BEHZAT ŞAHİN
@behzatsahin7
Bugün yazı, özlü sözlerle dolu. Hem de öyle beylik, boş söylenmiş lâflar değil. Hepsi kalıplı, hepsinin üzerine oturup saatlerce muhabbet edilir.
Bir tuhaflık yok, yine bir meyhanedeyim. Ve kimse ikiyüzlü davranmıyor yine. Herkes düşündüğü gibi konuşuyor, konuştuğu gibi davranıyor. Dördüncü Murat’ın şeyhülislamı Zekeriyazâde Yahya Efendi de zamanında, tam bunu tarif etmiş meyhaneyle ilgili dizesinde. Ama bunu başka bir fasılda konuşalım. Biz şimdi bugünkü meyhanemize dönelim.
Çağlayan meydanı malum, devasa adliye binasıyla biliniyor artık. Adliyeyi arkanızda bıraktığınızda, başında Çağlayan Yeni Cami’nin bulunduğu cadde, Vatan Caddesi. ‘Bayan işinde çalışacak ortacı, overlokçu aranıyor‘ ilanları yapıştırılmış muhtelif yerlere. Fast food dükkânları ve ucuzcu market sayısı da belirgin bir şekilde yüksek.
Daha önce yine bu cadde üzerindeki Lık Lık’a gelmiştim. Irmak Ocakbaşı o zamandan beri aklımda; Lık Lık’ın biraz aşağısında. Öyle kocaman, bağıran bir tabelası yok. Hatta kaldırım hizasındaki girişini kaçırdım da geriye bakınca gördüm. Tam köşede, sokak tarafında birinci kat, oto yıkamacının üstü. Bu kadar tariften sonra benim gibi kaybolmazsınız artık.
Süleyman ile sözleşmiştik, ben biraz erken geldim tabii. “19:00’da buluşalım” deyip yarım saat, bir saat erken geliyorum. Hem muhabbeti bölmeyeyim, hem de muhabbet sırasında gözlemlemeyi ihmal etmeyeyim diye.
Süleyman’ı beklerken yazının bazı temel taşlarını yerine oturtalım da araya kaynamasın. Genişçe bir salon. Giriş kapısının sağında iki, karşısında da dört cam kenarı masa var. Benimki sağdaki ilk, Vatan Caddesi manzaralı.
Toplam 15 kadar masa saydım. Yine girişten tarif edersek sol köşede bar olarak da işlev görebilecek banko, onun sağında ‘Bayan’ ve ‘Bay’ var. Temizler. Ocakbaşı ve mutfak da onların sağında. İki köşede asılı televizyon ekranları kapalı. Fonda Kıvırcık Ali’yi dinliyoruz.
Bira istedim. Sadece mavi kurumsal renkli bira firmasının sarı renkli kutu malt birası var. Birayı getirdiğinde tanıştık Hasan Bey (Tosun, 62) ile. Sivas Suşehri’nden. 1976’dan beri meslekte. Elmadağ’da Tahtasaray’da başlamış, 21 senedir de burada. Eski parlak günleri arıyor o da:
“Eskiye göre hiç iş yok. Pahalılıktan başka bir şey konuşulmuyor. Müdavimler bile eskisi gibi gelemiyor.”
Dertler her yerde aynı.
Önümde oturan iki kişiden daha yaşlıca göstereni, arkadaşına, “Seni seviyorum. Adam gibi adamsın” diyerek duygularını dile getiriyor. Bira-fıstık masası. Dilleri dolaşıyor. Çevredeki meyhanelerin hangisi ucuz, onlardan duyuyorum.
Süleyman geldi de kulak hırsızlığına son verdim.
Şimdi, Süleyman’ı (Sarılar, 61) anlatayım size biraz. İlk, Cumhuriyet’te birlikte çalıştık; gazete gibi gazeteydi o zaman, şimdiki gibi değil. İstanbul Haber Servisi’nde muhabirdik, ben gececiydim. Süleyman servisin en sıkı muhabirlerinden biriydi. Muhteşem fotoğraflar da çekerdi. Sonra TV8’de, daha yayına başlamadan önce kesişti yollarımız. Haber merkezinde editördük, kanalın iddiası da habercilikti. Kendimle ilgili bir şey diyemem ama Süleyman, bütün o yeni, acemi kanal olma halinde bile şahane işler çıkarıyordu. Sonra yönetim değişti, yeni bir yayın anlayışı tesis edilecekti. İşten atıldık. Doğal olarak. Ben de olsam ikimizi atardım. O işsizlik günlerimizde Çiçek Pasajı’nın köşesindeki muhteşem Şarabi’de ara ara buluşur, kadehimizdeki kırmızıyla çoğunlukla susarak sohbet ederdik. İşte o zamanlar, benim için dönüm noktasıydı. Artık bu mesleği yapmak istemediğime karar verip, namusumla meyhaneci oldum.
