LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
CHP eski milletvekili Abdüllatif Şener, ‘Beni aday yapmadılar, o yüzden CHP’ye ve Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermedim’ anlamına gelecek açıklamalarıyla sadece kendine değil, Türkiye’ye de büyük kötülük yaptı.
Toplumun farklı kesimleri arsında süregelen diyalog kurma, birbirini anlama, yani uzlaşma çabalarına darbe vurdu.
Yıllardır, ‘Kimliklerimizi, inançlarımızı, yaşam tarzlarımızı sorun etmeyelim, evrensel değerler üzerinden toplumsal birliktelik kuralım‘ diyerek bir araya gelen, birbirini anlamaya ve bu birlikteliği büyütmeye çalışan insanların çabasına büyük zarar verdi.
En büyük ayıbı da kendi tabanındaki kimi dar görüşlü fanatiklerin itirazlarına rağmen CHP’yi farklı kesimlere açma, toplumun farklı kesimleriyle bağ kurma çabası veren Kemal Kılıçdaroğlu’na yaptı.
‘Mahalleler arasındaki duvarlar kalkmasın, herkes kendi mahallesine hapsolsun, küçük olsun ama bizim mahallenin borusu ötsün‘ anlayışıyla hareket eden ‘mahalle bekçileri‘nin ekmeğine yağ sürdü.
Gerçi tüm bunları Abdüllatif Şener tek başına yapmadı.
Şener’e tepki gösterirken onun inancına, geçmişine hakaret edenler, ‘Biz demedik mi böyle insanları aramıza almayın‘ diyerek Kılıçdaroğlu’na ve toplumsal uzlaşma arayışında olanlara parmak sallayanlar, kişisel bir ilkesizliği bahane ederek bütün dindarlara hakaret edenler…
Hep birlikte ülkeye büyük kötülük yaptılar.
Türkiye’nin bugün yaşadığı en temel sorunların altında mahalle kültürü yatıyor.
Birbirini anlamayan, birbirine kapalı, birbirinin değerlerine saygı duymayan, birbiriyle mücadele etmeyi ve yenmeyi marifet sayan bir toplumsal anlayış, sorunlarımızı çözmemizin önündeki en büyük engeldi.
Mahalle kültürü baskın olduğu için hepimiz mahallemizin çıkarını ülke yararının üstünde tuttuk.
Sevinçlerimizde ve acılarımızda ortaklaşamadık, liyakati esas alan bir yönetim anlayışı oluşturamadık.
Böyle olduğu için ne demokrasimiz gelişti ne adalet anlayışımız.
Ne yolsuzlukları dert eder olduk ne de yapılan yanlışları.
Herkes kendinden olanın yanlışını, eksiğini mazur görme, gösterme anlayışını benimsediği için bütün bir kötülük ülkeyi sardı ve nihayetinde ülkemiz ağır bir yara aldı.
AK Parti’nin yaptığı yanlışlar, haksızlıklar, hukuksuzluklar neticesinde ülke endişesi hepimizin en temel duygusu olmuş, bu da farklı mahallelerden insanların birbirine kulak vermesine, birbirini anlamasına ve yakınlaşmasına zemin yaratmıştı.
Muhafazakâr biri, Atatürkçü, solcu birinin endişelerini anlamaya başlamış, onunla, diyalog kurma arayışına girmişti.
Atatürkçü, solcu biri bir dindarın, milliyetçi biri Kürdün, Kürt ise milliyetçinin duygusunu, endişelerini anlamaya başlamış, ülke endişesinde ortaklaşmaya başlamıştık.
Yavaş da olsa hapsolduğumuz odalarımızdan çıkıp salonda toplanmaya, yani Türkiyelileşmeye başlamıştık.
Birbirimizin inancını, mezhebini, yaşam tarzını, giyimini, kuşamını sorun etmeden, eşitlik, özgürlük, adalet, liyakat gibi evrensel değerleri temel alan bir birlikteliği oluşturmaktan başka bir çıkış yolumuz yoktu.
Ve bu konuda son yıllarda epeyce bir mesafe kat edilmişti.
Bu birlikteliğe her zaman karşı çıkan, mahallelerin bekçiliğini kişisel ikbal kaynağına dönüştürmüş cehennem zebanileri, Abdüllatif Şener’in yaptığı bu ilkesizlikle yeniden zafer çığlıkları atmaya başladı.
‘Bu tür insanların aramızda ne işi var‘ diyerek hem mahallesini terk etmeye çalışan muhafazakârları rencide ettiler hem de bu tür değişimlere şüpheyle yaklaşanları kışkırttılar.
