H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Tiyatro
Tolstoy’un edebiyata şaheseri Anne Karenina romanı evrensel bir cümleyle başlar: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu ise kendine özgüdür.” Baba Sahne’de ‘Feramuz Pis‘ oyununu izlerken birden zihnimden geçiverdi bu cümle…
Oyunun tam neresiydi anımsamıyorum, ancak başlangıçtaki o sıcak aile ortamının altında yatan o derin mutsuzluk, kendini iyiden iyiye seyirciye hissettirmeye başlamıştı sanıyorum.
Çok geç seyrettim ‘Feramuz Pis‘i… Festivalde de nedense tercihimi hep başka oyunlardan yana kullanmıştım. Hata etmişim!
Öncelikle çok başarılı yazılmış bir metinle karşılaştım.
Diyeceksiniz ki Sema Elçim’in yılın oyun yazarı ödülüne de mi bakmadın? Ödüllere bakarak karar vermeyi çok sevmem fakat sonuna kadar hak edilmiş bir ödül olduğunu söylemeliyim.
‘Feramuz Pis‘ ilerledikçe sahnede dev bir ‘öteki’ hikayesi vardı.
Özel bakım isteyen bir karakter olarak Feramuz, Mardin’deki yüzlerce Süryani hikayesinden birine ait aile, umudunu yitirmiş bir kaybeden olarak kendisiyle yüzleşmeden yüzeyde kalarak yaşamaya çalışan baba Nebil bey, her şey yolundaymış gibi yaparak sonsuz bir dirençle ailedeki her bireye dokunan Zahide hanım, öteki olduğunun farkında olmadan bir sevda yaşamaya çalışan Can ve genç kızlık hayallerini ertelemekten sabrını yitirmiş Emel; bir de komşu Bahriye var evin dışındaki dünyayı temsil eden…
Hikâyeye böyle bakınca klasik bir oyun beklerken, Oğuz Utku Güneş’in kulisi sahneye taşıyarak yaptığı reji, oyun metniyle çok nitelikli bir uyum sağlamış. Zihnimizi baştan yakalıyor.
‘Feramuz Pis‘ seyirciyi hep uyanık tutuyor. Hikâyenin duygusuna kapılmadan bir duvarın arkasından, gizlice bu ailenin hayatına bakan ve akıl yürüterek çıkarımlar yapan bir konumda buluyoruz kendimizi.
Nebil karakteriyle Batur Belirdi ailenin içinde küçüldükçe küçülen babayı, esnek oyunculuklarıyla Dilara Mücaviroğlu ve Ataberk Öge ailede öteki olmanın kafesini parçalamak isteyen; ilgisizliğe mahkum çocuklarını başarıyla canlandırmış.
Ve tabii Feramuz. Çağdaş Tekin’in deyim yerindeyse mis gibi oyunculuğu!
Çağdaş Tekin Fermuz’un iç dünyası ile gerçek dünya arasındaki geçişlerde doğallığı, eksik kalan yaşamına haykırışı ve bugünü kabullenişini çok güçlü bir mim diliyle bedenini kullanarak kelimelere ihtiyaç duymaksızın salona aktarıyor.
Çiçek Dilligil ise geçmişin sadakati ile geleceğin umudu arasında kendini yok sayarak bütün ailesini koruyup kollamaya çalışan ancak değerlerini de sağlam tutmak için çırpınan anne Zahide’yi, özellikle Feramuz’un hayalinde yer aldığı sahnelerdeki duygu değişimleriyle seyirciye tam bir oyunculuk lezzetiyle aktarıyor.
‘Feramuz Pis‘ bir dönem dijitalde de yer almış.
Dijitalde tiyatro olmaz. Dijitalde ancak arşiv olur, nokta!
Işığından hareket tasarımına iyi bir oyun izledik. Tamam da… Ne olacak bu ötekilerin hali?
Metnin temel sorusu da bu zaten. İnsanlık birkaç bin yıllık geçmişinde, teknolojik olarak ilerlese de vicdan, düşünce ve davranış açısından ilerleyemedi ne yazık ki!
İnsanlık, henüz yaşamını düze çıkaramayan, cılız bir varlık, ancak dünyaya ve kendi dışındaki ötekilere saldırırken de acımasız güçlere sahip bir varlık olarak hiçbir şey kazanmadan, bir katre olsun iyileştirme umudu olmayan bir geleceğe doğru yokuş aşağı, paldır küldür, yok sayarak, yüzleşmeyerek savrulup gidiyor.
Behçet Necatigil ustanın o doyumsuz çağrışımlara açık şiiri gibi…
Çoktan silinmiş adımız
kartotekten
bizse hala olmayan bir yolu
yine epey yürüdük zannederiz
Öteki olmak ne zaman çıkacak hayatımızdan?
İnsanlık evriliyor mu, devriliyor mu?
Savaşmamayı bile akıl edemeyen insanı, benzersiz yapan ne?
Kendinden başka herkes ölecekmiş gibi hayata ve insanlara bakan narsizm, insanlığın en çare bulunamayacak virüsü mü?
Feramuz gerçekten pis mi, yoksa onun eksik zannettiğimiz hayatı; temiz kalabilmesi için evrimsel bir ödül mü?
İyi tiyatro, perde kapandıktan sonra devam eder.
Koşarak Feramuz’u izlemeye gidin!