İki hafta önce İstanbul’da bir camide cuma hutbesi sırasında imamın Narin Güran cinayeti üzerine, ‘İslamda müebbet hapis olmadığını, hırsızın elinin kesilmesini, can alanın da canının alınması gerektiğini’ söyleyerek şeriat övgüsünde bulunduğunu ve idamı savunduğunu yazmıştım.
Zaten Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan habersiz olması mümkün olmayan o konuşmanın ardından Ali Erbaş da sessiz kalmadı ve Narin Güran ile Sıla bebek cinayetleri üzerinden “Ölümse ölüm, idamsa idam” diyerek idamı gündeme getirdi. ‘Kanunlarda caydırıcılık olmadığını’ söyleyen Erbaş, “O zaman uhrevi müeyyide, ahiret bilinci. Biz onun için günde 40 sefer namazda ‘maliki yevmiddin’ diyoruz” şeklinde konuştu.
Bir ayetten alıntı yapıp ‘hesap gününün sahibinin Allah olduğu’ anlamına gelen ifadeyi kullanarak yargının temelini dine dayandırmak isteyen Erbaş, açıklamalarıyla laik devlet ilkesini bir kere daha hançerlemiş oldu.
Ali Erbaş, Diyanet İşleri başkanı olarak kendi yetki alanındaki konuşmalarında doğal olarak dini referans alır, bundan söz etmiyoruz. Ancak Türkiye’de yargı sisteminin İslami kurallara göre işlemesini, cezalandırmanın dine göre belirlenmesini isteyemez.
Büyük Birlik Partisi (BBP) lideri Mustafa Destici de görevi başındayken öldürülen polis memuru Şeyda Yılmaz ile ilgili olarak ceza hukukunun suçları engelleyemediğini belirterek “İdam bir zarurettir ve mutlaka getirilmelidir” dedi.
Katillerin ve suç ortaklarının en ağır cezayla cezalandırılmasını, tartışmasız tüm toplum istiyor. Türkiye’deki en ağır ceza ağırlaştırılmış müebbet hapistir. Öyleyse soralım: Niye katillere ve tecavüzcülere ‘iyi hal indirimi’ veriyorsunuz? Niye en fazla 10-15 yıl arası yatırıp hapisten çıkarıyorsunuz, hatta bazı durumlarda tecavüzcüleri salıyorsunuz?