MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Arakan’daki (Rakhine) trajediyi ve insanlık suçunu, Myanmar’ın durumunu Türkiye medyasından enikonu öğrendiğinize eminim?! Ben başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: İnsanlık suçu işleyen Myanmar devletinin tavrı ve dili, Türkiye devletinin tavrının ve dilinin ne kadar zalim ve benzer olduğunu anlamamızı sağlayabilir. Devlet’in dili budur son tahlilde.
Türkiye devletinin ve medyasının Kürt meselesiyle ve toplumsal muhalefetle ilgili dilinden bahsediyorum asıl olarak.
Sorunlar aynı değil şüphesiz. İki ülkedeki zulmün, adaletsizliğin boyutunu da tartışabilirsiniz. Arakan Müslümanlarının bugün ‘dünyanın en büyük zulmü’ne maruz kalan grup olduğu söyleniyor. Yine de Arakan’da zulme uğrayanların Müslüman olması AKP hükümetinin, “Tüm İslam alemine karşı sorumluluğumuz var” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın ve İslami medyanın ilgi kabartmasında en önemli etken. Yoksa dünyada zulümden bol ne var! Erdoğan ve medyanın ilgisiyle sokaktaki ‘yüzde 99’u Müslüman vatandaş’ da meseleye kulak kabartmıştır muhakkak.
Fakat bu medyanın Myanmar devletinin diline (eğer söylediklerini okuyor veya dinliyorlarsa) dikkat kesildiğini, vatandaşın da bu dili duyduğunu sanmıyorum. Duysalar, o dilden nefret eder, onu insanlıkdışı bulurlardı. Halbuki, kendileri de kendi devletlerinin kullandığı aynı dille ve aynı dilin içinde yaşıyorlar. Ama tabii, kendileri bu dilli kullanır, bu dille yaşar ve düşünürken haklı ve yerinde olduğundan eminler. Çünkü kendi ülkelerinde zulme, baskıya maruz kalanları karşılarında görüyorlar. Dahası, zülme ve baskıya maruz kalmadıklarını, kaşındıklarını düşünüyorlar. Çok uzaklardaki Myanmar’da zulme maruz kalanlarla ise yakınlar, oradaki haksızlıkları tanımaya amadeler. Gelgelelim, Myanmar’da nüfusun yüzde 88’ini oluşturan Budistlerin pek pek çoğu da Arakan Müslümanlarına zulmeden kendi devletlerinin dilini benimsiyor.
Demek istiyorum ki, zulmedenin, baskılayanın dili aynıdır. Zulmün dilini yakın bulduğunuz, gönüldaşlık kurduğunuz bir topluluğa karşı kullanılırken idrak etmeniz daha kolay. Bunu idrak ederseniz, belki şimdiye kadar konuştuğunuz, düşündüğünüz, yaşadığınız dilden utanma şansını da yakalayabilirsiniz. O dilin bir silah, bir zehir olduğunu anlarsınız belki ve dili silahtan/zehirden arındırırsınız. İşte o zaman başka bir dilde, barış içinde, savaşarak değil de konuşarak ve tartışarak yaşamanın kapısını aralayabiliriz.
En iyisi, şu Myanmar devletinin dilinden birkaç örneğe bir bakalım.
Fiili devlet başkanı Aung San Suu Kyi uluslararası medyada dolaşan haberlerin ‘teröristler’in yaydığı yanlış bilgiler olduğunu söyledi. Bunu söylerken kaçmak zorunda kalan Arakanlı müslümanlardan söz etme gereği duymadı. Çünkü zulmün dili gerçeklerin ihmal edilebilir olmasına dayanır.
Kyi bu lafı, üstelik, Erdoğan’a telefonda söyledi. Zulmün dili, pire kadar bir yanlışı okyanus enginliğindeki gerçekleri çürütmeye yeter görür ve kullanır. Bunu Türkiye devletinin ve hükümetlerinin nutuklarından da biliyoruz.
Kyi de Erdoğan’ın söylediği ve bütün dünya medyasının yazdığı gerçekleri çürütmek için böyle bir pireyi kullandı. ‘Sahte haber fotoğrafları’ndan bahsetti ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in Twitter’de sahte bir fotoğraf paylaşmasıyla gerçekleri ve Erdoğan’ı mat etme azmini sergiledi.
