UMUT ÖZKIRIMLI
Yazdık.
‘Kürtler geç de olsa tarih sahnesine çıktılar ve hakettiklerini almadan o sahneden inmeyecekler!’ (4 Mayıs 2013)
‘Jeopolitik koşullar değişir, konjonktür buna uygun hale gelir ve Kürtler bağımsız bir ulus-devlet kurmak isterlerse bunun önünde bölgesel hiçbir güç duramaz.’ (11 Mayıs 2013)
‘Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerini milliyetçilik batağına saplanmadan talep etmelerini mi istiyorsunuz? O zaman önce kendi milliyetçiliğinizden vazgeçeceksiniz.’ (25 Mayıs 2013)
Barış sürecini ‘yapıcı bir dille’ eleştirdik.
‘Şu ana kadar fazla sekteye uğramadan yürüyen barış süreci koşulsuz, ‘ama’sız desteklenmeli … Barışı desteklemek bizi sürecin olumlu bir mecrada yürümesi, eksikliklerinin giderilmesi için mücadele etmekten alıkoymuyor. Evet, süreç kırılgan. Ama bu kırılganlık her eleştiriyi “kötü niyetli” olarak algılamamızı, eleştirenleri yaftalamamızı gerektirmiyor.’ (11 Mayıs 2013)
‘Hükümet ise yavaştan alıyor. Kozmetik birkaç adımla kamuoyunu oyalıyor, demokratikleşme adımları içeren ikinci aşamaya geçmeyi erteliyor … Bu noktada barışı gerçekten isteyenlere büyük sorumluluk düşüyor. “Aslında hükümet barışı hiç istemiyordu, Gezi olaylarını da bu yüzden kışkırttı” demek işin kolayı. Yapılması gerekense çok basit. Her koşulda, her fırsatta haykırmak: “Biz barışı istiyoruz, ya siz?”’ (29 Haziran 2013)
Anlamadınız, eleştiri dozunu yükselttik.
‘Dolayısıyla birilerinin iktidar partisine siyasi rant kaygısıyla reformları ertelemenin ya da onlardan tümüyle vazgeçmenin bir seçenek olmadığını hatırlatması gerekiyor. Demokratikleşme paketi ve barış süreci AKP’nin Gezi olayları sonrası derin bir yarılma yaşayan toplumu rahatlatma yolunda tek, belki de son şansı.’ (21 Eylül 2013)
‘AKP barış istiyorsa neden demokratikleşme paketinde Kürt tarafının temel taleplerine yer vermedi? … KCK pakete yönelik olumsuz tepkisine rağmen ateşkesten vazgeçmedi ve sürecin canlanmasına yönelik temel koşulları açıkladı. Kısaltarak hatırlatalım: Kürtlerin kimliğinin anayasal ve yasal güvence altına alınması, demokratik özerkliğin kabulü ve her düzeyde anadilde eğitimin kabul edilmesi. İktidarı, bu taleplerin tümünü hemen yerine getirme imkanı olmasa bile, yapıcı bir diyalog kurmaktan, bu yönde adımlar atmaktan alıkoyan ne? (26 Ekim 2013)
Uyardık, defalarca.
