M. MURAT KUBİLAY
mmkubilay@gmail.com
Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre böyle* bir kelime yok; doğrusu ‘acizlik‘. Ancak şahsiyet, haysiyet ve masumiyet gibi kelimelerin güçlü anlamlarından olsa gerek acizlik kelimesinin ifade edemediği, en üst düzeydeki çaresizliği kanaatimce ‘acziyet’ sözcüğü daha iyi vurguluyor. Tıpkı sayısız ihmal, beceriksizlik ve muhtemelen kasıtla, memleketin en güzel yerlerinin küle dönüşmesini bön bön izleyen AKP iktidarının durumu gibi.
Baba memleketim Yozgat Boğazlıyan’dır. Benim gibi çocukluğunu Ankara’da geçiren birçok kişinin kökeni Orta Anadolu’dur. Bu coğrafyada bozkır hâkimdir, çocuk kitaplarında anlatılan hayallerdeki yeşil köylere pek rastlanmaz. Bu yüzden “Yazın memlekete gittim” gibi cümleler genellikle yarı memnuniyetsizlik içerir, bir tatil gibi algılanmaz. Doğası daha güzel Sivas ve Erzincan gibi yerlerin de altyapısı kötüdür, yaz aylarını geçirmek için çok cazip değildir. Ankara’da Doğu Karadenizli ve Güneydoğulu pek olmaz; Trakya ve Çukurovalı da azdır; İzmir ve Antalya gibi iklimi ve doğası daha güzel yerlerdenseniz dikkat çekersiniz. Ancak onun da bir ötesi var, Antalya’nın Kemer ilçesi ile Aydın’ın Didim ilçesi arasında kalan ‘Türkiye’nin Rivierası’. Ankaralılar bu bölgeyi bilmez, fakat güzelliklerini pek sık duyar.
Bu bölge eşsizdir, öyle ki ne Akdeniz kadar sıcak ve dalgalıdır ne de Ege kadar serin ve rüzgârlı. Haliyle en zengin ülkelerden gelen turistlerin uğrak yeridir ve onların en çok ev satın alarak yerleştiği bölgedir. Bodrum, Marmaris, Fethiye gibi en bilinen tatil beldeleri buradadır; ancak asıl güzellik, bu ilçe merkezlerinin dışında kalan ve yörenin yerlileri ve en varlıklı turistler hariç kimsenin varlığını bilmediği koylardadır. Hatta öyle ki bazı butik otellerin geceliği 30 bin TL’nin üzerindedir, kimisine karadan ulaşım neredeyse yoktur, tekneyle gelmeniz gerekir. Televizyon ekranından gördükleri devasa beş yıldızlı otelleri en lüks bilen, onlara dahi hiç gitmemiş ve asla gidemeyecek toplumun yüzde 99’u için hayal edilebilir düzeyin çok ötesindedir. Tropik adaların alışılmadık güzelliğinin beraberinde getirdiği aşırı yabanlık buralarda yoktur. Muhtemelen Türkiye’nin cenneti işte bu bölgedir.
Önceki yıllarda tabiattan kaynaklanan ve küresel ısınmayla sayısı artan yangınları sıklıkla duyardık. Hatta bazılarında ormanları yakmak fiili gibi doğaya aleni ihanet içeren kasıtlar da vardı. Fakat bu seneki tüm bunlardan öte oldu. Yangının çıkış ve hızlı yayılma nedenlerini kesin bilmemekle beraber, nasıl söndürülemediğini çok iyi biliyoruz. 20 yıldır ülkeyi yöneten zihniyet ‘acziyet’ içerisinde hiçbir planlama ve organizasyon yapamadı. Turizm amaçlı rant bile olsa yangınların ulaştığı boyutu iktidarın açıklaması ve göz ardı etmesi çok zor. Kendi konforları için kullandıkları lüks uçakların yerine yangın uçağı alınamaması çok şey anlatıyor. Dahası kendilerine layık gördükleri Okluk Koyu ve Paramount Otel tam da bu bölgede yer alıyor.
Bu hafta en önemli gündem maddesi orman yangınlarına değinmek, ekonomiye ara vermek istedim. Fakat kapanışı yine ekonomiyle yapalım.
Hep 448 milyar dolarlık dış borcun nasıl oluştuğunu ve sonuçlarını anlatmaya çalıştım; fakat bu kadar çok sıfır bulunan bir miktarı gözler önünde canlandırmak hayli zordu, toplum bir türlü anlayamadı. Sanıyorum son bir haftadaki yangın faciası ve söndürülememe aczi, sayıların anlatamadığını ortaya koyuyor.
Üretimden öte tüketime neden olan bir ekonomi modeliyle, rant ve siyasi beka hırsıyla sürekli borçlanıldı. Yani her yıl çıkan orman yangınlarına aldırmadan binlerce hektar alanı kaybedip kısa vadecilikle birçoğunu otel yapmak gibi. Ardından ekonomik krizle geçen aç yıla rağmen, borçlar sağlıklı bir şekilde yapılandırılmadı, bunun yerine piyasanın gidişatına bırakıldı. Tıpkı yangınlara karşı ne yapacağını bilemez halde, rüzgârın yönünden medet ummak kaderciliği gibi.
İşte son 20 yılın borçlanma hikâyesi az çok böyle, tıpkı orman yangınlarındaki gibi.