Şimşek gerçekten de sahte bir fotoğraf kullanmıştı; daha doğrusu, kullandığı fotoğrafın Arakan Müslümanlarıyla alakası yoktu, 1994’te Ruanda’daki katliamda çekilmişti.
Zaten Şimşek de daha sonra o tweet’ini silmiş ve bir ‘düzeltme’ paylaşmıştı.
(Bir yandan da propaganda yarışının yürüdüğünü akıldan çıkarmayalım; fakat söyleyelim ki, sahte fotoğraflar, yalan haberler ve yanlış bilgiler zulmedenin işine yarar. Her kim ki gerçekle yetinmeyip(¡?) yalana başvuruyor, bilin ki o da zulmediyordur veya edecek demektir.)
Kyi’nin pireyle gerçekleri nasıl ezmeye çalıştığını gösteren cümlesi de şu: “Bu tür sahte bilgiler … farklı cemaatler arasında birçok sorun çıkarmaya uyarlı ve teröristlerin çıkarını desteklemeyi hedefleyen devasa bir yanlış bilgi buzdağının ucudur.”
Devletin yaptığı ilk şey, sorunu yok sayıp hak talep edenleri de terörle özdeşlemektir. Mesele ‘terörün belini kırmak’tır, ‘teröristlerin inlerine girmek’tir. Sorunla değil, o sorunun ürünü olan sorunla uğraşmaktır.
Apaçık bir insani trajedi ve haksızlık ve zulüm yaşanırken, Myanmar hükümeti de bundan söz etmek yerine, terörle mücadele yasasına sığınıp Ekim 2016’dan beri silahlı eylemler yapan Arakan Rohingya Kurtuluş Ordusu’nun ve ilişkili kişilerin ‘asi’ değil ‘ekstremist terörist’ olarak anılması gerektiğini emretti.
Türkiye’deki durumun aynısı yani. Burada da hükümetler böyle talimatlar verir, Genelkurmay medya patronlarını ve genel yayın yönetmenlerini brifinge çekip bu yönde ‘istirham’da bulunurdu. Anlı şanlı gazetecilerimiz de esas duruş gösterir, sonra da uygunadım yürürdü. Medyanın büyük kısmı hala uygunadım.
‘Aman canım, bir terörist kelimesiyle ne olacak?’ demeyin, bir kelimeyle katliam olur, katliamların, soykırımların yolu kelimelerle döşenir; şimdi Arakan’da olduğu gibi. Ve işte biz Arakanlı Müslüman kardeşlerimizin akılalmaz bir katliama maruz kaldığını düşünürken ve bilirken, Birleşmiş Milletler ‘etnik temizlik’ diye tanımlarken, Tatmadaw (Myanmar ordusu), Müslüman nüfus içindeki ‘teröristler’i (Arakan Rohingya Kurtuluş Ordusu – ARKO) ‘temizleme operasyonu’ olarak tanımladı. Çünkü ARKO, en son 25 Ağustos’ta, 30 kadar polis ve ordu birimine saldırmıştı. Tabii, ne yazık ki, Myanmarlıların çoğu da devletinin diliyle görüyor, konuşuyor, yaşıyor sorunu. Haklılar mı? Meşru mu?
Arakanlı müslümanlar, Myanmar birliklerinin, polisin ve Budist çetelerin evlerini yaktıklarını, ayrım gözetmeksizin ateş açtıklarını, sivilleri bıçakladıklarını, böylece köylerini terk etmeye zorlandıklarını anlatıyor. Tatmadaw ise müslümanların kendi köylerini yaktıklarını iddia ediyor. Hükümet, ‘güvenlik güçleri’nin, geçen Ekim’den beri polise ve orduya saldıran ‘teröristler’e karşı meşru bir harekat yürüttüğünü söylüyor.
Belki bilmezsiniz, bilseniz de hatırınıza gelmez ama Türk ordusu da böyle ‘terörist temizleme operasyonları’yla 4000 köyü yakmış, boşaltmıştı sizin güneydoğunuzda. Bok yedirmeleri, enseye sıkılan kurşunları, “Devlet için kurşun atanın da, kurşun yiyenin de şerefli” (Başbakan Tansu Çiller’in özdeyişi) olduğu cinayetleri, işkencede alınan canları, bombalamaları saymıyorum bile…
(Öküz altında buzağı arayan işkilli zihinlere not, silahlı mücadelelerin çözemediği ve yarattığı sorunlar hakkında yazdığım şu, şu ve şu yazıya bakabilir.)
