MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın her sözü adeta cinayet emri.
Tayyip Erdoğan, seçimlerden önce başlamıştı bu emirleri yağdırmaya. İte kaka yerinde sayan (istenen tam da buydu) İmralı görüşmelerini bitirdi ve Kürt meselesini inkarla başlayıp saldırıyla sürdürdü.
Erdoğan’ın ve AKP’nin planı, o görüşmelerin yerinde saymasıydı zaten. Zamana yayılacak göstermelik bir emekleme üzerine PKK’nin silahları gömmesini, gerillalıktan istifa etmesini gözlüyordu. Cemil Bayık ve Murat Karayılan bunu gördü; “Bu, PKK’yi tasfiye planıdır” demekte haklıydılar. Karşılığında hiçbir şey vermeden tasfiye etme planı. Olmayacak şeydi ve olmadı.
24 Temmuz’da, hiç gerek yokken PKK’ye topyekun saldırı başlattı hükümet. Karşılık alacağını biliyordu ve devlet şiddetinin dozunu arttıracağını planlamıştı. Bir yandan da keskin nişancılarla insanları öldürmeye, küçücük çocukları katletmeye giriştiler.
Erdoğan da, Ahmet Davutoğlu da şehit edebiyatını en bayağı şekillerde kullandı, kullanıyor. Dağlıca trajedisi ise bir dönüm noktası oldu ve ‘zor tuttuğu yüzde 50’ yeni cinayet emrini almış olarak hemen o gece işe koyuldu. Sadece HDP binalarının saldırıya uğraması değildi vahim olan, Kürtçe konuşan, Kürt olan insanlara taarruz edildi, canlarına kıyıldı.
Ve bu tek-buçuk siyasetçi ekibi cinayet emirleri vermeyi sürdürüyor. “Dağlar te-miz-le-ne-cek”, “Şehitlerimiz oluyor ama orada devam eden mücadele çok daha farklı, çok daha kararlı şekilde olacaktır” kabilinden sözler cinayetlerin artacağını gösteriyor.
Devletin kazanamayacağı savaş
Ben tam da bunu yazarken, Iğdır’da 11 polisin (yazıyı bitirdiğimde 14 olmuştu) öldürüldüğü haberi geldi. Karşılıklı öldürmelerle kartopu gibi hızla büyüdü şiddet ve artık çığ aşamasına ulaştı. Üstelik, bu daha en kötü nokta da değil. Karayılan’ın da dediği gibi, Kürt şehirlerinde gençler silahlanmış durumda çatışıyorlar. Hükümet bu savaş politikasında ısrar ederse ki edecek yine Karayılan’ın da dediği gibi, “Kürt halkının ordusu da şehirlere inecek.”
Yani, devletin kazanabileceği bir savaş değil bu. Bu topraklardaki tarihi Türklerden çook eskilere giden, bunca mücadeleyle yoğrulmuş bir halka karşı kazanacağız inadının mantıki sonucu soykırımdan başka bir şey olamaz (Ve Kürtler de savaşla kazanamayacak, kazansalar bile, vardıkları yer özledikleri yer olmayacak).
Suç ortağı medya
Durum vahimden de öte. Milliyetçi azgınlık gemi azıya almış durumda; tek-adam ve adam olmayanlar ekibinin gayretleriyle. Hep yapıldığı gibi 1990’larla karşılaştırınca biraz daha iyi durumda olduğumuz söylenebilir. O zaman barış isteyenlerin sayısı galiba daha azdı ve en azından sesleri çok az duyuluyordu. Medyanın kahir ekseriyeti savaş çığırtkanlığı, şehit sömürüsü, barışçı yol diye tutturanları hain ilan etme gayretkeşliğinden başka bir şey yapmıyordu. İki gün önce AKP milletvekili komutanlığında saldırıya uğrayan Hürriyet gazetesi de bu işte başı çekiyordu.
Benim gibi bazı gazeteciler nezdinde Hürriyet’in o zamanki yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök en berbat adamdı, tam bir savaş goygoycusuydu. Medya, sonradan Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum olduğu kimi olaylar dahil bir sürü haberi vermezdi. Verdiklerini çarpıtarak, küfrederek, eksilterek ve abartarak verirdi.
