H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Edebiyat
Zamanından önce olmak hüzünlüdür bazen…
Zamanından sonra olmaksa geç kalmanın pişmanlığı…
İkisi arasında yaşadığımız şeyse hayat ya da kader…
Kuzguncuklu Sevim böyle yaşadı, böyle veda etti; 1983 yılının aralık ayının 30’uncu günü…
Haseki Hastanesi koridorlarında bir yangın, bir kül kokusuyla…
Mehmet ‘kaptan’ ikinci kızı dünyaya gelirken ihtimal ki böyle çığlık gibi bir hayat yaşayacağını hayal etmemişti.
Ailelerin muvafakat vermediği klasik bir zor evlilikle başlamıştı Maria ile Mehmet’in hayatı.
Denizciydi Mehmet.
Liman kentlerinde geçmişti evliliklerinin ilk zamanları.
Sonra ilk çocuk Nezahat doğmuştu. Yumuşamıştı biraz aileler… İstanbul’a Kuzguncuk tepelerindeki, Sevim’in 20’li yaşlarına kadar yaşayacağı köşke dönmüşlerdi.
O köşkte doğdu Sevim, Kuzguncuk’ta…
Öykülerine, oyunlarına giren karakterleri orada tanıdı. Orada yazdı.
Hep bildiği ve yaşadığı insanların hikâyeleriydi anlattığı…
Bulgaristan’dan göçmüş, azınlık olmanın sıkıntısını aile içinde de yaşamış bir anne, küçük yaşlarında bir türlü yakınlaşamadığı bir baba, erken yaşlarda yakalanılan kalp romatizması rahatsızlığı, Alman Lisesi’nde öğrencilik günleri, Olgunlaşma Enstitüsü ve ilk terzilik, mankenlik deneyimleri, hep Kuzguncuk’taki köşkün ahşap odalarının tanıklık ettiği zamanlardı.
1950’li yıllarda ‘Kitap okuyan ailede hır gür çıkmaz’ diye el ilanları bastıran Beyoğlu Kitapevi’nde tezgahtar olarak çalışmaya başlaması da o yıllara rastlar.
Edebiyat dünyası ve yazınla tanışması burada oldu.
Dönemin yazarlarının sık sık ziyaret ettiği bu dükkândan Orhan Kemal de geçiyordu, Sait Faik de…
Yazı denemeleri Ulus gazetesinde yazılacak öykülerinin temelini oluşturdu.
Ancak Sevim Burak, hayranı olduğu Kafka’dan kaynaklanan bir heyecanla kendi yazı dilini kurmanın yollarını araştırıyordu o yıllarda.
1965 yılında ilk kitabı ‘Yanık Saraylar’ çıktı..
Alışılmadık bir söylem, bambaşka bir yazın, edebiyat dünyamızda görülmemiş bir biçem hızla tartışmalara yol açar…
Neticede bütün dünyada sanat eleştirmenlerinin, kalabalığın sanatçının dünyasıyla ilgili geleneksel tutumudur bu; kendileri anlamadıysa ‘anlaşılmaz’ yaftasını hızla yapıştırıverirler.
Ta ki bir gün o sanat eserinin ya da o sanatçının varoluşuyla kapladığı yer anlaşılana kadar…
Sevim Burak için de böyle oldu.
İlerleyen yıllarda yapıtlarında türlü türlü değerler keşfedilse de ne hak ettiği ödülleri alabildi ne de yapıtları, keman sanatçısı Orhan Borar ve ressam Ömer Uluç’la evlilik ve ayrılıkları kadar ilgi uyandırdı.
Bu değer bilmezlik Sevim Burak’ı 10 yılın üzerinde bir küskünlüğe taşıdı. Sonradan ‘Sahibinin Sesi’, ‘Afrika Dansı’, ‘Everest My Lord’ yapıtlarıyla geri dönse de terzi işi eserleri, değişik yazın kurgusuyla edebiyat dünyasını sarsan, çığlık çığlığa yaşayan bu değerli sanatçının yazgısı sona yaklaşıyordu.
Küçük yaşlarında yakalandığı kalp romatizması rahatsızlığı, olması gereken son ameliyata girmeden onu aramızdan ayırdı.
Edebiyat lezzetini bir paragraflık Instagram yazılarında gidermeye çalışan günümüz okuruna ne söyleyecektir bilmiyorum ama 2023’ün bazı günlerini Sevim Burak’ın yapıtlarına ayırmak, sizi has ve ayrıksı bir yazarın ayak izlerinde, benzersiz bir yolculuğa çıkartacaktır.