• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

10 Ekim, Cenazesine Sövülenler Garı…

02/08/2016 23:48

 

 

murat sevinc kelleMURAT SEVİNÇ

Bir sorunu nasıl tanımlarsanız, çözüm öneriniz de ona uygun olur. Ayrıca tanımınız ve sunduğunuz çözümler, sizin kim olduğunuzu sergiler.

15 Temmuz gecesi silahlı zorbaların gerçekleştirdiği katliamlar öncesinde, Türkiye’de ağır hukuk ihlalleri yaşanıyordu. Eleştirenler, karşı çıkanlar ‘ihanet’le suçlanıyordu. Hakaretlere maruz kalıyordu. Peki, şimdi ne oluyor?


İşi bilen herkes bir kez daha haklı çıktı

İki önceki yazıda bu koşullarda OHAL ilanının mümkün olduğuna dair bir iki satır karalamıştım. Başkaları da yazdı. Ve bu işi bilen herkes, aynı zamanda OHAL KHK’lerinin risklerine de dikkat çekti. Ardından öyle KHK’ler çıkarıldı ki, o ‘herkes’ bir kez daha haklı çıktı endişelerinde.

OHAL KHK’si, adı üzerinde, ‘OHAL’le ilgili ve ‘OHAL süresi’yle bağlı olarak çıkarılabilir. OHAL’i ilgilendirmeyen konularda ve ilan edilen sürenin sonrasında etkili olacak hükümler yaratılamayacağı gibi, OHAL KHK’leri ile ‘kanunlar’da değişiklik yapılamaz. Bunları söyleyen ben değilim, Anayasa Mahkemesi! Türkiye’de iliklerine kadar iktidar yanlısı bir hukukçu da şu ölçüde somut bir ‘kuralın/gerçeğin’ tersini iddia edemez. Ders kitabına yazamaz. Öğrencisine anlatamaz.

Buna mukabil şimdi de “Böyle KHK mi olur, başta hukuk devleti olmak üzere temel ilkeler yok ediliyor”, diyenler yine hakarete uğruyor, hedef gösteriliyor, iktidara dalkavukluk etmeye yeminliler tarafından. Oysa en ufak kuşkunuz olmasın, bu KHK’lerle yapılanların zararını, bir süre sonra görecek Türkiye. Yazık değil mi? Böyle göz göre göre. Yine mi “Kandırıldık” diyecek, kandırılmaya doyamayan yazarlar, çizerler, televizyoncular, müteahhitler. Allah aşkına bu nasıl bir ülke ki nüfusunun azımsanmayacak bir kısmı ‘mümeyyiz’ değil!

Yiğidi öldür hakkını yeme

Ama yiğidi öldür hakkını yeme, ana muhalefet partisi lideri ‘serzeniş’te bulundu. Yüz küsur yıllık köklü kurumlar iki üç günde ve bir iki kişinin kararıyla, kararnamelerle hallaç pamuğu gibi atılırken, “Bize danışmıyorlar” deyiverdi. “Binali Bey’in bizi araması gerekirdi” diye de ekledi. Ana muhalefet partisi lideri. La havle…

Allah bir memlekete başka elem vermesin

Hayli yıllar önce, Süleyman Demirel cumhurbaşkanıyken, bizim Cebeci Yerleşkesi’nin bir salonunda ‘hükümet sistemleri’ üzerine toplantı düzenlenmişti. Ben de mesleki deformasyon nedeniyle cumartesi sabahın köründe kalkıp gitmiştim. Kırk elli kişi ya var ya yok. Baktım ki dinleyicilerden biri Demirel. Parlamenterler Birliği’nden de birileri vardı. Bir iki eski vekilin, 80’ine merdiven dayamışken nasıl hala Demirel’e yaranmaya çalıştığını hatırlıyorum. Zavallı adamlar. Hatta içlerinden biri aşka gelip yerinden fırlamış ve Demirel’i başkan olarak görmek istediğini ‘haykırmıştı’ salona. Yani ‘haykırarak göze girme’ eğilimi eski hastalık Türkiye’de!

Toplantıdaki akademisyenler, başkaca konular yanında Türkiye için parlamenter sistemin uygun olduğunu anlatmıştı. Tarih hocamız Taner Timur’un, konuşmasının bir yerinde siyasal ve askeri ‘karar alma süreçleri’ konusunda söylediklerini hatırlıyorum. Ezcümle, ‘Askeri karar dediğiniz de siyasal bir karardır’ anlamına gelen bir iki cümle.