‘Siz dinlemeseniz de tarihe not düşmüş olalım. Toplumu germeye, toplumun sinir uçlarıyla oynamaya devam ediyorsunuz. Önce Aleviler, şimdi Kürtler. Bunun altında kalırsınız. Türkiye bunun altında kalır. Bizden söylemesi.’ (26 Ekim 2013)
‘Geçtiğimiz aylarda açıklanan, Kürt tarafında da ciddi bir hayalkırıklığına yol açan demokratikleşme paketinin bir kırılma noktası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Basit bir nedenle: Bugün artık iktidarın “istese” Kürtler tarafından uzunca bir süredir dile getirilen bazı talepleri yerine getirebilecek güce sahip olduğunu biliyoruz … Bir haftada yüzlerce polisi ve yargı mensubunu görevden alabilen, deyim yerindeyse emniyet ve yargıyı hallaç pamuğu gibi atabilen bir iktidar nasıl olur da Roboski, Lice ve Gewer katliamlarının sorumlularını bulamaz? En önemlisi, bu kadar güçlü bir hükümet neden barış sürecinin geleceğini koruma altına alacak, süreci olası provokasyonlara karşı koruyacak yasal düzenlemeleri yapmaz? … Asıl sorulması gereken soru şu: Kürtler daha ne kadar sabredecek?’ (4 Ocak 2014)
Olmadı, dinletemedik
Elimizden gelen buydu. Yazmak, eleştirmek, uyarmak. Olmadı, dinletemedik. Bugün AKP milletvekili olarak meclis sıralarında oturanlar, iktidara yakın gazete ve televizyonlarda bir zamanlar Emin Çölaşan’lara çalışan ‘minik kuşların’ ellerine tutuşturduğu bilgi notlarıyla ahkam kesenler, Davutoğlu’nun kurduğu üniversite ve düşünce kuruluşlarında dolgun maaşlarla ‘demokratçılık’ oynayanlar, Cumhurbaşkanı ya da Başbakanla iftar açanlar tarafından kimi zaman karamsar, kimi zaman barış karşıtı olmakla suçlandık.
HDP mayası tutunca bizim gibilerle vakit kaybetmeyi bırakıp doğrudan asıl hedefe yöneldiniz. Demirtaş’ı ‘Kemalist sızma’, lideriyle müzakere yaptığınız PKK’yı ‘terörist’ ilan ettiniz. Tutmayınca ‘Kürdü Kürde kırdırmaya’ çalıştınız. Yetmedi, sinir ötesine bulaştınız. Kobani’de, Tel Abyad’da Kürtlerin onuruyla oynadınız.
Bu arada pansumanla durdurulmaya çalışılan kan yeniden akmaya başladı. 6-7 Ekim Olayları, Ağrı, Diyarbakır, Ardahan provokasyonları, seçim sürecinde yaşanan HDP seçim bürolarına yönelik saldırılar. Barış sürecinin bittiğini ilan ettiniz. Ve yüzünüz kızarmadan, Baskın Oran’ın deyimiyle, ‘birey, toplum ve örgüt olarak masaldaki sabır taşı, sabır bıçağı gibi’ sabreden Kürtleri suçladınız. Size uzun süredir ‘Yeter artık, bizi oyalamayın’ diyen Kürtleri.
Kobani’ye yardım götüren 31 genç insan. İnsan!
Ve bağıra bağıra gelen bir katliamda 31 kişi daha hayatını kaybetti. ‘Düştü düşecekken’ bir türlü düşmeyen Kobani’ye yardım götüren 31 genç insan. İnsan! Katliamdan bir gece önce radikal İslamcı bir sitede bu gençleri hedef gösteren Miraç Karaaslan, katliamı koalisyon kurulamamasına bağlayan, ‘HDP’ye oy veren Beyaz Türkler Suruçtaki bomba için ne düşünüyor acaba’ diye tweet atan Cemil Barlas gibi … (uygun kelime bulamadım!) değil. İnsan!
Siz hala HDP’yle uğraşıyor, ‘HDP bu saldırıya gösterdiği tepkiyi Adıyaman’daki saldırı için de göstermelidir’ diye açıklama yaparak ölüleri yarıştırıyorsunuz.
Ülke çoktan bölündü!
O halde son bir kez daha uyaralım. Ülke çoktan bölündü! Devletin güvenliği sağla(ya)madığını gören HDP ‘haklı olarak’ ‘artık halkımız kendi güvenliğini almak durumunda. Tüm il ve ilçe teşkilatlarımız kendi güvenlik tedbirlerini almalıdırlar’ çağrısında bulundu. ‘Teröristlerle’ masaya oturmayan başkanlarından feyz alan tosuncuklar sokakta cirit atıyor. Aleviler CHP şemsiyesi altında kendilerini korumaya çalışıyorlar.
Demem o ki boşuna Suriye’ye müdahale planları yapmayın. Suriye size geldi.