11’nci cumhurbaşkanı ve AKP’nin kurucularından Abdullah Gül, başkanlık sistemini eleştirerek “Türk tipi bir başkanlık sistemi olmasın dedim. Benim tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yanadır. Bunu o zaman da konuştum tavrımı da ona göre koydum” dedi. Gül ayrıca ‘siyasal İslam’ın tüm dünyada çöktüğünü’ söyledi.
Karar gazetesinden Yıldıray Oğur, Elif Çakır ve Ahmet Taşgetiren’e konuşan Gül, eski başbakan yardımcısı Ali Babacan’ın kuracağı yeni partiye nasıl baktığından Gezi direnişine kadar bir dizi konuda görüşlerini açıkladı.
Yeni partilerin siyasi sıkışmışlık zamanlarında toplumsal zorunluluk olarak ortaya çıktığını kaydeden eski cumhurbaşkanı, Babacan’ın kuracağı partiyi desteklediğini vurguladı.
‘Kutuplaşmanın‘ Türkiye için ciddi sorun olduğunu vurgulayan Gül, AKP’nin kuruluş ilkelerinden uzaklaştığına dikkat çekti.
Söyleşi özetle şöyle:
Yeni partinin neresinde?
“Aslında bunu Ali Bey çok dürüst ve samimi bir şekilde kamuoyuna açıkladı. Ben cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra aktif siyasetin içinde olmayacağımı söylemiştim. Ben tutarlı olmaya çalışan bir insanım. Dolayısıyla gündelik siyasetin içinde değilim. Ancak yakıcı memleket meseleleri varken tecrübemi kendime saklayacak bir insan da olmam beklenemez. Memleketimin faydasına gördüğüm temel konularda usulüne uygun bir şekilde siyasete katkı sunmak ve görüşlerimi paylaşmak hem hakkım hem de görevim. Ali Bey parti kurma çalışmalarını sürdürürken kamuoyunu gerektiğinde bilgilendiriyor ve benimle de zaman zaman görüşüyor.”
Cumhurbaşkanı adaylığı
“Bir siyasi partinin kuruluş gerekçesi bir kişiyi cumhurbaşkanı yapmak olabilir mi Allah aşkına. Bu tip yakıştırmaları doğru bulmuyorum. Siyasi partiler her şeyin vakti saati geldiğinde kazanmak için doğru olan ne ise onu yaparlar.”
Partiyi destekliyor mu?
“Tabii ki destekliyorum. Ali Bey’in karakterine, eğitimine, bilgisine, siyaset üslubuna güvenen ve takdir eden bir insanım.”
Yeni partilere talep var mı?
“Siyasi partiler sadece kişilerin arzusuyla ortaya çıkmaz. Toplum mecbur eder yeni siyasi oluşumları. AK Parti’yi kurarken hazırladığımız programlar, beyannameler ciddi bir emek mahsulüydü ve bilinçli olarak yazılan şeylerdi. Aramızdan birinin kalemiyle yazılıp konan şeyler değildi. O zaman onları çok içselleştirenlerimiz vardı.
AK Parti kuruluş ilkelerinin ve değerlerinin ben hala çok doğru olduğuna, Türkiye için çok geçerli olduğuna inanıyorum. Son dönemlere kadar beni davet ettikleri kongrelere yazdığım mesajlarda da hep onları hatırlattım ve o kuruluş ilkelerine dönmenin çok doğru olacağını söyledim. Türkiye çok olağanüstü dönemlerden geçti. Hain bir darbe teşebbüsü, onun travması, bütün bunlar yaşandı. Türkiye’yi buradan süratli bir şekilde çıkarmanın yolu, gelişmiş demokrasilere sahip ülkelerdekine benzer bir demokratik nizamı, yüksek hukuk prensiplerini ihdas etmek ve insan hakları ilkelerini bihakkın uygulamakla mümkün. Türkiye’nin bugün karşılaştığımız sıkıntılardan süratli bir şekilde kolaylıkla çıkabileceğine ve bunun da ekonomik kalkınmayı beraberinde getireceğine inanıyorum. Açık söyleyeyim, bunları kimler başarabilirse onlar Türkiye’ye en hayırlı hizmeti yapmış olur. Aksi takdirde gündelik meselelerle bocalayıp kendi kendimizi boş yere tüketmiş oluruz.”
