
MÜJDE YAZICI ERGİN
mujdeyazici@diken.com.tr
sanat@diken.com.tr
‘Kafir’, ‘Cin Çeşmesi: Kafirun’, ‘Hüddam’, ‘Üç Harfliler: Adak’, ‘Cinnet’, ‘Musabbar’, ‘Musallat’, ‘Ümmü Sıbyan: Zifir’, ‘Cin Tohumu’ ve çoğaltılabilecek benzer ‘fantastik’ film adlarıyla Türk korku sineması, son yıllarda çok fazla ürün vermeye başladı.

‘Dabbe’ filminin başarısından ilham alan yapımcılar 10 yıldır cinli ve perili filmler çekti. Son bir-bir buçuk yılda ise bu filmlerin sayısında ciddi bir artış oldu. 2019’da neredeyse her ay cin, peri içerikli yerli filmler vizyona girdi.
Vizyonda olan, Kulyas kabilesinin cinlerini anlatan ‘Kulyas: Lanetin Bedeli’ filminin yönetmeni Yunus Şevik ile son yıllarda artan paranormal filmlerin sırrını ve bu janrda film çekme motivasyonunu konuştuk.
Sinema eleştirmenleri Alin Taşçıyan, Engin Ertan ve yönetmen Yüksel Torun da yerli fantastik korku sineması hakkındaki görüşlerini belirtti.
Yunus Şevik (yönetmen): Bir komedi filmi bütçesiyle üç korku filmi çekilebilir
‘Kulyas: Lanetin Bedeli’ filminiz geçen ay gösterime girdi. Bu janrda bir film çekme motivasyonunuz nasıl oluştu?

Fantastik, korku, cin konularında film yapma motivasyonumuz gerçek hikayelerden yola çıkarak oluştu. Gerçeklik duygumuzu kaybetmeden, gerçek olaylardan esinlenerek ve bunun yanında hayal dünyamızı da kaybetmeden oluşturduğumuz bir fikirdi.
İnsanlarımızın sevdiği bir tür olduğunu düşündüğümüz için böyle bir film çektik. Normalde festival filmi çekecektim fakat festivalde sanat olacağı için ve imkanlar doğrultusunda en azından dedik ki görsel açı sanatını, perspektifi; gişe ile buluşturalım. Hem sanat yapalım hem filmi gişeyle buluşturalım istedik. Bir dahaki projemizi gerçekleştirebilelim niyetiyle de korku filmi çektik. İnsanlara güzel anlatımlar, güzel mesajlar vermek istedik. İzlerken düşünsünler istedik. ‘Kulyas: Lanetin Bedeli’ böyle ortaya çıktı.
Bu filmlere son yıllarda ilginin arttığı doğru mu?
Evet elbette, son yıllarda ilgi arttı. Hatta bu sene daha da arttı; yaklaşık her ay bir korku, cin, peri filmi vizyona giriyor. Bizim Türk toplumunda şöyle bir şey var; nerede para kazanılan bir durum varsa herkes oraya toplanıyor. Bundan dolayı da son zamanlarda iyice arttı. Her önüne gelen de “Cinli film yapıyoruz” diyor. Bütçesi düşük zannediyorlar. Animasyonu kötü oluyor, iş iyi olmuyor. Para harcanmadığı durumlarda iş tabii ki güzel olmuyor. Bu durumlarda da sinema müşterisi artık cinli film izlemek istemiyor. “Yine mi cin?” diyor.
O nedenle biz korku filmi prodüksiyonumuzda bütçeden kaçmadık. Animasyonun en iyisini yapmaya çalıştık. Bir komedi filmi prodüksiyonu değil tabii, bir komedi filmi bütçesiyle iki veya üç tane korku filmi çekilebiliyor. Çünkü komedide kastın ünlü oyuncu aramasıyla ilgili bir durum var. Komedi de ünlü oyuncu ihtiyacı var; korku sinemasında ünlü oyuncu olmasa da pazarlanabiliyor şu anda sektörde.