İstiyorlar ki CHP kendi tabanına, AK Parti kendi tabanına, MHP kendi tabanına, HDP de kendi tabanına hapsolsun, mahallelerinde, partilerinde onların borusu ötsün, biz de bu cehennem hayatını yaşamaya devam edelim.
Beni yakından takip eden okurlarım bilir, muhafazakâr siyasetçilerin CHP’de vekil olmalarına ben de karşı çıktım.
Fakat benimkisi bu mahalle bekçilerininkine benzer bir gerekçeyle itiraz değildi.
Çünkü toplumsal değişime en çok ihtiyaç duyulan böyle bir dönemde herkesin birinci önceliğinin bu değişime katkı vermek olduğunu düşünüyorum.
Mesela muhafazakâr biri eğer ciddi bir değişim yaşamışsa bu değişiminin nedenlerini, gerekçelerini içinden çıktığı mahalleye anlatmayı, bu değişimi başkalarına da yaymayı birinci öncelik olarak görmeli.
Böyle biri CHP’den vekil olduğunda eski mahallesi o kişiyi değişen değil, karşı mahalleye geçen, davayı satmış biri olarak değerlendiriyor ve sözlerine kulak vermiyor.
Çünkü değişimin ödülü olarak bir makam aldığında yaşadığı değişim şüpheli hale geliyor.
Her iki tarafta da yani hem çıktığı mahallesinde hem de vekillik aldığı diğer mahallede ona ve yaşadığı değişime şüpheyle bakılmasına neden oluyor.
Türkiye normal bir dönemde olsaydı bu tür makam alışverişleri sorun olmayabilirdi.
Ama dediğim gibi toplumsal değişime en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde hepimizin enerjisini buna harcaması gerekiyor, kişisel ikbal edinmeye değil.
Diğer taraftan toplumun, kişilerin yaşadığı zihinsel değişimi algılama biçimi de sorunlu.
Kim, niçin değişti? Eskiden neyi savunuyordu, şimdi neyi savunuyor? Değişimini hangi gerekçelere dayandırıyor?
Bu sorularla kimse ilgilenmiyor.
Daha çok ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ anlayışıyla hareket ediliyor.
Çünkü kıymet verdikleri şey, o kişinin yaşadığı değişim değil, kendi mahallelerine gelmiş olması.
Onlar gibi konuşup onlar gibi davranmalı, mahallenin, partinin çıkarını her şeyin üstünde tutmalı.
‘Hem değiştim diyorsun hem de bizim mahalleye zarar veriyorsun, bu kabul edilir bir şey değil‘ anlayışıyla hareket ediyorlar.
Abdüllatif Şener değişti mi? Değiştiyse hangi konuda değişti?
Daha önce hangi konuda ne düşünüyordu, şimdi farklı olarak ne düşünüyor?
Bu soruların hiçbirinin cevabını bilmediğimiz halde makam aldığı partiye, yani o partinin temsil ettiği mahalleye zarar verdiği için değişimden vazgeçmiş olarak algılanıyor.
Böyle algılandığı için de kişisel bir ilkesizlik, ‘Sen zaten adam değildin’ denilerek geçmişiyle ve inancıyla irtibatlandırıyor.
Lafı fazla uzattım.
Bu tür ilkesizliklere ve mahalle bekçilerinin çığırtkanlıklarına bakarak odalarımızdan, yani mahallelerimizden çıkmaktan vazgeçmememiz gerekiyor.
Hapsolduğu odasından çıkmaya çalışan bir muhafazakâr,
Bir Atatürkçü, bir Kürt, bir milliyetçi veyahut bir solcu, bir Alevi…
Değişmeye, toplumun bütün kesimleriyle bağ kurmaya, gerçek bir demokrat olmaya, ülkesinin iyiliğini mahallesinin çıkarının üstünde tutan bir anlayışa geçmeye, eşitlik, özgürlük, adalet, özgürlükçü laiklik gibi temel değerler etrafında birleşmeye çalışan herkes eğer bu çabasından vazgeçerse, hayatımızı cehenneme çeviren ve büyük bir iştahla bu cehennemin zebaniliği görevini üstlenenler kazanmış olacak.
Kendimiz, çocuklarımız ve ülkemiz için bu çabamızdan vazgeçmemeliyiz.
Çünkü vazgeçersek yenilmiş, cehennem hayatına razı gelmiş olacağız.