. Bu klasik bir dilencilik ya da romantizm refleksi değil. Yalnızca bazıları her zaman haklı olmamalı.