Ah, tabii, devlet terörist ile masumu katiyyen bir tutmaz, özenle ayırır, ayırmalıdır! Nitekim, henüz acemi olan Aung San Suu Kyi de bu sorunu idrak etmiş olmalı ki, hükümetin ‘teröristler ile masumları nasıl ayıracağına karar vermek’ zorunda olduğunu söyledi. Bu ayrım hiçbir zaman yapıl(a)mayacaktır. Yapılmayacağının bir işareti de katliamın ortasında Kyi’nin ettiği şu laf: “Hükümet Rakhine’de mümkün olan en iyi biçimde tüm halkı savunmaya başlamıştır…”
Bir topluluğa hakkını vermeye yanaşmadığınızda, taleplerine kulak tıkadığınızda eline silah alanlar olur her zaman, onlara katılmaların önüne geçemezsiniz, eline silah almasa da alanları destekleyenler de olur her zaman. Bunu bizim Kürt sorunumuzdan da biliyoruz. Ve Arakanlı Müslümanlara bir sorun bakalım Myanmar hükümeti ‘terörist-masum’ ayrımı yapıyor mu, yapma niyetinde mi?
Bu ayrımı yaptığını iddia eden Türkiye devleti gerçekten de yapıyor mu? Yapmadığını gösteren yığınla örnek var. Ama siz en iyisi Kürt illerinde, köylerinde yaşayanlara bir sorun bakalım, Arakan Müslümanlarına sorduğunuz gibi.
Daha yeni silahlı insansız hava aracıyla Hakkari’de masum sivillerin vurulduğunu söyleyen CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında, üstelik Erdoğan’ın kışkırtmasıyla, soruşturma açılmadı mı? Üstelik Erdoğan, Tanrıkulu’nun ‘teröristleri savunduğunu’ söyledi. Myanmar devleti de şu anda tam bu dili kullanıyor.
Ha tabii, bir sorun varsa bile terörün belini bir kıralım hele, hallederiz. Yıllar yılı Türkiye’de bunu duyduk biz devletten. 1999’da Abdullah Öcalan yakalandığında işte terörün beli kırılmıştı. ‘Teröre karşı zafer kazanan tek ordu’ olarak kürsüye çıkmıştı Türk ordusu. Ee, sorunu çözmek için ne yapıldı, hani?
Zulmün dili birdir, demiştik ya, bakın Myanmar devlet başkanının danışmanlarından Ko Ko Hlaing de şöyle dedi: “Bu bölgelerde terörizm tehditini kazımamız lazım. Rehabilitasyon ve kalkınma önemli ve yurttaşlık konusunun da halledilmesi gerekir, ama ilk öncelik ekstremizmin tehlikeli ideolojisinin zehrinden arınmaktır.”
Ne anladınız? Zulüm sürecek, demek bu. Sizce?
Myanmar hükümetinin düşman ilan ettiklerinden biri de uluslararası medya; gazeteler, haber ajansları, tv kanalları… Bu yüzden, gazetecilerin Rakhine eyaletine girmesi yasak. Hükümet kontrollü gazeteci turları düzenleniyor ancak.
Size de tanıdık gelmedi mi bu? Çok örnek olan eski zamanları boşverin, şu son birkaç yıl içinde tutuklanan, gözaltına alınan, sınırdışı edilen, vizesi iptal edilen yabancı gasetecileri hatırlayın.
Myanmar Ulusal Güvenlik Danışmanı Thaung Tun, uluslararası medyayı ‘kamuoyunu aldatma hedefiyle’ şiddeti yanlış sunmakla, ‘uydurma’ haberler yazmakla suçladı.
Tayyip Erdoğan’dan uluslararası medyayı suçlayan, azarlayan örnekler vereceğim de hangisini vereceğimi şaşırdım. Ya Erdoğan medyasının salyalı saldırıları… Kürt meselesi dolayısıyla olsun, Gezi dolayısıyla olsun, anti-demokratik uygulamalar, hapsedilen gazeteciler, akademisyenler dolayısıyla olsun… Bizimkilerin saldırdığı o aynı medyaya şimdi Myanmar hükümeti tıpatıp aynı gerekçelerle saldırıyor.
