
MURAT SEVİNÇ
Cumhuriyet’in 100’üncü yılı, 2023 Türkiye’sinde halkın bütününü ilgilendiren bir ‘gün’ nasıl kutlanabilirse o şekilde kutlanıyor. Açıkçası, pek kutlanmıyor. Halkı birlikte mutlu eden bir gün, bir olay, bir olgu, bir değer kalmadığı için.
Bunu görmek marifet değil, buna mukabil kabullenmek güç. Bir yerlerde bir sorun var demek ki. On yıllar boyunca muhtelif hatalar yapıldı, yaşamsal sorunlar halının altına süpürüldü, o halının üzerine ağır eşyalar yerleştirildi.
Sonunda, Cumhuriyet 100’üncü yılına ‘laik Cumhuriyet’ idealini benimsemeyen bir siyasal ideolojinin milyonlarca yurttaşı soluksuz bırakmış iktidarıyla giriyor.
Bir anayasacıya ‘Cumhuriyet nedir?‘ diye sorarsanız vereceği yanıt son derece basit olur: Devlet başkanının soy esasına göre değil, seçimle belirlendiği devlet biçimi. Bir başka deyişle, monarşi olmayan devlet. Hepsi bu. Cumhuriyet’in ne demokrasiyle, ne hukuk devletiyle, ne laiklik ya da diğer ilkelerle ‘kavramsal düzeyde’ bir ilişkisi var. Bir cumhuriyet ceberut, bir krallık demokrasi olabilir. Nitekim Batı ‘demokrasileri’ içinde çok sayıda ‘monarşi’ var.
Ancak, ‘Cumhuriyet nedir?’ sorusunu tarihsel bağlamı içinde ele alır ve Cumhuriyet’i bir siyasal rejimin ismi olarak değerlendirirseniz, iş değişir. Her toprağın tarihsel birikimi, oradaki devlet biçimi ile siyasal rejim arasında kurulan bağın niteliğini belirler. Türkiye’de cumhuriyet kavramı yalnızca devlet biçimini anlatmaz; Cumhuriyet, bir asırlık gelişme sürecinde kendisine yârenlik etmiş diğer niteliklerle birlikte düşünülür. Demokrasi, laiklik, hukuka bağlılık, sosyallik, insan hakları… İlkeler içinde en hayatî olanı laiklik.
Türkiye Cumhuriyeti ancak ‘laik’ olursa varlığını sürdürebilir, laiklik harcındadır. Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti için ‘olmazsa olmaz’ bir tercihtir. Büyük ölçüde teokratik bir imparatorluktan Cumhuriyet’e geçiş, yalnızca monarşiye (saltanat) karşı değil, teokrasiye (hilafet) karşı da verilen mücadelenin sonucuydu. Bülent Ecevit’in zamanında dile getirdiği, “Laiklik Cumhuriyet’in Aşil topuğudur” tespiti doğrudur; Cumhuriyet ancak oradan vurulursa ölür.
Laiklik (dilerseniz sekülerlik deyin), demokrasinin vazgeçilmez koşulu. Dünya üzerinde laik (dilerseniz, burada da seküler diyebilirsiniz) olmayan bir demokrasi yok. Laiklik demokrasinin varlık koşulu. Bir ülke yeryüzünde imal edilmiş kurallarına göre mi yönetilecek, yoksa ilahî hükümlere göre mi, konunun özü bu. Toplumsal ilişkilerde ve toplum devlet ilişkisinde hangi ‘emirler’ belirleyici/hâkim olacak? Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar bu soruya ‘millet’ yanıtını verdi. Fransızlar gibi. Hâkimiyet milletindir, ezcümle, egemenliğin kaynağı yeryüzü kurallarıdır. Söz konusu tercih aşamalı biçimde 1937’de ‘anayasa hükmü’ haline getirildi.
Cumhuriyet’in laiklik siyaseti, Cumhuriyet’in kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplum ve devlet nezdindeki tarihsel-güncel işlevi, özellikle 90’larda laiklik ilkesinin kaba saba ve anti-demokratik yorumu, AKP döneminde çubuğun tam ters yönde bükülmesiyle laiklik ilkesinin neredeyse yok edilmesi vb. bildik gelişmeler.