Özellikle Taner hocanın konuşması Demirel’in canını sıkmıştı. Sabahtan akşama dek not tuttuktan sonra son konuşmayı yaptı. Kırk yıldır olduğu gibi, sanki orada o kadar insan saatlerdir hiçbir şey söylememiş gibi, askeri çözümleri ve başkanlık sisteminin nimetlerini anlatıp bunamanın eşiğindeki emekli vekillerden dehşetli bir alkış aldı, el sallayıp veda etti! Toplantıdan yıllar sonra, yine kendi aklından başkasınınkini beğenmeyenlerce yönetilirken, Türkiye’de TSK’nin yapısı, askeri çözümler ve başkanlık sistemini konuşuyoruz. Allah bir memlekete başka elem vermesin…

Demirel’i asıl sinirlendiren askeri/siyasi çözüm ayrımına dair ifadelerdi. Malumunuz, Türkiye’de işin içine askeri konular girdiğinde sanki siyasetten bağımsızmış muamelesi yapılır. Tabii bildik gerekçelerle. TSK faaliyetlerini ‘tartışmasız’ kılmak ve muhalifler üzerinde ‘gerekli’ baskıyı kurabilmek için. TSK faaliyetleri ne kadar tartışılmaz olursa, o kadar iyi ve yararlıdır!

30 küsur yıldır ‘dokunulmazlık zırhı’nın kumaşı Kürt sorunuyla dokunuyor. Oysa daha geçen ay, ‘Şehirleri dümdüz ettiler ve sivil ölümleri söz konusu’ eleştirisine maruz kalıp havuz soytarıları tarafından her zaman olduğu gibi kahraman ilan edilen kimi rütbelilerin emriyle bu kez TBMM bombalandı, sokaklarda siviller katledildi. Gözlerini kırpmadılar…

Kürt’e sövmek, hayli kâr getiren bir iş

Gelelim yazının başlığına.

Yalnızca 10 ay önce Ankara’da, Gar Meydanı’nda, barış mitingi için toplanan insanların ortasında patladı bombalar. 100’ün üzerinde insan paramparça edildi. Onlarca yaralı, sakat.

Suruç’ta toplanan gençler parçalandı.

Şu devleti yönetenlerden biri bile, acıyı hafifletecek, insancıl ve içten bir açıklama yapmadı, yapamadı, dilleri varmadı. Katledilenlerin cenazeleri, saygı duruşlarında yuhalandı. Kimlerdi bu acımasızlığın sorumlusu?

Suruç’ta ve Gar’da katledilen güzelim insanlara içten bir rahmet dilemeyi dahi zül gören dünya görüşüne sahip olanlar değil miydi, Cemaat’in TV kanallarında Kürtleri küçük düşüren dizileri ‘severek’ izleyenler? Hatırlar mısınız? Hiç girmeyelim mi bu konulara yoksa?

Darbe girişimi sonrası salalar eşliğinde sokağa çıkan bir grup Gar’ın önündeki küçücük ‘anma noktası’nı tahrip etti. Birkaç metre karelik alana dahi tahammül edemeyerek. Sonrasında tepki gösteren insanlara, çevik kuvvet müdahale etti. Herhalde hem o çevikler hem de anıta saldıranlar, o akşam demokrasi nöbetindeydi, ellerinde bayraklarla…

Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Alevilerin talepleri, Türkiye’de turnusol işlevi görür. Başta ırkçılar olmak üzere her ideolojinin zorbası bilir ki Kürt’ü (ve tabii sosyalisti) hedef aldığın sürece yılan bile dokunmaz! O sorun sürdüğü müddetçe, en niteliksiz adam prestij sahibidir. En çok söven gazeteciler okunur. En çok bağıran parti liderleri üç beş oy alır. Beş para etmez uzmanlar TV ekranlarını doldurur. Bolca silah alımı yapılır. Yerli ve milli silah sanayi gelişir! Bu arada yoksul çocuklar canlarını kaybeder. Eh olur o kadar!