Yeni partilere ne tavsiye ediyor?
“Herkese ve şu anda mevcut yönetime de, söyleyeceğim şu; Türkiye’nin özgürlükçü bir yola girmesi gerekir. Salt güvenlikçi yol, sizi tedbir üzerine tedbir almaya mecbur eder. Bu nedenle hukuk ve adalet en önde gelir. Bu ise en kolay düzeltilecek mesele, burada sadece bir irade gerekiyor. İnsan hakları standartlarının uygulamasını yükseltmekten geçiyor bunun yolu. Türkiye gerçeğini ve imajını çok süratli bir şekilde değiştirebilirsiniz. Özellikle gazeteciler, basın yayın ve sivil toplum örgütleri ve siyasetçilerle ilgili bazı davalar var. Anayasa Mahkemesi bile bunları yanlış buluyor. Bunlar çok süratli bir şekilde düzeltilebilir. Türkiye’nin üzerinden bu yük alınmış olur. Bu tür davaların nelere mâl olduğunu yakın zamanda hep beraber gördük. Eğer AİHM’nin ve bizim Anayasa Mahkemesi’nin kararları dikkate alınarak hareket edilirse bunun Türkiye’ye birden iyimser bir hava getireceğine inanıyorum.”
‘Başbuğ’un söylediği yasayı AB kriterleri için imzaladım’
“Hatırlarsanız o sıralar Türkiye AB ile müzakerelere başlamış, büyük AB hedefi var ve iddialı bir reform sürecine girmişiz. Benim de AB sürecine ne kadar önem verdiğimi, nasıl öncülük ettiğimi bilirsiniz. AB sürecine salt bir AB ülkesi olmak açısından bakmadım. Ama şuna da inanıyorum ki AB üyesi bir ülkenin sahip olduğu hukuk, ekonomi ve siyaset standartlarını uygulayan, AB üyesi olmayan Norveç gibi bir ülke olursak bu bizi her bakımdan hem mutlu hem zengin hem güçlü yapar. Burada iki önemli kriter vardır; siyasi kriterler ve ekonomik kriterler. Siyasi kriterler içerisindeki maddelerden biri de sivil asker ilişkileriydi. Bunlar daima gündemimizde olan meselelerdi. MGK kanununun değişmesine de bakarsanız, o da aynı şekilde AB reformları çerçevesinde yeniden düzenlenmiştir. O zaman MGK bir nevi gölge hükümet gibiydi. Operasyonel tarafları vardı MGK’nın. Bunlar sivil asker ilişkilerinin AB standartlarına taşınmasıyla ilgili yasalardı. Türkiye’nin zaten Katılım Ortaklığı Belgesi’nde taahhüdüydü bu değişiklikler. Dolayısıyla bu çerçeve içerisinde bana gelmiş bir maddeydi. Kanunlaşırken ne Meclis bürokrasisi ne de partiler tarafından Anayasa’ya aykırılığıyla ilgili bir itirazda bulunulmamış, ben de imzaladım. Cumhurbaşkanları kendilerini Anayasa Mahkemesi yerine koymazlar. Ben Abdullah Gül tekrar cumhurbaşkanı olmasın diye gelen yasayı da onayladım, gönderdim.”
‘Noterlik yapmadım’
“Benim geri gönderdiğim yasalar oldu ama sayı olarak azdır. Sebebi şu; benim o zaman hukuk büromda kurduğum ekip, yasalar komisyonlardayken çalışmaya başlıyordu. Bunu meclistekiler de bilir. Yasaların çoğunu Meclis komisyonlarında düzelttiriyordum. O da şundan dolayıydı; Açıkçası yasa Genel Kurul’a da benim önüme de düzgün gelsin, yani veto edip de kendi hükümetimi zor durumda bırakmayayım, ülke zaman kaybetmesin hassasiyetiydi bu.”
KHK’lılar
“Bazen çok yakın tanıdıklarımızdan, en ufak alakası olmayan hatta en başından beri bu gruba çok tepkili olan insanlardan bile örnekler var. Onun için adalet meselesi çok önemli. Duygularla ve sübjektif kanaatlerle hareket etmemek gerekir. Bunları soğukkanlılıkla hep ayrıştırmak lazım. Büyük haksızlıklar oluyor. Kitlesel cezalandırma diye bir şey ne modern demokrasilerde ne de bizim anlayışımızda söz konusudur.”