İki şeyi hatırdan çıkaramamak çok önemli; ilki, evet, laik olmayan bir demokrasi yok. İkincisi, her ilkeyi olduğu gibi laikliği de doğru dürüst yorumlarsanız, demokratik sonuçlar verir; dolayısıyla laikliğin başına ‘özgürlükçü’ gibi bir sözcük eklemek gereksiz. ‘Tatlı yaş pasta’ demiyoruz, çünkü yaş pastanın tatlı olması beklenir; inatla tuz eklemek istenirse, bunda pastanın bir günahı yok.
Cumhuriyet’in diğer ilkeleri, ancak laiklik sayesinde var olabilir. Demokratik bir siyasal sistem için laiklik tek başına yeterli değil, buna mukabil, önkoşul.
Türkiye Cumhuriyeti 100’üncü yaşına, temel anayasal ilkelerin demokratik yorumundan mahrum giriyor. Bu durumda, laik ve demokratik vasıflarını neredeyse yitirmiş bir Cumhuriyet’te, ‘kutlanan’ nedir? 100 yıl önce bir devlet biçimini kabul edişimizi mi, yoksa o devletin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletine sadık niteliklerini mi kutluyoruz? Kutlanan, Süleyman Demirel’in sevdiği ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti ‘devleti’ mi, yoksa Cumhuriyet’in ‘cumhurî’ yanı mı? Cumhuriyet, cumhuru, halkı, kamuyu hoşnut etti mi? Cumhurî, yani kamusal insanı, yurttaşı yaratabildi mi? Bando mızıka, bayraklar, fener alayları… güzel de, hakikaten, kutladığımız nedir, Cumhuriyet’in nesidir?
Kavramın ‘cumhur’ faslının halini, kalkınmışlığını mutluluğunu, kamusal ve eşit yurttaş olup olmadığını gözardı eden Cumhuriyet’in vardığı yer ortada… Kutlamamak için kırk takla atanlar, ısrarla ve haklı olarak kutlamak isteyenler, ruhsuz ve zamansız marş yazma trajedisi, Cumhuriyet’in laik ve demokratik niteliklerini zerrece umursamayan büyük sermayenin mahcubiyet verici kutlama filmleri, ulusal değerleri ırkçılıklarına kalkan yapmaya çabalayan şarlatanlar, bolca hamaset… Hiçbir cilanın örtemeyeceği somut gerçeğimiz, anayasası askıya alınmış bir ülkenin, kamusal-eşit yurttaş olamamış mutsuz ve yoksul halkı.
Toplumsal kesimlerin, farklı kimliklerin, aidiyetlerin, tabakaların, hayata olduğu gibi Cumhuriyet’e bakışı da başka olur. Bir Türk ile Kürt’ün, bir Alevi ile Sünni’nin, kadın ile erkeğin, sömüren ile sömürülenin, yargılayan ile yargılananın, buyuran ile buyurulanın Cumhuriyet’i bir değil. Asgarî toplumsal müşterek, ancak kavramın ‘cumhur’ kısmına vurguyla ve birbirinin derdinden habersiz/umursamaz ahalinin ‘yurttaş’a dönüşmesiyle bulunabilir. Cumhuriyet’i devlet değil, cumhur koruyabilir, onu ancak cumhur sahiplenebilir. Eşit haklara, fırsat eşitliğine sahip bir halk. Lafzen yaşam hakkına değil, insanca yaşam hakkına sahip bir halk. İkinci yüzyılda özen gösterilmesi ve güçlendirilmesi gereken yer orası, Cumhuriyet’in ‘cumhurî’ niteliği. Eğer ‘payidar’ kalsın istiyorsak.
1918 yılından Türkiye Cumhuriyeti’ne hiç kolay varılmadı, kıymetini bilmeli. Yüz yıl boyunca iyi ve kötü günler oldu, Cumhuriyet bütün çocuklarına aynı muameleyi yapmadı, hal böyleyken, hoşnut olmayanları da anlamalı. Cumhuriyet, cumhurun sesini duymalı.
Yaşasın Cumhuriyet.
Ya da
demokratik, eşitlikçi ve laik Cumhuriyet, yaşasın.