Anlayacağınız Kürt’e sövmek, hayli kâr getiren bir iş. Oysa kıyafetini beğenmeyip gariban bir Kürt işçiye Atatürk büstü öptüren, köprüde sivil halka top namlusu doğrultan, cenaze yuhalayan ve bugün vatan hainleri mezarlığı yapmaktan söz edebilen zihniyet, aynı…

Taptaze gerilim kaynakları

Sosyaliste, Kürt’e, Alevi’ye, aslında ‘kendinden olmayan’a rahmet dilemeyi olsun çok görenler, Boğaziçi Köprüsü’nün adını değiştirdiler aceleyle. ‘Üç harfliler uzmanı’ belediye başkanı da Kızılay’ın adını değiştirecekmiş…

Peki, köprüde katledilen sivil halk, Türkiye’yi uçurumun kıyısına getiren tüm arazlarımızın dışavurumu olan böyle bir ‘uygulama’yı hak ediyor mu? Ya da, ‘can verenlerin hak ettiği bu mu?’

O köprüye, katledilenlerin anısına bir anıt dikilebilir, gelen geçenler insanca yaşamın, demokrasinin, özgürlüğün değerini bir kez daha anlasın diye. Pek çok şey yapılabilir. Neden en tuhaf iş yapılıp 40 küsur yıllık isim değiştirilir? Olup biten, zaten şu yaşadıklarımız için elverişli siyasal kültürü yaratan ideolojilerden besleniyor olmanın sonucu değil mi? Böyle yaparak, katledilen insanların anısına haksızlık edilmiyor mu? Emin olun şimdi de bir kesim yurttaş “Vay efendim köprüye neden Boğaz Köprüsü dedin?” diye düşer birbirine. Yeni, taptaze gerilim kaynakları! Yazık günah…

Oysa bütün mesele, köprüde, Gezi eylemeleri esnasında olduğu gibi Kızılay ya da Eskişehir’de, Ankara Garı’nda, Suruç’taki insanların, ‘katledilmiş olması’, ‘insan olması’, ‘yurttaş olması’ değil mi?

Pes, hakikaten pes…

Bugün öldürülmüş ya da yakalanmış darbecilerin ailelerine, sevenlerine dünyayı dar eden acımasızlığı alkışlayan kendini bilmezlik, üç yıl önce berbat yargılamalarla mahkûm edilenlere yöneliyordu. Yarın bir gün, bir başkasını hedef alacak. “Cemaat kadrolaşıyor” denildiğinde saçma sapan tepkiler veren muktedir dil, şimdi “Bunlara öyle bir ceza vereceğiz ki, keşke geberip gitseydik diyecekler… insan yüzü görmeyecek, insan sesi duymayacaklar… 1.5- 2 metrekarelik yerlerde lağım fareleri gibi ölecekler” buyuruyor. Ulusal ve uluslararası hukuk tarafından mutlak biçimde yasaklanmış ‘işkence ve kötü muamele’ özlemini, ballandıra ballandıra açığa vuruyor…

Tutmuş idam cezasını getirmekten söz ediyorlar. Eğer o ceza olsaydı, bugün yeniden ataması yapılan kimi askerler iki yıl önce idam edilmişti. Bırakın insan haklarını, insanlık dışılığı şunu bunu. İdam cezasının ‘geri dönülemez niteliği’ tek başına ret gerekçesi olmalı. Eğer idam daha erken kaldırılmış olsaydı, 27 Mayıs sonrası darbe mahkemeleri tarafından yargılanıp asılan Menderes, Polatkan ve Zorlu, yataklarında ölecekti. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Erdal Eren ve daha niceleri yaşıyordu. Şu kadarını da mı düşünmez insan. Pes, hakikaten pes…

İnsan gibi yaşayacağımız bir gelecek inşa edilecekse…

Yönetenler, ‘Bakalım hangimizin sözcükleri daha acımasız ve şehvetli?’ yarışına girişmişken, beri yanda Türkan Elçi, “Eşimin katilini gözaltına alırsanız sakın işkence yapmayın” diyor…

Balyoz’da yargılanan, üç yıl çoluk çocuğundan ayrı kalıp sonunda mahkûm olan, sevdiğim saydığım bir insanla telefonlaştım geçen hafta. ‘Bu deliller sahte’ iddiası dahi ciddiye alınıp incelenmeyen biri. Ne hissettiğini sordum. “Bize ve ailelerimize yapılan, bu insanların ailesine yapılmamalı, böyle insanlar olmamalıyız” dedi. Hiç duraksamadan. İşte bu kadar basit. Bu sözlerin sahibi gibi olmak, Türkan Elçi gibi olmak. Dürüstlük, ilkelilik ve insancıllık…