Bu, benim meslekteki 18 yıllık ehliyetime dayanarak yaptığım bir espri tabii. Gazeteciler değil, gazetecilik, daha doğrusu patronaj kötü yola düştü. Namuslu gazetecilerin sayısı hiç de az değil, tek tek sayarım. İşte Süleyman da bunun en iyi örneklerinden.
CNN Türk ve Kanal D Haber’de Mehmet Ali Birand’ın sağ koluydu. Gezi Parkı Direnişi ve sonrasında Kanal D Haber Genel Yayın Yönetmeni’ydi. Objektif haberciliğe devam etti. Ama Süleyman ile en gurur duyduğum iş, bir fanteziyi görüntüleriyle, yadsınamaz bir şekilde çürüttüğü ‘Kabataş Yalanı’ haberi idi.
Hafıza tazeleyelim: Gezi Parkı Direnişi’nin devam ettiği günlerde (28 Mayıs-30 Ağustos 2013) o zamanki Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu’nun gelini Zehra Develioğlu, Star Gazetesi’nden Elif Çakır’a, bebeğiyle birlikte Kabataş İskelesi’nin önünden geçerken, belden yukarısı çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında siyah bandanalar bulunan 70-100 kişilik grubun 52 saniye boyunca kendisini dövdüğünü, üzerine işediğini anlattı. Ve bu fantezi, dönemin kimi seküler gazetecileri tarafından da desteklenerek tüm ülkeye yayıldı. Yandaş köşe yazarları ortak başlıklar, aynı kalemden çıkan yazılarla fantezi dünyasının ocağına odun taşıdı. İsmet Berkan, Balçiçek İlter, Abdülkadir Selvi, Sevilay Yükselir (şimdi Yılman), Nihal Bengisu Karaca, Nagehan Alçı gibi gazeteciler bu isterik fantezinin gerçek olduğunu ısrarla yazdı. İsmet Berkan “görüntüleri izlediğini ve durumun vahim olduğunu” birinci ağız olarak aktardı.
İşte bundan dokuz ay sonra, benim bu sevgili arkadaşım Süleyman, tarihi bir haber yayınladı. İddia edilen gün ve saatteki bütün kameraları deşifre edip, Zehra Hanım’ın Kabataş İskelesi önünde beklediği süre içinde hiçbir tacizin olmadığını, sadece küçük bir grubun yanından geçip gittiğini belgeledi. Kanal D yandaş sermayeye geçince, ilk kovulan Süleyman oldu tabii. O sayede yine rakı-şarap içmeye fırsat buluyoruz zaten.
Hiç demiyorsunuz “aldın gazı gidiyorsun, meyhaneye dön” diye.
Geçtim meze dolabının başına. Işıklandırması arızalı, telefon ışığı tuttular. Zaten iş azlığından mezeler de kısıtlı. Hepsinden yarımşar porsiyon o zaman. Rakı 50’lik olsun. Hep aynı hata, yetmeyecek.
Kereviz, soslu patlıcan, kapya biber, süzme yoğurt, yoğurtlu semizotu, barbunya pilaki. Tereyağı ve tulum, yeşillik tabağı, meyhane pilavı ikram geldi.
Biz muhabbete daldık, Cevdet Usta yağdırıyor. Patlıcan söğürme, kaşarlı mantar, kaşarlı patates… Özel bir hizmet değil, adamın içinden geliyor. Tertemiz güleç yüzü, sürekli gülümsemekten ortadaki bembeyaz dişleri, iyilik akan halleriyle çok iyi hissettiriyor.
Ana yemek olarak Adana paylaştık, memnunuz. Burası 34 yıllık bir mekân. Adını, sahiplerinin memleketi olan Sivas Kangal’dan geçen Kızılırmak’tan alıyormuş.
