Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Rekor kırma konusunda enteresan yöntemler geliştiriyoruz.
Örneğin milyonlarca diplomalı işsizimiz varken, üniversite başvurularında rekor kırıyoruz. Bir milyon öğretmen fazlamız varken, atanma şansı neredeyse sıfır olan branşların kontenjanları azaltılacağına hâlâ artırılıyor!
Doktoralı işsiz olur mu?
Olmaması gerekir.
Dünyanın hiçbir yerinde böylesi bir kavramla karşılaşmamız mümkün değil. Peki nasıl oldu da böylesi bir tablo ile karşı karşıya kaldık?
O kadar çok neden var ki hangi birini sayalım.
Örneğin peynir ekmek gibi dağıtılan akademik unvanlar.
Örneğin işsizlik nedeniyle akademik kariyere yöneliş. Örneğin vakıf üniversitelerinin akademik kariyeri bile kazanç kapısı haline getirmeleri. Örneğin YÖK’ün bu konudaki zikzakları.
Örneğin siyasetin bu konulardaki duyarsızlığı.
Örneğin hâlâ dinmek bilmeyen diploma aşkımız.
Ve en önemlisi de plansızlık, programsızlık, vurdumduymazlık…
Profesör?
Profesörlük unvanı, gelişmiş ülkelerde sadece görev yapılan üniversitelerde kullanılır. Birinde aldığınız unvanı, diğer üniversitelerde ve başka yerlerde kullanamazsınız ama bizde sokaklardaki işyeri tabelalarında ve en olmayacak yerlerde profesör unvanından geçilmiyor.
Ücretlere gelince, ne öğretmenlerimiz ne de araştırma görevlisinden profesörüne öğretim elemanlarımız, hak ettikleri maaşı alamadıkları gibi hak ettikleri saygıyı da göremiyorlar. Ücretli öğretmenlerimize verilen maddi ve manevi değer ise asla kabul edilemez bir noktada. Oysa onlar geleceğin mimarları ve her şeyin en iyisini fazlasıyla hak ediyorlar. Hak etmeyenler söz konusu ise onları o mesleğe almaya da, tutmaya da hiç kimsenin hakkı olmamalı!