H. AYHAN TİNİN
Sanat da var
insanatinart@gmail.com
Yaz bitti.
Kısa ya da uzun süreli tatillerden şehre dönüldü.
Kavafis’in şiirinde yazdığı gibi…
“Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda“
Yoğun, sanat dolu bir gündem sanatseverleri bekliyor.
Çağdaş Sanat Fuarı meraklısını bekleyen en önemli etkinliklerden biri, dün (12 Eylül) başladı. 22 ülke, 75 galeri 510 sanatçı ve 1400 yapıt İstanbul’u renklendirecek.
16. İstanbul Bienali de 14 Eylül-10 Kasım arasında ‘7. Kıta‘ üst başlığıyla dünyanın ekolojik felaketi ve olanaksızlaşan sürdürülebilirlik kavramlarına dikkat çekiyor.
Sanatın bir gün bu temayı işleyeceğini 1854 yılında ‘cahil!’ bir Kızılderili, Şef Seattle ABD başkanına yazdığı mektupta dile getirmiş…
“Çünkü iyi biliyoruz ki eğer topraklarımızı satmazsak, beyaz adam silahlarla gelip onu gene elimizden alabilir. Ama biz bazı şeyleri anlamıyoruz. Gökyüzünü, toprağı, kayaların ısısını, nasıl olur da alıp satabilirsiniz? Bu düşünce bize garip geliyor! Eğer biz havanın tazeliğine ve suların pırıltılarına zaten sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz?
Beyaz adam, anası dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır…”
Uzun bir mektup bu.
Bugünün çağdaş sanatının izleyicisi değil fakat tüketicisi kimler?
Orta sınıf dünyalılar olduğunu söyleyebilir miyiz?
Şef Seattle’ın topraklarını 165 yıl önce parayla satın alan bugün ise dünyanın herhangi bir ülkesinin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini farklı yöntemlerle ele geçiren, kirleten, ekolojisini bozan aynı küresel şirketler ya da temsilcileri değil mi?
Aynı kişi ya da kurumlar dünyada 10 milyar dolar, ülkemizde 300 milyon dolar civarında hacmi olan çağdaş sanat piyasasının tüketicileri mi yoksa?
Borsa gibi, altın gibi bir yatırım aracı olması sanatın felsefesi ve etiği ile nasıl bağdaşıyor?
Geçelim… Güzel bir mevsim başlıyor.
İyi haberler var. Heyecanla beklediklerimiz…
Sözgelimi ‘Merhaba Güzel Vatanım’ 1 Kasım’da sinema perdelerinde dönmeye başlayacak. Bir Ahmet Ümit ve Nazım Hikmet hikayesi… Yetkin Dikinciler başrolde, Cengiz Özkarabekir yönetmen koltuğunda; otobiyografik bir hikayeyi paralel bir kurgu içinde izleyeceğiz. Böyle bir çalışmaya da belgeselci bir yönetmen yakışırdı sanırım…
Ayrıca sinemada if İstanbul yarın (14 Eylül) açılış partisi yapıyor.
Tiyatro Kare yapıtı olan ‘Süper İyi Günler’ ödül almaya devam ediyor. Bu sezon da izleyeceğiz sanırım.
Bu arada ilginç gelişmelere de tanık oluyoruz sanatseverlik adına… Bu belki Can Yücel ustanın ‘sanatsevicileri’ diye tanımladığı şey!
Sosyal medya paylaşımını abartan bir televizyon gazetecisi, “O tabloyu mu alsam bu tabloyu mu” diye tweet atıyor…
“Yok artık! Biraz izan” derdi eskiler…
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, ‘Bizim Sınıf‘ı hazırlıyormuş sezona; eser Ferhan Şensoy… Falcı olmaya gerek yok, kapalı gişe oynar!
Tiyatro Kare’de edebiyat tutkunlarını da sevindirecek bir oyun hazırlanıyor… Onu provaları izleyip daha geniş yazacağım. Tam bir sürpriz tiyatro severler için…
Bomontiada’da Erdil Yaşaroğlu sergisi, bir çizgi ustasının bambaşka bir alanda verimlerini içeriyor.
Son günlerin önemli tartışmalarından biri de Netflix ve son gelişmelere bağlı olarak “Türkiye’den çıkar mı” sorusu.
Çıkmaz!
Dijital platform piyasasının koşulları doğrultusunda uyum sağlar ve devam eder.
Tıpkı uluslararası film dağıtım kanallarının uyum sağladığı gibi…
Bir gazete manşet atmış ‘İstanbul’da sanat ve kültür patlaması’ diye.
Gerçekten çok sanatsever ve acayip kültürlü bir metropol olduk da gözümüzden mi kaçtı!?
Sanat, doğası gereği muhaliftir. Sanatçı çoğu zaman dünya ile derdi olan insandır.
Güç ile zaaf arasında, sevgi ve sevgisizlik çıkmazında, iyi ile kötünün doğru anlaşılmasında, ama hep umudun kıyısında, bazen tuvalde, bazen sahnede ya da perde de…
Sanatın da, kültürün de, uygar insan olmanın da bir patlamadan geçtiği kesin bu şehirde… Ancak o atılan manşetten oldukça farklı biçimde…
Yine de iyi şeyler kötülerden fazla… Uzun bir ayrılıktan sonra şehre dönerken, sanatın sarıp sarmalayan sıcaklığına hazır olmak gerek.
Savaşlarla hümanizm arasında arafta kalınmış bu yüzyılda, önünde yuvarladığı bir kaya ile dağa tırmanmaya çalışan Sisifos gibiyiz, insanlığın üzerindeki lanetin, sanatın yardımıyla çözülmesini umut ediyoruz.
Kış geliyor! Keyfine varalım.