ALPER HASANOĞLU
Bireylerin ‘resilience’ından (ruhsal esneklik ve dayanıklılık) bahsedebiliyorsak, bireylerden oluşan toplumların ‘resilience’ından da bahsedebilir miyiz? En sonda söyleyeceğimizi baştan yazabiliriz; evet.
Ama bir toplumun ‘resilience’ı onu oluşturan bireylerin toplam ‘resilience’ı değil, onların toplamından fazlasıdır.
Ayrıca ‘toplumsal resilience’, ‘bireysel resilience’in güçlenmesini de sağlar. Toplum, ihtiyaçlarını karşılayan kaynakları bireye sunabilirse, onun gelişimine de olumlu katkıda bulunmuş olur. Bu anlamda toplumsal resilience, hem kendisinin varlığını sürdürmesini sağlar hem de kendisini oluşturan bireylerin yaşam kalitelerini, yaşamdan memnuniyetlerini arttırır.
Toplum kabaca, aynı coğrafyada yaşayan ve kendilerini birleştiren ortak değerlere sahip insan topluluğu olarak tanımlanabilir.
Toplumsal ‘resilience’ı da zorluklar ve krizlerle olumlu olarak başa çıkabilme becerisi olarak kabul edebiliriz. Toplum, bütün beceri ve olanaklarını bir sosyal sistem içinde birleştirirse krizlerden fazla etkilenmeden ve hatta güçlenerek çıkar.
Toplumsal ‘resilience’ın var olup olmadığı deprem, tsunami gibi doğal felaketlerde ya da 11 Eylül, Ankara’daki patlama gibi terör olaylarında anlaşılır.
Toplumun nasıl şekillendiği ‘resilience’ gelişimini belirleyen önemli değişkenlerden biridir. Şiddetin çok görüldüğü çevreler davranış bozukluklarının ortaya çıkması için bir risk ortamıdır doğal olarak.
Ama o bölgedeki eğitim kalitesi, olumlu rol modellerin ve destekleyici aile atmosferinin var olup olmaması –toplumsal resilience’ın olup olmadığını- davranış bozukluklarının gelişip gelişmeyeceğini belirler.
‘Resilient toplum özellikleri’ literatürde şöyle tanımlanmaktadır:
Fizik altyapı: Kiraların ödenebilir koşullarda olması, cadde ve yolların iyi bir ağ oluşturması, toplu taşımanın rahat ve kullanışlı olması, serbest kullanıma açık alanların çokluğu ve işlevsel bir iletişim sisteminin varlığı anlaşılır.
Sosyal altyapı: Bu başlık altında toplumun bütün toplumsal kapitali anlaşılmalıdır. Belki de toplumsal resilience için en önemli etken budur. Toplumsal bağlılık resilience gelişiminin en önemli koşuludur.
Toplumun ortak bir amacının olması, bu anlamda ortak bir dil geliştirilebilmiş olması ve iletişim özgürlüğü, kamusal kullanıma açık resmi dernek ve kuruluşların varlığı, güven ve dayanışmaya dayanan komşuluk ilişkileri toplumsal kapitali oluşturur.
Yurttaş haklarıyla ilgili altyapı: Toplumun ortak kararlar alması, ortak sorunlarını çözmesi ve ortak gelecek planları geliştirebilmesi için resmi ve gayrı-resmi ağların varlığı anlaşılmalıdır.
Bunun gerçekleşebilmesi toplum yönetimine dair kurallarının belirlenebilmesine katılım olanaklarının ve bununla ilgili farklı komitelerin varlığı ile mümkündür.
Ekonomik altyapı: Ekonomik yapı ne kadar güçlüyse resilience gelişimi de o kadar olasıdır. Ekonomik yapıdan anlaşılması gereken, yeterli miktarda ve iyi kazandıran iş alanları, toplumsal gelirin eşit dağılımı ve yatırım olanaklarının yeterli olmasıdır.
İnsan gelişimine yönelik altyapı: İnsanların ömür boyu bir şeyler öğrenmelerine olanak sağlayacak kurumların varlığı, gerektiğinde baş vurulacak danışmanların yeterli sayıda olması, boş vakitlerin değerlendirilmesine yönelik aktivitelerin varlığı ve eğitim sistemi anlaşılır.
Sağlık ve iyi-olma (well-being) ile ilgili altyapı: Toplumsal sağlık ve iyilik halinin sağlanması için gerekli kurumların varlığı anlaşılmalıdır.