KHK’larla birçok akademisyenin, görevlilerin ihracı söz konusuydu. Bunlar hukuk devletinde olmaması gereken şeyler. Her kesimden çok büyük haksızlıkların ve acıların yaşandığını görüyorum.”
’15 Temmuz’dan ABD’nin haberi yoktu demek saflık olur’
“(15 temmuz) Bu işin başındaki ve önde gelenleri uzun süredir ABD’de. Böyle bir şeyin ABD’nin en azından güvenlik ve istihbarat kurumlarının bilgisi dışında olduğunu düşünmek çok büyük saflık olur. Bu mümkün değil.”
‘En iyisi tam demokratik parlamenter sistem’
“Ben siyasete öğrencilik yıllarımda başladım. Birçok hususu kendi içimizde tartışarak olgunlaştırdık. Söylediğim şeyleri hep içselleştirerek söylemişimdir. Tabii ki yanıldığım yerler olur, noksanım eksiğim çıkar ama söylediklerimi inanarak söylüyorum. Cumhurbaşkanı iken de parlamenter sistemin Türkiye için daha doğru olduğunu söyledim. Hatta Cumhurbaşkanı olarak yetkilerimin azaltılmasının bile demokratik nizama daha uygun olacağını sık sık ifade ettim. Çünkü o Anayasa’da Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler bir darbe anayasasında darbenin başının cumhurbaşkanı olduğu düşünülerek verilmişti. O yetkileri parlamenter sisteme inanan benden önceki Cumhurbaşkanları da kullanmamaya çok özen göstermişlerdir. O zaman yeni anayasa taslağı ortaya çıkınca açıkça söyledim. Şimdiye kadar Türk tipi bir parlamenter sistemle yönetildik. Vesayet sistemleri vardı, gölge kabineler vardı. Bunlar Türkiye’nin başına neler açtı. Bundan sonra da Türk tipi bir başkanlık sistemi olmasın dedim. Benim tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yanadır. Bunu o zaman da konuştum tavrımı da ona göre koydum.”
Parlamenter sisteme geri dönülmesi
“Biraz evvel tam demokratik parlamenter sistemden yana olduğumu beyan ettim. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı Devleti Yemen’de dahi sandık kurmuş, seçim yaptırmış. Meclis-i Mebusan var. Parlamento geleneği Cumhuriyet’in öncesinde de var. Meclis öncülük etmiş Kurtuluş Savaşı’na. Zaman zaman meclisin ağırlığı tartışma konusu olmuştur ama meclis her zaman politikanın, Türk siyasetinin merkezidir. Milli irade her daim Meclis’in şahsında tecessüm etmiştir. Siyasi partilerin ağır topları diye söylediğimiz önemli siyasi figürler hep Meclis’ten gelmiştir. TBMM bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmemişti. Bunun noksanlığını Türkiye hissediyor.”
Kılıçdaroğlu’nun ‘başörtüsünde hata yaptık’ ifadeleri
“Bunlar güzel, takdir edilmesi gereken davranışlar. Çok katı bir laiklik anlayışından buraya gelinmesi çok önemli. Biliyorsunuz bu cumhurbaşkanlığı sisteminin yolunu da o 367 kararı açtı. Eski genelkurmay başkanının konuşmasını da izledim. O da bu başörtüsü yasağının arkasında TSK olarak durmakla çok yanlış yaptıklarını söyledi. Aslında gelinen bu nokta normalleşme için büyük bir fırsat.”
‘Kürt sorunu artık uluslararası bir mesele’
“Bu mesele Türkiye’nin en önemli konularından biridir. Buna şöyle bakarım; tüm ülkelerden daha fazla Kürt nüfusumuz var. Barzani’nin referandum tartışmaları olurken çok çarpıcıydı. CNN Türk’te bir harita üzerinde tartışılıyor, dört ülkedeki Kürtler gösteriliyordu haritada. Sonra CNN International’e geçtim aynı harita üzerinde konuşuluyor, ama bir farkla. Türkiye’nin üzerinde 15 milyon, Irak’ta 4 milyon, Suriye’de 2 milyon, İran’da 6 milyon yazıyor. Türkiye’deki haritada ise bu yoktu. Bu bir realite, bu kadar Kürt nüfusumuz var. Cevaplanması gereken asıl soru, bu nüfusumuzu ne kadar eşit vatandaş kılabiliyoruz, nasıl mutlu ve ülkesine bağlı hale getirebiliyoruz? Bu meseleye her yönüyle bakacaksınız. Kendi içerimizde bu meseleyi hallettiğimiz takdirde, hem kendi ülkemizi hem bölgeyi sağlamlaştırırız. Ama kendi ülkemizde bu meseleyi halledemezsek, meselenin kendi ülkemizde kalmayıp bölgesel ve uluslararası boyutlara ulaşmasından korkardım.”