Myanmar hükümetinin baş düşmanlarından biri de uluslararası örgütler, insan hakları kuruluşları, sivil toplum kuruluşları.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), İnsan Hakları Örgütü, BM, başka kuruluşlar Myanmar hükümetinin tutumunu eleştirip durdu, zulmü ortaya koyan raporlar, demeçler verdi…
Myanmar hükümetinin cevabı ise BM örgütlerinin faaliyetini ve yardımlarını durdurmak, engellemek oldu. Sadece Arakanlı Müslümanlar değil, kuzeydeki yoksul Budistlerin hayatını da tehlikeye atacak şekilde. Zira Arakan yıllardır bu yardımlarla yaşıyor.
ARKO militanlarının kamplarında mesela Dünya Gıda Örgütü’nün yardım torbalarına rastlandığının propagandasını yaparak bütün toplumu da düşmanlıkla zehirledi üstelik. Nobel Barış Ödülü sahibi Kyi’nin makamı daha da ileri giderek yardım çalışanlarını teröristlere yardım etmekle suçladı. Sertlik yanlısı Budist dini liderler de Müslüman karşıtı duyguları (yani ‘milli hassasiyetler’) körüklüyor ve yardım örgütlerini Rohingya yanlısı olmakla suçluyor. Bizim Alperenler ve Osmanlı Ocakları gibi mesela… Kürtlere saldırmalar, işyerlerini ve evlerini yakmalar gibi mesela…
Türkiye devleti/hükümeti de aynı şeyleri yapmakta ünlüdür. 2016’da PKK’nin ‘hendek’ saçmalığını bastıracağız diye Kürt illerinde taş üstünde taş bırakmamasını, özel harekat polislerinin duvarlara yazıp resmederek ilan ettikleri gaddarlıkları, sivil masum insanların fütursuzca ve uyarılara kulak asmayarak katledilmesini eleştiren BM özel raportörüne, insan hakları kuruluşlarının raporlarına, referandum sürecini eleştiren AGİT raporuna, ifade özgürlüğünün boynunun vurulmasına ve demokrasiyi ayaklar altına alan uygulamalara ses yükselten uluslararası örgütlere, sivil toplum kuruluşlarına, kişilere AKP hükümetinin yaptığı muamele, Myanmar hükümetinin tavrından biraz daha iyi, faaliyetlerini yasaklamıyor! Ama mesela Erdoğan’dan bir örnekle şunu yapıyor: “Bunlar kendilerine göre bir rapor hazırladılar. Önce haddinizi bilin. Sizin hazırlayacağınız siyasi içerikli raporları ne görürürüz, ne duyarız, ne biliriz. Biz yolumuza devam ederiz. Onu siz külahımıza anlatın.”
Kyi de şu saptamayı yapan Londra menşeli Burma İnsan Hakları Ağı’na aynı şeyleri söylese reva mıdır: “Müslümanlara zulüm son beş yılda arttı … ve Müslümanlardan arındırılmış bölgeler oluşturmaya yöneldi…”
Erdoğan da insan hakları örgütlerini düşman bellemekle kalmayıp, şimdi eleştirdiği Kyi’nin yaptığının daniskasını yapmadı mı? İnsan hakları savunucularını şeytanlaştırdı, onları casus ilan etti, terörist ilan etti ve iki ayı aşkındır hapiste bu insanlar.
Myanmar’a karşı, zulme karşı uluslararası bir tepki gösterilmesini herhalde Erdoğan ve hükümeti de destekliyor. İşte Türkiye’ye, Erdoğan’a, buradaki zulüm ve adaletsizliklere karşı da böyle tepkiler gösterilmişti. Ama maaşallah hepsini şeytanlaştırıp çıktık işin içinden melek olarak. Hı?
Türkiye’nin dilini, kendi dilinizi haklı ve uygun ve yerinde buluyorsanız, üzgünüm, Myanmar’ın dili de haklı, uygun ve yerinde. Çünkü ikisinin dili de aynı.