H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
Çocukluğumuzun en güzel masallarındandı.
Ali Baba, gizli hazinenin yerini keşfeder, içeri girer hayatının sonuna kadar rahat içinde yaşardı.
‘Açıl susam açıl’ deyince dağın içindeki gizli kapı açılır, ‘Kapan susam kapan‘ denildiğinde kapı kapanır, hazine güvence altına alınırdı.
Salgın döneminde bütün çocukluk masallarımız da yıkıldı, gençlik hayallerimiz de…
‘Kapan susam kapan’ dediğimizde, masaldaki gibi güvence altına alınmamıştı hazinelerimiz, dağın içinde kocaman bir deprem oldu ve biz gözlerimizi yumduk. Deprem yokmuş gibi davrandık.
Bu kapanma günlerinde tiyatrocular ve müzisyenler; yalnızca adını bildiğiniz ünlüler değil, on binler, yüz binler, ışıkçısından gişecisine, dekorcusundan kostümcüsüne aç, gelirsiz, dayanaksız, desteksiz ama en önemlisi de işlerini yapabilmekten uzak kaldılar.
Beklediler, beklediler, beklediler… Ama adları hiç okunmadı.
Kiralar ödenemez oldu. Salonlar boşaltıldı. Kredi kartları, kredi limitleri doldu. Evler boşaltıldı. Anne babanın emekli maaşlarından destek umar hale gelindi. Utançtan evden dışarı çıkamamalar başladı…
Dünyanın uygar ülkeleri müzisyenlerine, tiyatrolarına geçtiğimiz yıllardaki kazançlarını karşılıksız destek olarak ödediler. ‘Ayakta kalın‘, ‘Siz yaşayın‘ dediler. ‘Sizsiz olmaz, hele şu günler geçsin, insanların hayatını güzelleştirecek projeler hazırlayın‘ dediler. Biz ne yaptıysak bu dönemde, alnımıza o yapışıp kalacak!
Tiyatro yapmak, müzik yapmak kolay iş değildir.
Kolay zannedersiniz. Sadece ünlü olmakla bağlarsınız ucunu… Ekranlarda durmadan gördüğünüz üç beş kişiden yola çıkıp, hepsinin boğaz manzaralı evlerde oturduğunu düşünürsünüz.
Öyle değildir.
Hayatından vazgeçilip, çok sıfırlı maaş ödemelerinden vazgeçilip, konforlu hayatlar yaşamaktan vazgeçilip tiyatro, sanat, müzik yapılır bu toplumda… Haftada üç kez perde açıp, yazın iki ay turne yapmadan iki yakan bir araya gelmez.
İnsanları da ülkeleri de bir araya getiren hikayelerdir. Hikayeler olmadan biz ‘biz‘ olamayız. Bir ülkenin hikayesini, insanlığın hikayesini, tiyatro sahnelerinde, üçüncü zil çalıp, perde açılıp, spotlar yandığında izlersiniz. Bir müziğin notları seslere dönüşüp, sözlere dağıldığında başlar insanlığın ortak duyguları.
Hayatın içinden tiyatroyu, müziği çekerseniz, geride büyük bir boşluk kalır, bugün yaşadığımız gibi.
Hiçbir şeyle dolduramazsınız o boşluğu…
Uygarlık sanatla başlar, tragedyalarla, komedyalarla, mağara duvarına çizilen resimlerle…
Bir derdimiz var sanatla… ‘Tiyatro yapma’, ‘Hokkabazlık etme’, bu anlayışın düzeysiz sözleridir dilimizde…
Neden birileri her şeye rağmen bu uçurumun kıyısında yaşamayı seçmiştir hiç düşündünüz mü?
Hayata yürüyen bu insanları yok saydığımız kadar deniz salyasından da gelir adaletsizliğinden de yaşam kalitenizdeki gerilemeden de kurtulamayacağınızın farkında değil misiniz?
‘Açıl susam açıl‘ demek yetmiyor bazen… Bir yılı aşkın süredir gelirsiz kalarak depremler yaşayan tiyatrolarda, müzik sanatçılarında, ne koltuklar yerinde kaldı ne de notalara ses verecek nefes.
Mustafa Kemal Atatürk, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyordu. Biz bayağı açık kalp ameliyatı geçirdik. Yoğun bakımı atlatır mıyız, bilemiyorum.
Şunu biliyorum yalnızca perdeler açılınca, notlara ses yürüyünce; tiyatro sanatçılarının, müzisyenlerin o kırılgan çocuk kalpleri yine herkesi affedecek.
Onlar masalları hatırlamaya ve anlatmaya devam edecekler.