METE ÇUBUKÇU
Fransa’da Charlie Hebdo Dergisi katliamını gerçekleştirenlerin Yemen El Kaidesi adına hareket ettiklerinin ortaya çıkması, bir tanesinin geçen yaz Suriye’de bulunduğu iddiası, tekfirci anlayışın yayılması ve bu anlayışla mücadele konusunu bir kez daha gündeme getirdi.
Hiçbir coğrafyadan uzak değiller
Cihatçı akımların uluslararası (enternasyonalist değil) dolaşıma girmesinin tarihi Afganistan savaşına, yani yaklaşık 35 yıl öncesine dayanıyor. O tarihten itibaren dünyanın belli bölgelerinde gezdiklerini ve savaşlara katıldıklarını biliyoruz. Bosna, Çeçenistan, Cezayir, Irak, Suriye ve şimdi Türkiye dahil Ortadoğu’daki birçok ülkede ve Avrupa’da bu cihatçılar dolaşmakta, yaşamakta.
Bu kişiler savaşa ara verdiklerinde genelde kendi ülkelerine dönerek yaşamlarını oralarda sürdürüyor, bir sonraki sefere kadar yaşıyor, gerektiğinde içeride de harekete geçebiliyorlar. Fransa’daki Faslı kardeşler gibi. Yani hiçbir coğrafyadan uzak değiller artık.
Hem Ladin’in kurduğu örgüt hem de değil
Ancak iş öyle bir noktaya ulaştı ki Fransa’daki katliam, tekfirci anlayış arasındaki rekabeti, aynı zamanda dayanışmayı da ortaya çıkardı.
El Kaide stratejik olarak sarsıcı, ses getiren, korku salan, belli bir bölgede egemenlik kurmak değil dünyanın farklı bölgelerinde şaşırtıcı eylemlerle kendini varediyor. Tek bir merkeze bağlı olmakla birlikte çok gevşek bir örgütlenme ve daha az iletişim içindeler. Emirleri merkezi yapılanmadan aldıkları gibi, yerel unsurlar inisiyatif de kullanabiliyor. Bu açıdan uluslararası dolaşım ağına daha fazla dahiller.
El Kaide bir kök. 35 yıldır üzerinde büyüyen dallar ise aynı anlayışın stratejik ve taktiksel olarak farklı kolları. Yani El Kaide artık hem Usame Bin Ladin’in kurduğu örgüt hem de değil.
El Kaide anlayışını savunan akımlar artık merkezi bir yapılanmadan bağımsız olarak hareket edebiliyor. Afrika’da Boko Haram gibi toplu katliamlar üzerinden savaş baronlarını görebiliyoruz, ya da Mağrip El Kaidesi gibi daha çok adam kaçırma fidye isteme gibi mafyavari çetecilik faaliyeti gösteren yapılar mevcut. Hepsi El Kaide anlayışına bağlı ama kendi bölgelerindeki yapılara uyarlıyorlar örgütleri. Merkezi değil daha esnek hareket tarzına sahipler.
Durum göründüğünden daha vahim
IŞİD ise merkezi yapıyla ters düşen, kendi başına farklı bir yöne evrilen bir yapı. Geleneksel El Kaide bir bölgeye yerleşmek ve yerleştiği alanda bir yönetim oluşturmak, devletleşmeye çalışmak değil dünyanın farklı yerlerinde ‘düşmanlarına’ darbe vurmayı amaçlar.
Irak Şam İslam Devleti ya da İslam Devleti ise bir alanda var olmak, o alanı yönetmek kural koymak, vergi toplamak, yerleştiği alanı savaşarak büyüterek devletleşme amacı taşıyan bir yapı.
Geleneksel El Kaide’nin lideri Ayman El Zevahiri, IŞİD’in giderek kendilerinden koparak yeni bir yapıya doğru yönelmesine tepkili. Suriye’de El Nusra’yı El Kaide’nin kolu olarak kabul ediyor. IŞİD ise kendisi geleneksel yapıdan koparak yeni bir liderlik oluşturarak merkezi El Kaide’ye, Zevahiri’ye bağlı değil, Bağdadi’ye biat eden bir yapı.
Sadece yabancı savaşçılar değil bulundukları bölgelerde de savaşçı devşiren, yerli katılımlar sağlayan ve son dönemde vahşi metotlarıyla kendinden çok söz ettiren bir yapı. Irak’ın işgaliyle başlayan süreçte El Kaide’den başlayan serüvenin IŞİD olarak devam etmesi cihatçı örgütler arasında liderlik mücadelesini ve rekabeti de beraberinde getirdi.
El Kaide ise Ortadoğu’da birçok ülkede varlığını sürdürüyor. Son eylemi gerçekleştirenler de bunun göstergesi. Yemen El Kaidesi’ne bağlı eylemciler bir süredir sesi çıkmayan geleneksel El Kaide’nin sesini duyurmuş oldular. Yani El Kaide ve IŞİD, bu iki örgüt vahşet üzerinden bir rekabete girmiş gibi görünüyor.
Zevahiri liderliğindeki El Kaide uzun süredir sessizliğini bozarak IŞİD’e kaptırdığı liderlik konumunu yeniden kazanmaya çalışıyor. Ancak çizerleri öldüren kardeşlere destek vermek için market basan eylemcinin IŞİD’e yakın olması bu iki örgüt arasındaki dayanışmayı da gösteriyor. Yani durum göründüğünden daha vahim denilebilir.
Çubuğu biraz kendi coğrafyamıza bükmeliyiz
Yani,
Bu tür tekfirci örgüt ve anlayışların uzun yıllardır Batı’nın uygulamaları sonucunda mümbit alanlar bulduğu ve belli noktalarda Batı’nın uygulamaları sonucu oluşan tepkinin üzerine oturduğu bir vaka. Ama gelinen noktayı tek başına açıklamaktan yoksun artık.
Soruna Doğu-Batı ikilemi üzerinden bakmak zaten çokça eleştirilen oryantalist okuma üzerinden sorunu değerlendirmek olur. Öyleyse Batı’nın müsebbibi olduğu ve yeşertmek için hazırladığı zeminleri, işgal, baskı, toplu katliamlar ve daha sayabileceğimiz onlarca vakayı unutmadan çubuğu biraz kendi coğrafyamıza bükmeliyiz.
Çünkü, ‘kötü batı- mazlum doğu’ ikilemi üzerinden yaşananları açıklamak artık yeterli değildir. Her şeyin müsebbibi olarak Batı’yı görmek, olan biteni ‘Batı komplosu’ olarak değerlendirmek kimseyi temize çıkarmayacağı gibi Doğu’ya, halklara ve halkların iradesine yapılan haksızlıktır.
Bu yaklaşımın oryantalizmden farkı ne?
O vakit her şeyi bir kenara bırakıp seyretmek gerekiyor, çünkü zaten her şeyi planlayan bir batının olduğunu düşünenler var. O zaman bize de oturup seyretmek düşer. Peki halkların iradesi nerede? Bu yaklaşımın oryantalizmden farkı ne?
Bu nedenle IŞİD ve El Kaide eylemlerini haklı çıkaracak maddi temeller üzerinde değil bizzat bu sorunun artık tüm coğrafyayı zehirlediği ve bununla nasıl başa çıkılacağı üzerinden acil tartışmaya ihtiyacımız var. Çünkü maalesef daha yolun başındayız ve birçok tehlike bizleri bekliyor.
Sadece güvenlik tedbiri değil zihni altyapıyı ve IŞİD’e giden yolda döşenen düşünce biçimlerinin normalleşmesine izin vermemek gerekiyor.