BURCU KARAKAŞ
brckarakas@gmail.com / @burcuas
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın büyüdüğü sokaklarda, Kasımpaşa’dayım. İstanbul’un hemen her ilçesi gibi, burada da seçim heyecanı yok. İnsanlar işinde gücünde, ekmek derdinde. Sohbetlerimiz sırasında istisnasız bahsi açılan iki mesele var: Ekonomik gidişat ve terör.
‘Yabancı basına konuşmamamız yönünde talimat verildi’
İlk durağım, AKP’nin seçim irtibat bürosu. İçeride biri kadın biri erkek iki görevli oturuyor. İki görevliyle sohbete dalmış bir kadın daha var. Üçü dışında koca mekân ıssız.
Girişte ilgili vatandaşları bekleyen broşürlerün boynu bükük. Büroda ağırlıklı olarak Ahmet Davutoğlu’nun fotoğrafları göze çarpıyor. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin yan yana durduğu kare sayısı yok denecek kadar az.
Beraberimdeki Fransız meslektaşımla görevlilere kendimizi tanıttıktan sonra birer sandalye çekerek seçim çalışmaları hakkında bilgi almak istiyoruz ama heyhat! Görevlilerin yüzleri ansızın endişe dolu soru işaretlerine dönüşüyor. Orada bulunmamızdan rahatsız oldukları her hallerinden belli.
Kadın görevli mırın kırın ederken, erkek olan sebebini şöyle açıklıyor: “Yabancı basına konuşmamamız yönünde talimat verildi.”
Genel bilgi almak istediğimizi, isimlerini yazmadan da konuşabileceğimizi söylememize rağmen Nuh deyip Peygamber demiyorlar. Görevliler, konuşmama gerekçelerini açıklamaya devam ediyor: “Şimdi biz yanlış bir şey söyleriz, söylediğimiz çarpıtılır. Yani partiden korktuğumuzdan değil ama doğru olmaz.”
Böylesi naz aşık usandırır. Biz de illallah ederek dışarı çıkıyoruz.
‘Ekonomi iyi değil de olacak inşallah’
Televizyonda, ‘çalışan kadınlar’a hitap eden Başbakan Ahmet Davutoğlu var. Dükkân sahibi Mustafa ve Metin Kavalcı’nın oyları AKP’ye. Sessizler, biraz ketum davranıyorlar. Terörden yana şikâyet ediyorlar. IŞİD hakkında söz açılmıyor. PKK ile HDP’nin ‘aynı şey’ olduğunu düşündükleri için partiye tepkililer.
Neden AKP’ye oy vereceklerini sorduğumda net bir yanıt alamıyorum. “Ekonomi mesela” diye soruyorum, “Nasıl gidiyor sizce?”
“Yani” diyorlar, “Ekonomi iyi değil de olacak inşallah.”
Traş koltuğunda oturan Ayhan bey dalıyor söze: “Benim oyum Demirtaş’a!” Gülüşmelerin ardından salondan ayrılıyoruz.
‘Yenisi varken eskisini kullanmak ister misin?’
Osman Nuri Öner’in mütevazı telefon dükkânındayız. 1 Kasım için hazırladığı seçim tahminini gösteriyor. O da HDP’den ‘HADEP’ diye bahsedenlerden. Eski Refah Parti’li olan ve o dönem Erdoğan’la siyasi çalışmalara da katılan Osman bey’in oyu AKP’ye: “Evde oy kullanacak altı kişi var. Benim, hanımın ve üç çocuğun oyu AKP’ye. Bir çocuk da CHP’ye verecek. Fikirler farklı olabilir.”
Osman bey de terörün en önemli sorunlardan biri olduğunu düşünüyor. Erdoğan’ın IŞİD mevzu bahis olduğunda ekranlardan haykırdığı sözlerle oldukça benzer ifadeler kullanıyor: “Terör terördür. Hepsi aynı. O, bu, şu… Hiç fark etmez.”
Bir yandan telefon tamiriyle uğraşan Osman beye, ‘Ak Saray’ hakkında ne düşündüğünü soruyorum. Belli ki bu konudan oldukça rahatsız. Soru üzerine kafasını kaldırıp gözlerimin içine bakıyor: “Orada kaç sene yaşayacak? Ölene kadar yaşayacak.”
Sonrasında AKP döneminde yapılan projelerden bahsediyor. ‘Dünyanın en büyük…’, ‘Avrupa’nın en büyük…’ gibi tanımlamalarla pazarlanan projelerden bir vatandaş olarak ne kadar gururlandığını anlatıyor. ‘Ak Saray’ın da kullanım vadesi dolduktan sonra o projelerden biri olarak Türkiye Cumhuriyeti devletine kalacak olmasından memnun. En azından gerçek bir mümin olarak kendisini huzursuz eden meseleye böyle bakarak içini rahatlatıyor.
Peki dini değerler onun için bu kadar önemliyse Saadet Partisi’ne neden oy vermiyor? Bir elinde epey eski, diğerinde akıllı bir telefon, ikisini de havaya kaldırarak cevap veriyor: “Yenisi varken eskisini kullanmak ister misin?”
‘Eğer HDP’li iseler gebersinler’
O esnada içeri iki genç kadın giriyor. Ayşegül Ekinci, 28 yaşında. Dükkânda ‘sırıtan’ iki kadın olduğumuz için bana ve Fransız meslektaşıma meraklı gözlerle bakıyor. Osman beyle sohbet ederken gözü hep bize kayıyor. Ona da sorular yöneltiyoruz. Lise mezunu olan Ayşegül, çalışan bir kadın değil. IŞİD’in ne olduğunu bilmiyor ama hakkında ‘biraz bir şeyler’ duymuş.
Ayaküstü sohbetimiz, 1 Kasım’dan güncel olaylara kayıyor. ‘Ankara katliamı’ hakkında ne düşündüğünü soruyoruz. Başörtüsünün altından inanmış bir edayla parlamakta olan mavi gözleriyle yanıtlıyor: “Eğer ki ölenler içinde bir Müslüman varsa üzüldüm. Ama eğer HDP’li iseler gebersinler.”
Fasulye ayıklarmışçasına rahat söylediği bu sözlerin ardından işi olduğu için yanımızdan ayrılıyor. Bizse kötülüğün sıradanlığıyla baş başa kalıyoruz.