Ocakbaşında bir kişi oturuyor. Süleyman onun yanına geçti, ben kasaya, Taylan Bey’in yanına. 30 yıldır işletiyormuş burayı. Eski tadı kalmamış tabii ki. Tat mı kaldı? Bektaşi imiş. İşte o cümleyi bu sırada kurdu:
“İki çeşit tanrı var. Biri bizi ve doğayı yaratan, biri de insanların yarattığı tanrı. Biz ilk tanrıya inanıyoruz.”
Bu kez kardeşi Cevdet Usta lâf arasında, “Benim ne cennet hevesim var, ne cehennem korkum” deyiverdi. “Sadece iyi insan olmaktır şiarımız. Yoksa korkuyla veya ödülle iyi insan olmak mümkün mü? Hem niye korkayım ki herkes kadar yaşayıp herkes gibi öleceğim.”
Mutfağın başında o var.
Taylan bey de işlerin durgunluğundan şikâyetçi. Sabah 11:00 gibi açıp gece yarısı kapatıyorlarmış. Eskiden kapatsalar da artık ramazan ve kandillerde kapatmayacaklarmış. Ocakbaşına geçmeden önce fiyat bilgisi de vereyim: Bira 120, 35’lik 1000, mezeler 100, ana yemekler 300-350 arası.
Ooo, ocakbaşında bir muhabbet bir muhabbet. Süleyman zaten çabuk iletişim kuran biri, kuşçu Metin ile çoktan ahbap olmuş. Cevdet Usta’nın fotoğrafını çekerken “Ateşi biraz harlasana” dedi. El cevap, “Kömürün kilosu 40 lira, nasıl harlayayım?”
Eskiden bunlar hesap edilmezdi, nasıl bir hâl bu?
Kuşçu Metin (Toklucu, 50) bu civarın esnafı, bakkal dükkânı varmış. Bina onlarınmış zaten. 30 yıldır müdavimi buranın. Terasta güvercin yetiştirirmiş. Kendi ağzından tanıtayım:
“İstanbul’un en pis semtinin çocuğuyum, ben de pisim. Ben Kürşat Yılmazlıyım, Ozan Arifliyim. (Biri ülkücü mafya babası, biri ülkücü şair (1949-2019)) Ben vatanseverim. Milletimi de severim. Alevi, Kürt fark etmez.”
Kolunda ‘Çağla Su‘ dövmesi var. Büyük kızı. Çok seviyor.
Kuş muhabbetine giriyoruz anlamasak da. Lâkabı ‘Kuşçu’ en nihayetinde.
“Benimkiler takla atmaz. Ben normalde taklacıydım ama şimdi düze döndüm. Bir kuş sık sık gelir, biri takla ata ata gelir. Ben sana nasıl anlatayım, bilmiyorsunuz. Arabayla takas edilen kuş var. Bu işin hakemi var. İngiltere’den izleyen de var. Mardin kuşu çok farklı, onlar taklacı. En kıymetlisi posta kuşu. En son beş milyon dolara verildi Çin’de.”
Amerikalılar, İsrailliler nasıl bir hastalık yaydıysa, öldürmüş kuşlarının büyük bölümünü, ona göre. Araba fiyatına giden kuşları varmış, az kalmış şimdi. Bir gün beraber uçuracağız.
Rakısından bir yudum alıp cehennem korkusu olmadığını söyleyen Cevdet Ustaya takılıyor:
“Yahu Cevdet ölmekten korkmuyor musun? Bal gibi korkuyorsun. Bu kadar zevki bırakıp toprak olmaktan kim korkmaz ki.”
Yahu ben biliyordum, 50’lik yetmez. Birer duble daha o zaman. Hesabımız 2 bin 600 lira. Baştan uyarmıştım, indirim yapılmasın diye.
Ben 46Ç’ye yetişip Taksim’e dönecektim. Süleyman zaten Şişli’de, yakın. Hepsi hayal oldu.
Buradan bir şikâyet konusu çıkarayım. Koca metropolde, gece yarısından sonra Taksim’e ulaşım yok. Biz de mecburen, Süleyman’ın evinde demlenmeye devam edip, sabahladık. Belediye bizi daha çok içmeye mi teşvik ediyor?
Olabilir.