Bu filmleri kimler izliyor?
Lise ve üniversite öğrencileri izliyor daha çok. 18-30 yaş arası bir kitle var, 30 ila 40 yaş arası daha az bir kitle var ve erkekler daha fazla izliyor kadınlara nazaran. Az önce bahsettiğim yapımları kalitesizliği nedeniyle cin filmi izleyicisi her filme gitmek istemiyor.
Sinema başka bir yere evriliyor. Türkiye’de izleyicinin yüzde 50’si halen bu yapımlara ilgili fakat insanlar artık Netflix’teki gibi yapımlar istiyor. Para harcansın istiyor. Biz de yeni bir proje yapıyoruz. Öngörümüz tutarsa sinemada güzel yerlere geliriz.
Alin Taşçıyan (sinema eleştirmeni): ‘Korku türünün kaynağı Hristiyan mistisizmidir’
Türkiye’de 2000’li yılların başında ortaya çıkan korku sineması salgını genel olarak fantastiğin bir alt türü olarak korkuya ilginin artmasıyla açıklanabilir. Korku türünün kaynağı Hristiyan mistisizmidir. İslam’da böylesine yoğun bir mistisizm yoktu; fakat cinler ve periler dinen de kabul gördüğü için bütün bunlar harekete geçirildikten sonra elbette bir tür korku sinemasına özgü, dinle bağlantısı da olan fakat daha çok din öncesi batıl inançlarla beslenen bir korku sineması oluştu.
2000’li yılların başına kadar korku, en az ilgi gören türdü. Kuşak değişimi sayesinde bu tür artık son derece popüler. Fakat ben ilk yıllarda yapılan filmleri izleyip, kalitelerini gördükten sonra bu tür filmleri izlemeyi bıraktım. Dolasıyla son yıllarda yapılan filmlere ve bu filmleri yapanlara aşina değilim. İzleyici kitlesi gençlerden oluşsa da bu türe çok ilgi duyan yetişkinler de var elbette.
Engin Ertan (sinema eleştirmeni): ‘Ucuz yoldan vizyonda yer dolduran filmler’
2000’li yılların başlarındaki tek tük bazı örneklerle Türkiye korku sinemasından bahsetmeye başlamıştık. 2006’da Hasan Karacadağ’ın yönettiği ‘D@bbe’nin sürpriz gişe başarısı ise hem (şimdilik) yedi filmlik bir serinin başlangıcı olmuş hem de bir cin filmleri furyasına yol açmıştı.
2010’lara geldiğimizde bu filmleri Türkiye’nin değişen sosyo-politik ortamına, eski (seküler) orta sınıfın AKP Türkiye’sinden korkularına bağlayan yorumlar da olmuştu. Birkaç yıl sonra Türkiye’deki siyasi kutuplaşma öyle bir hal aldı ki, bunu korku filmleri üzerinden dolaylı şekilde okumamıza gerek kalmaz oldu. Fakat cin filmleri tüm hızıyla devam etti, ediyor. Vizyona sürekli cin temalı yeni bir yerli korku filminin girdiğini görüyoruz. ‘Dabbe’ serisinin gişe başarısına yaklaşamayan bu filmlerin bolluğunu neye borçluyuz, bilmek mümkün değil.
Düşük bütçeli olduğu ve hızlı üretildiği her halinden belli yeni nesil cin filmleri, sinema salonlarında sirkülasyonun aşırı hız aldığı ve çoğu filmin vizyonda sadece birkaç hafta durabildiği şu dönemde yer doldurmak gibi bir işlevi ucuz yoldan görüyor tahminen.
Yüksel Torun (yönetmen): ‘Bu yapımlar inancı sömürüyor’
Sinema resimdir, duygudur. Bu tarz ucuz, bütçesiz ses efektleri yapılan işlerin sinema filmi olarak değerlendirilmesinden yana değilim. Bence bu filmler inancı sömürmekten başka birşey değil.