Medyadan uzaklaştırıldıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki akademik kariyerine devam eden ve bir süre Birgün Gazetesi’nde yazan Nuray Mert; zaman zaman T24’te yayımlanan makaleleriyle kendisini hatırlatıyor. En son Kürt siyasal hareketine yönelik yazdığı yazıyla tartışma yaratan Mert ile evinde bir araya geldik ve olan biteni konuştuk.
Basın özgürlüğünün kısıtlanıyor olmasını insanlar artık ayyuka çıktıktan sonra fark ettiler.
Başbakanın size meydanlarda hakaret ettiği noktadan birkaç yıl içinde tapelerden anladığımız üzere, rejilere müdahale edilen bir aşamaya geldik. Nasıl yorumluyorsunuz?
Geldiğimiz yer çok kolay hazmedilecek bir yer değil, ama meydanlarda bana hakaret edildiği zaman da medya özgür değildi. Basın özgürlüğünün kısıtlanıyor olmasını insanlar artık ayyuka çıktıktan sonra fark ettiler.
Basın köşe yazarlarından ve ana medyadan ibaret değil. Üstelik bu iktidara gelene kadar basın özgür müydü diye bir sorunumuz var.
Basın her zaman böyleydi ama daha önce güç tek elde toplanmadığı bir nevi tek parti iktidarına geçilmediği için fark edilmiyordu. Çünkü vesayet, Türk siyasal hareketinin başından itibaren bir gölge olarak hep var oldu.
Demokrasi bir şeye bel bağlayarak ulaşılabilecek bir şey değil. AKP’nin iktidara gelmesi önemli bir demokrasi başarısıydı, yani hakkın yerini bulmasıydı.
Demokratikleşme konusunda neredeyse pek çok kesimin bel bağladığı bir hükümetten bahsediyoruz. Ama siz ‘tek parti iktidarı’ diyorsunuz. Buraya nasıl gelindi?
Onu bel bağlayanlara soracaksınız. Demokrasi bir şeye bel bağlayarak ulaşılabilecek bir şey değil. Bizdeki sorunlu alan burası.
Türkiye’de demokratikleşme öteden beri, sadece bizim mücadelesini yapmak durumunda olduğumuz bir şey değil, bir şekilde bize bahşedilecek, eşik atlanacak bir hedefmiş gibi gösteriliyor. Daha önce AB için de aynı şeyler yapılmıyor muydu?
Bana sorarsanız; AKP’nin iktidara gelmesi önemli bir demokrasi başarısıydı, yani hakkın yerini bulmasıydı. Katı laikçi sistem, Türkiye’nin normalleşmesinin önündeki engellerden biriydi ve bunun dönüşmesi gerekiyordu. Çok önemli bir toplumsal dinamik, AKP’yi hakkıyla iktidara getirdi. Bu çok önemli bir haksızlığın giderilmesiydi ve bir toplumsal zaferdi.
2010’da otoriterleşme adımları yoğunlaşmasına rağmen, o zaman bile AKP’nin yaptıklarında boncuk bulma, kendini kandırma emareleri devam etti. Bu bir körlük, bir demokrasi zaafıydı
Bu toplumsal zaferin sonuçları ne oldu?
Mevcut statükoya kendi nedenleri, itirazı olduğu için AKP bir alan açtı. Birçok insan belki bu manada AKP iktidarını demokratikleştirici bir umut olarak gördü, bunda yadırganacak bir şey yok.
Yadırganacak şey ne biliyor musunuz? AKP, bir sağ muhafazakar parti ve mevcut statükoyla birinci derdi laiklikti. Ancak bunda ne Türkiye İslamcılaşıyor diye paranoyaya kapılmaya ne de Türkiye’nin tamamını demokratikleştirecek diye hayale kapılmaya gerek vardı. Mesele AKP’ye her konuda toptan vekalet vermekti. Benim bir sürü siyaset gözlemcisiyle anlaşamadığım nokta burasıydı.