Şimdi devlet 30 yıllık çatışmalardan sonra bu savaşın kazanılamayacağını nasıl anlamamış durumdaysa, medya da o zamanki hatalarından ders almamış görünüyor. Haberler yine saklanıyor, yine çarpıtılıyor, yine eksik veriliyor, yine hamaset var. Neredeyse tamamı böyle.
Fakat hükümete yakın medya, bizi öfkeden kudurtan o ‘berbat’ Özkök’ten bile beter durumda; galiba beter değil, aynı, EÖ eskide kaldığı için ve yeni şeytanlar belirdiği için bana şimdi öyle geliyor sanırım.
Medya 1990’larda layıkıyla gazetecilik yapsaydı, başka bir durumda olacaktık şimdi. Gel gör ki, savaşanlar araziye mayın döşerken, medya da insanların beyinlerine mayınlar döşedi; bertaraf edilmesi çok çok daha zor mayınlar. Şimdi daha beter mayınları hükümet medyası döşüyor. Bir zamanlar beraber çalıştığım, şimdi Erdoğan’a bakıp ağzı açık ayran budalası olmuş gazeteciler, Hürriyet’e saldırıyı caiz ve meşru sayıyor; Twitter’da ve Facebook’ta görüyorum. En temel saydığımız ‘müşterek’ ilkeler bile tebahhur etmiş durumda.
Öncekiler hiçbir özeleştiri yapmadan havaya bakıp ıslık çalarak ‘gazetecilik’lerine devam ettiler. Şimdikiler de aynısını yapacak.
Cinayet genelgesi
PKK hiç olmazsa karşılıklı ateşkese hazır olduğunu ilan ediyor. Devlet ise halkın çocuklarını feda edeceğini fütursuzca söyleyerek savaşı devam ettireceğini bağırıyor. Medya savaş naralarını ve hamaseti büyüterek yayıyor. Büyük bir kitle sadece bu medyanın ve tek-adamın ağzına bakıyor. AKP-MHP koalisyonu sahada kurulmuş ve kaynaşmış Kürtlere saldırıyor.
Evet, eskiye göre daha çok çıkıyor barış isteyenlerin sesi. Toplumun daha büyük bir kesimi barış istiyor. Silahlar susarsa Erdoğan ve AKP yenilecek, bunu biliyorlar ve devam ettirmek istiyorlar. Silah sesinden insan sesi duyulmasın istiyorlar. Bu yüzden her yere sansür uyguluyorlar.
Barışçıl protestoları kanla bastırmayı alışkanlık haline getirmişlerdi, şimdi toplumsal olaylarda ‘Tereddüt etmeden silah kullanın’ diye cinayet genelgesi de çıkardılar. Böylece bütün toplumu yıldırmak, yılmayanları şiddete yöneltmek istiyorlar. Yaygın ve sürekli devlet terörü yani.
Durdurmalıyız ama nasıl?
Erdoğan ve ekibini, bu katliamı sürdürememeleri için bir an önce durdurmanın yollarını aramalı ve bulmalıyız. Ama nasıl?
Seçime daha çok var. Ölü sayısı her gün artıyor ve bu gidişle artacak. İki ayın sonunda, eğer böyle giderse, 1000 kişi ölmüş olacak. Tabii, PKK’nin kayıplarını bilemiyoruz şu anda. Cehennemin kapısını açtılar ve bütün toplumu oraya doğru sürüyorlar.
Belki, birilerinin önerdiği 1 milyon kişilik barış gösterisi işe yarar. Hiçbir şey yapamayıp sadece seyirci konumuna hapsolacak kadar çaresiz olmak mantıksız ve insafsız. Bütün ırkçı saldırganlığa rağmen, özellikle Kürtlerin çeşitli durumlarda sergilediği barışçı, dayanışmacı, insanca tutum neredeyse tek umut veren şey şu anda. Ama bütün yükü onlar taşıyamaz, taşımamalı. Partiler de sadece birlik, kardeşlik çağrılarıyla yetinmemeli.
Acilen savaşı durdurmak için ne yapılabileceğini düşünmeliyiz.