İktidar heyecanlı, yayılmacı, atak, tepkisel, siyasi dış politikasını değiştirmeye çalışıyor.
Çünkü artık ne bunu kaldırabilecek bir dünya var, ne de Türkiye’nin bunu taşıyabilecek ekonomik ve politik gücü.
Tarafsızlık, mesafe, olaylara fazla karışmama yeni dış politikanın esas oluyor.
Mesela İran-İsrail meselesinde Cumhurbaşkanı henüz hiçbir şey söylemedi, bütün dış politik açıklamalar Dışişleri Bakanı’na bırakıldı.
İktidar bunu ne kadar sürdürülebilir, tam tersine alıştırılmış iktidarın tabanı bundan ne kadar memnun ve tatmin olur gibi sorular var ortada.
Ama muhalefetin dış politikadaki rengi çok daha belirsiz.
Örneğin CHP’de iki birbirine zıt renk görünüyor.
İdeolojik olarak daha solcu bir anti-Amerika, anti-NATO renk baskın. Ama dış politika söylemi emekli büyükelçilerde ve onların dünyayla ilişkileri ise aman olaylara karışmayalım, Batı ittifakından asla ayrı düşmeyelimden ibaret görünüyor.
Peki, Türkiye gibi bir ülkeyi böyle bir pasif vizyonla yönetmen ve tekinsiz bir dünyada Türkiye’nin çıkarlarını böyle korumak mümkün mü?
Bu sorular üzerinde Türkiye siyasetinde nedense çok fazla durulmuyor.
Siyasi sömürü için kullanılmaktan bıkkınlık veren “beka kaygısı” derken kaşınanın gerçek bir kaygı olabileceği ihtimali pek düşünülmüyor.
Halbuki bütün dünyada hissedilen tekinsizlik duygusu tabii ki Türkiye’de de hissediliyor.
Evet 2028’e kadar daha çok var.
Ama önümüzdeki dört yılda dünyanın düzene kavuşacağını herhalde kimse iddia edemez.