İnsan gibi yaşayacağımız bir gelecek inşa edilecekse herhalde bunun yolu ne solcu ya da Kürt cenazesine sövmek ne de zorbaların tankı tüfeği karşısında can veren insanları diğerlerinden ayırmak. Köprü meydan isimlerini değiştirdiğinizde, aslında bir şey değiştirmiyorsunuz. Başta bıktırıcı ve ürkütücü kibriniz olmak üzere, başka bir şeylerin değişmesi gerekiyor…

Film önerisi: İdam cezasıyla ilgili, henüz izlemeyenlere Krzysztof Kieslowski’nin ‘A Short Film About Killing’ (Öldürme Hakkında Kısa Bir Film) adlı eserini öneririm. Bu büyük yapıt, konu hakkında katı olanlarda belki bir kafa karışıklığı yaratır. İnternette var ancak hangisi yasal hangisi yasa dışı anlayamadığım için buraya ekleyemiyorum.

Yazı önerisi: OHAL KHK’leri ile ilgili Cem Eroğul’un zihin açıcı ve öğretici makalesini öneririm. Özellikle hukukçulara ve hukuk öğrencilerine.

Kategori:Agora

Tüm yazılar: Murat Sevinç

SON HABERLER

İBB soruşturmasında bir gözaltı daha

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) odaklı yolsuzluk soruşturmasında tutuklanan Fatih Keleş’in kardeşi Zafer Keleş gözaltına alındı.

Milli tekvandocular Bulgaristan'da dokuz madalya kazandı

Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da düzenlenen 10’uncu WT Başkanlık Kupası’nda Türk tekvandocular, dokuz madalya kazandı.

Mansur Yavaş'tan gençlere: Önünüzde duran engelleri hep birlikte kaldıracağız

Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, 9 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutladı.

Melodili yol: Asfaltta Türk marşı duyulacak

Ankara’da ‘melodili yol’ uygulaması başladı. Türkiye’de ilk olan uygulamayla, sabit hızda seyreden araçlarda Mozart’ın Türk Marşı bestesi duyulacak.

Bursa'da polis aracı direğe çarparak devrildi: İkisi polis, beş yaralı

Bursa’nın Osmangazi ilçesinde polis aracı aydınlatma direğine çarparak devrildi. İkisi polis beş kişi yaralandı.

AKP, Gülen ve Batı: Bulmacanın kritik parçası hep eksik
Türkiye'nin sürüklendiği korkunç açmaz

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 757 gündür hapiste

YAZARLAR

Elinden çıkanı kulağın duysun

Mustafa Dağıstanlı

Ali Özgentürk için: Böyle mi olmalıydı!

Ayhan Tinin

Çocuk, sınırsızlıkta değil, sınırda büyür

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Yazalım da ne yazalım nasıl yazalım!

Murat Sevinç

Senyör Amicis'in gazına geldim 

Behzat Şahin

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

Yeşil zeytini neden yemedin Sait?

Ayhan Tinin

GÜNÜN 11’İ

Şükrü Hatun: Sokaklarda şişmanlık taramasının iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum

Aziz Çelik: Genç istihdamı ve genç işsizliğine ilişkin tablo giderek vahim bir hâl almaya başlıyor

İpek Özbey: Ülkenin geleceğinin emanet edildiği gençler hangi sorunlarla mücadele ediyor?

Müjdat Gezen: Sakın bu şarkıyı yasaklamasınlar?

Orhan Bursalı: Yaşasın 19 Mayıs, yaşasın gençlik

İbrahim Kahveci: Görüntüde büyüyoruz ama gerçekte fakirleşiyor

Abdulkadir Selvi: 'Bir oy CHP'ye, bir oy HDP'ye' derken PKK'nın Lozan'la ilgili değerlendirmelerinden haberiniz yok muydu?

Murat Muratoğlu: Türkiye'de enflasyonun asıl dümeni siyaset rüzgarıyla döner

Deniz Zeyrek: 500 milyon liralık bu kamu zararının hesabı sorulmayacak mı?

Saygı Öztürk: 'PKK'nın silah bırakması' tartışmaları

Erdal Sağlam: 19 Mart krizinin ekonomide yarattığı tahribatın etkisi devam ediyor

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×