Tabii ki her toplum kendine özgü olduğu için, bu özelliklerden hangisine ağırlık verilmesi gerektiği de değişkenlik gösterebilir. Ama esas olarak bütün bu etkenler göz önünde bulundurulursa ‘toplumsal resilience’ın gelişme olasılığı yükselir.
Bu konudaki başka çalışmalar, toplumsal iletişim ve haberleşme ağının önemine vurgu yapar. Bunun yanında toplum içinde karşılıklı güvenin de en az yukarıdakiler kadar önemli olduğunu belirtir. Bütün bu özellikler kriz ortaya çıkmadan önce var olmalıdır ki, kriz anında kullanılabilir ve işlevsel durumda olsunlar.
Yine bazı çalışmalar ‘resilient toplumlar’ın ortak hikayelerinin varlığına dikkat çeker. Bireylerin bu hikayeleri birbirlerine benzer şekilde anlatıyor olması önemlidir. Ortak hikaye, ortak dil aidiyet duygusunun gelişmesine olanak sağlar.
Vurgulanan başka bir etken de toplumsal uyum becerisidir. Toplumun yeni, bilinmeyen durumlarda kullanacağı stratejiler geliştirme becerisine sahip olması krizle başa çıkabilmek için önemlidir.
Risklerin farkına varabilmek ve bu riskleri minimize edebilmek için çeşitli toplumsal kuruluşların varlığı bir diğer önemli noktadır.
Bütün çalışmalarda toplumsal yönetimin demokratik olmasının resilience gelişmesi için ön koşul olduğu vurgulanır. Çünkü yukarıda sayılanların tamamı ancak demokrasi varlığında gerçekleştirilebilir.
Mahalle ve küçük yerleşim birimleri için yapılan bir çalışmada aşağıdaki etkenlere vurgu yapılmıştır:
*Birbirine güvenen komşular,
*Birbiriyle iletişim ve ilişki içinde bulunan komşular,
*Kendi evine sahip ve uzun süredir aynı yerde yaşayan mahalle / semt sakinleri,
*Topluluk duygusuna sahip ve birbirine bağlı sakinler,
*Genel iyilik hali için birlikte çalışan ve kendini topluma vakfeden sakinler,
*İnsanların buluşabileceği ve etkileşime geçebileceği kamusal veya kamusal olmayan alanların varlığı.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda ne kadar resilient bir toplum olduğumuza siz karar verebilirsiniz ama ben yine de söyleyeyim. Hiçbir şekilde ‘resilient’ değiliz.
Hiç kimse ötekine güvenmiyor çünkü. Sürekli komplo teorisi üretiyoruz. Kimileri bir göz odada on kişi yaşarken, bazılarının sayısını bile bilmediği kadar çok mülkü var. Eğitim olanakları eşit olarak herkesin yararlanacağı durumda değil. Haber alma özgürlüğü yok.
Fikir ve düşünce özgürlüğü yok. Ortak hikayelerimiz yok. Ortak olan hikayeleri de farklı etnik kimlikler birbirinden oldukça farklı anlatıyor, bu anlamda ortak bir dil yok. Ortak gelecek hayalleri yok. Yani gerçek bir aidiyet duygusu yok.
Seri katil yaratma sevdasına düşmüş bir basın var. Canice üç cinayet işleyen bir sosyopatı milli kahraman ilan etmek üzere olan.
Yakında kendi şehirlerinden olduğu için onunla gurur duyduğunu söyleyen bir valilik açıklaması okursanız sakın Zaytung haberi sanmayın.
Muhammet Ali’nin cenazesinde “Türkiye’ye kin kustu!” diye Hürriyet’in haber sitesinde başlığa çıkarılan haham, “Türkiye Kürtleri öldürmesin.” demiş yalnızca. Bin tık daha fazla almıştır haber, tebrik etmek gerek o editörü.
Toplumsal dayanışma mı diyorsunuz, 99 depremi sırasında yıkıntılar altında kalıp ölmüş insanların elleri kesilerek bilezikleri çalınıyordu. Ankara katliamında sevinenler ve ‘Oh oldu’ diyenler vardı.
Bir başka önemli nokta şu; dikkat ederseniz ‘resilience’ oluşumu için gereken koşullar, aslında bir toplumu toplum yapan özellikler de bir yandan. Geçen haftaki yazımda Türkiye ‘topluluğu’ dememin nedeni de bu.
Biz toplum değil, hasbelkader bir arada bulunan insan topluluğuyuz.
Acı olan, bunun değişeceğine yönelik bir işaretin ufukta gözükmüyor olması.