Uygulanan politikaların neticesi, burada kimseyi suçlamak istemem. Hepimizin sorumluluğu. Kendi içimizde, kendi inisiyatifimizle yüksek insan hakları standartlarıyla halledemeyince bölgesel ve uluslararası boyutlara gitti, zor işler.”
HDP’ye yönelik bir tecrit soruldu
“Cumhurbaşkanlığımda hepsini angaje etmeye çok önem verirdim. Her dış ziyaretimde bütün partilerden olduğu gibi onlardan da temsilci alırdım. Bu beni gittiğim yerde güçlü yapardı. Masaya şöyle oturunca hepsini tanıtırdım. MHPli arkadaşımı da HDP’li arkadaşımı da tanıtırdım. Bütün gezilerimde de olmuşlardır. Hiçbir ayrım yapmadan bütün belediyeleri Batman’ı da Diyarbakır’ı da ziyaret etmişimdir. Onlara bu ülkeye ait olduklarını hep bu şekilde hissettirdim.”
‘Gezi olayları ile gurur duyuyorum dedim’
“(Gezi eylemleri) Nerede sessiz kaldım. Mesela en büyük olaylar Gezi olaylarıydı değil mi? Bana o zaman ilk sorulan soruya verdiğim cevap şuydu: ‘Bununla büyük bir gurur duyuyorum’ dedim. Şaşırdı herkes. Çünkü ‘Türkiye’nin problemlerinin mahiyetini değiştirmişiz. Eskiden insanlar insan hakları için sokağa çıkardı. Faili meçhuller dursun diye çıkardı. Yolsuzluk dursun diye sokağa çıkardı. Şimdi insanlar ağacı kestirmem diye sokağa çıkmış, çevre duyarlılığı için sokağa çıkmış. Türkiye’nin problemlerini İngiltere’nin, ABD’nin problemleri haline çevirmişiz’ dedim. Daha sonra bu toplumsal olay iyi yönetilemeyince terör örgütlerine büyük bir fırsat çıktı ve bildiğimiz vahim olaylar, vandallıklar cereyan eti. Açık söyleyeyim; benim birçok tavrım anlaşılmamış olabilir. Kendi camiamız da anlamamış olabilir. Ondan sonra daha ileri aşamalarda “Demokrasi sadece seçim değildir” dedim. Bana o zaman bizim camiadan bazıları milli irade dersi vermeye kalktı. Milli iradenin ne olduğunu anlattım. Demokrasi sadece seçim değildir, seçimin ötesi vardır dedim. Halbuki ben şimdi bunları söylerken bu kadar tatsız politik ortamın içinde bunları tekrar konuşmak istemiyorum. O zamanlar tutuklu yargılamalarla ilgili yaptığım açıklamalara da bakın. Bireysel başvuru hakkı nasıl çıktı zannediyorsunuz, Haşim Bey’e gidin sorun.”
‘Siyasal islam tüm dünyada çöktü’
“Dindar insanların ve siyasi hareketlerin özgürlükçü olabilmesi olağanüstü önemi haiz bir konu. İslami kimlikli siyasi hareketler demokrat ve özgürlükçü olduklarında, temel insan haklarını evrensel anlamda benimsedikleri ve uyguladıkları takdirde, iktidar geldiklerinde de iyi yönetişimi gerçekleştirmiş olurlar. Bunun örneğini ilk dönemimizde verdik ve dindar insanların devlet yönetimini nasıl rasyonel esaslara göre yönetebildiklerini sergiledik. Bu başarı tüm İslam dünyasına ve hatta İslami hareketlere bir dönem ilham kaynağı oldu. Şimdi Siyasi İslam’ın çöküşü diye çok tartışmalar var.
Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedi.”