O yüzden ben 2009 yılında ‘sivil istibdad’ dediğim için kıyamet koptu. Diyordum ki, askeri vesayet gidiyor ama zannedilmesin ki yerini hemen demokrasiye bırakır; tam tersine ben bir sivil vesayete gidişin izlerini görüyorum.
Yaşadığımız bir rejim krizi ve kartopu şeklinde büyüyor.
Gelinen aşamada yanılmadığınızı görmek mümkün zaten…
O aşamada daha fazla insan, daha fazla çevre otoriterleştirmeye karşı bir fren oluşturabilseydi yanılabilirdim. Zaten kim kötü öngörüsünün çıkmasını ister ki?
Zamanında bu sorgulama yapılsaydı, iktidar da bu yönde doludizgin gidemezdi. Hiçbir şey yokmuş gibi davranılırsa, öngörü çıkar tabii. Geçmiş olsun artık yeni bir aşamadayız. Belirtiler çok açık olmasına ve 2010’da otoriterleşme adımları yoğunlaşmasına rağmen, o zaman bile AKP’nin yaptıklarında boncuk bulma, kendini kandırma emareleri devam etti. Bu bir körlük, bir demokrasi zaafıydı. Şu anda yaşadığımız ise, normal bir kriz değil.
Nasıl bir kriz?
Yaşadığımız bir rejim krizi ve kartopu şeklinde büyüyor. Türkiye’nin siyasal rejimi sürekli krizlerle karşıya. Daha önce darbelerle yaşadığımız şeyi, bu kez sivil siyasetin kriziyle yaşıyoruz.
Sivil siyaset bir türlü kurumsallaşamadı.
Daha önceki krizler, çok farklı güçlerin çekişmesi sonucu yaşanırdı. Şimdi aynı taraftan iki anlayış, cCmaat ile AKP’nin çatışması bir kiriz doğurdu. Neden?
Çünkü asker gölgesi ve kontrol mekanizması kalktı. Şimdi kontrolsüz bir kavgaya tanık oluyoruz.
Daha öncekilerde kendisini rejimin güvencesi sayan güçler krizleri bir şekilde kontrol ederdi. Bunlardan birine iyi demek birine kötü demek mümkün değil. O yüzden Cumhuriyet’in en başına dönüp oradan bakmak lazım.
90 sene modern zamanlar için hem uzun bir zaman hem de kısa bir zaman. 90 yıldır normalleşemeyen veya bir tür istikrar bulamayan bir sistemden bahsediyoruz.
Bir ülkede merkez sağ ve merkez solun bu kadar tabela değiştirmesi size normal geliyor mu? Bunun sebebi sadece darbelerdir denilemez, sivil siyaset bir türlü kurumsallaşamadı. Doğrudan darbe olmayan durumda da mesela ANAP devam edemedi. Bir memlekette merkez sağ niye yok olur? Halbuki 80 darbesinden sonra merkez sağın önü açıktı.
Tek parti gücü ele geçirince yargısı, margısı her şeyi dağıttı.
Kurumsallaşamanın sonuçları neler?
Sonuç: Tek parti gücü ele geçirince yargısı, margısı her şeyi dağıttı.
Şu aralar çok geçmişle ilgili yüzleşme üzerine bir atak var ama geçmişle yüzleşme sadece tabu olmuş konuları konuşmak değildir. Yakın tarihimizle de yüzleşmeliyiz.
Demokrasi dediğimiz şey nasıl bir seyir izledi ki, biz bugün kaybolmuş, yıkılmış, birdenbire havaya uçmuş bir şeyden bahsediyoruz? Özellikle böyle kriz dönemlerinde filmi geri sarmak zorundayız.
Mesela ben Özal’ın siyasi yasaklar kalkmasın diye yaptığı mitingleri hatırlarım. Türkiye’de büyük bir yanılsama üzerinde oturmaya devam ederek bugünü değerlendirmek mümkün değil.
Bu Erdoğan’ın şahsından da bağımsız bir şey. Kısa vadeli şeylere odaklandığımızda büyük resmi unutuyoruz.