LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
Ülkemiz, on binlerce insanın canını alan, milyonlarca insanı evsiz bırakan, şehirleri yerle bir eden büyük bir felakete maruz kaldı.
Onlarca yıla dayalı ihmallerin, yozlaşmanın, ahlaki çürümenin ağır bir faturasını ödedik.
Aç gözlü müteahhitlerin, üç kuruşluk rüşvete tav olup eksiklikleri görmezden gelen bürokrasinin ve siyasetçilerin, neredeyse her yıl çıkarılan imar barışı yasasıyla hırsızlığı teşvik eden, meşrulaştıran iktidarların, kaçak, sorunlu, çürük binasını resmiyete kavuşturmak için her yıl dört gözle imar barışı yasası bekleyen milyonların… yani ülke olarak topyekûn çürümenin ağır bir faturasını ödedik, ödemeye devam ediyoruz.
Enkazın altında sadece on binlerce insanımız değil, ülkemiz ama en önemlisi de devlet kaldı.
Deprem vergilerini çarçur eden, şehirlerimiz deprem kuşağında olmasına rağmen en küçük bir tedbir almayan, buna göre şehir ve yapılaşma planlaması yapmayan, bilim insanlarının uyarılarına kulak tıkayan, 99 Gölcük depreminden sonra çıkardığı deprem yönetmeliğini kendi yaptığı hastane, okul gibi devlet kurumlarına ait binalarda bile uygulamayacak kadar yozlaşmış bir yönetim anlayışı devleti enkazın altında bıraktı.
Yaşadığımız felaket çok büyük.
Hepimiz bunun farkındayız, yardım ve kurtarma organizasyonunun kolay olmadığını, her tarafa anında yetişmenin birçok nedenden dolayı zor olduğunu, bu kadar büyük bir felaket karşısında devlet olarak yetersiz kalmanın anlaşılır olduğunu hepimiz idrak edebiliyoruz.
Ama karşımızda bu yetersizliği, eksikliği kabul etmeye yanaşmayan, kuyruğu dik tutma, aman iktidarımıza zeval gelmesin, zayıf görünmesin anlayışıyla hareket edip, bu zayıflığı giderme çabasına da girmeyen bir iktidar var.
Daha da önemlisi bütün yetkinin ve sorumluluğun tek bir kişide toplandığı, kurumların birer birer etkisizleştirildiği, liyakatin devre dışı bırakılıp itaatin esas alındığı, zararlı, düşman görülen sivil toplum örgütlerinin tasfiye edildiği, diyaloğu, uzlaşmayı, yardımlaşmayı zayıflık gören bir siyaset anlayışının enkaza çevirdiği devlet var karşımızda.
Şimdi millet olarak devletimizi, ülkemizi enkazın altından çıkarma mücadelesi veriyoruz.
Üstelik bunu siyasetçilere, ülkeyi yöneten iktidara rağmen yapıyoruz.
Siyasetin, siyasetçilerin, ülke yöneticilerinin bunca yıldır yarattığı ayrışmaya, kutuplaşmaya, toplumu zehirleyen siyaset anlayışlarına rağmen toplum olarak adeta bir destan yazıyoruz.
Yıllardır bünyemize enjekte edilen zehirli kutuplaşma ilacının etkisini bir çırpıda söküp atarak birlik olmanın, toplum olmanın, yardımlaşma ve dayanışmanın destanını yazıyoruz.
Genci, yaşlısı, kadını, erkeği; her kimlikten, her mezhepten, her inançtan, her yaşam tarzından milyonlarca insan bir anda ülkesi için seferber oldu.
Herkes şu il filan partilidir, şu il falan partilidir demeden en küçük bir ayrımcılık hissi yaşamadan seferber oldu.
Kimsenin bir başkasının dinini, inancını, mezhebini, kimliğini, yaşam tarzını sorun etmeden yan yana, omuz omuza durduğu, el ele verdiği, ülkesi için bir şeyler yapmaktan başka kimsenin gözünün başka bir şey görmediği olağanüstü bir atmosfer oluştu.
Bütün ayrışmalar, bütün kavgalar unutuldu ve adeta tek bir yürek haline gelindi.
İneğini satıp deprem bölgesine gönderen yaşlı nineler, evindeki bir çuval unla ekmek pişirip zorda olan insanlara gönderen teyzeler, yardım organizasyonlarına koşan gençler, kötü yaşam koşullarına aldırmadan deprem bölgesine koşan gönüllü doktorlar, makine, teçhizat kullanmayı bilen “İhtiyaç varsa her yere gelmeye hazırım” diyen işçiler, sağladıkları maddi destekle elini taşın altına koyan sanatçılar, fabrikasını, otelini depremzedelere açan, işinsanları… fakirin de zenginin de, başı açığın da başı kapalının da, inananın da inanmayanın da ülkesi için seferber olduğu muhteşem bir toplumsal birliktelik yaşıyoruz.
Bir tarafta İYİ Partililer diğer tarafta HDP’liler, bir tarafta CHP’liler diğer tarafta AK Parti’ye veyahut farklı partilere gönül vermiş milyonların bir araya geldiği, kimsenin kimseden rahatsız olmadığı, kendine engel ya da rakip görmediği, bir anlayışla hareket eden muhteşem bir toplumsal birlikteliğe şahitlik ediyoruz.
Birbirini yenmeyi, birbirine üstünlük taslamayı değil, farklılıklarını zenginlik gören bir anlayışla birlikte var olma yolunu tercih eden bu birliktelik ve dayanışma duygusunu oluşturmuş, ülkesi için yediden yetmişe herkesin seferber olduğu bir toplumu kimse yıkamaz.
Yaşadığımız bu ağır felaketin ardından ortaya çıkan birliktelik ve dayanışma duygusuyla altından kalkamayacağımız bir sorun yok.
Ülkemizi herkes için yaşanabilir kılma, evrensel değerlerin, bilimin esas alındığı bir ülke haline getirme iradesinin umudu bu günlerde yaşadığımız bu birliktelik duygusunda yatıyor.
Tek sorunumuz toplumdaki bu birlikteliği daha da büyütecek, kalıcı hale getirecek, büyük bir enerjiye dönüştürecek bir siyaset anlayışının yokluğu.
Ama ben hiçbir siyasetçinin bu oluşan duygunun önünde durabileceğine artık ihtimal vermiyorum.
Siyasetçiler ve siyaset anlayışı, ya toplumdaki bu duygunun paydaşı haline gelecek ya da yok olup gidecek.
Toplumu ayrıştırarak siyasetini sürdüren, kimlik, mezhep, yaşam tarzı üzerinden kendisine alan açmaya çalışan bu siyaset anlayışı, karşısında ülkesi için sabahlara kadar gözüne uyku girmeyen, canını dişine takıp bir şeyler yapabilmek için çırpınan milyonları bulacak.
Felaketin yaralarını sarmak için gösterdiğimiz bu birliktelik ve dayanışma ruhunu ülkemizi yeniden ayağı kaldırmak için de kullanabilecek bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
Ülkemiz iyi olmazsa hiçbirimizin iyi olamayacağını bu felaket nedeniyle bir kez daha görmüş olduk.
Birlik olmadan, yan yana durmadan, el ele vermeden hiçbir zorluğu aşamayacağımızı fark ettik.
Hepimizin esasında kader ortağı olduğu, hepimiz birlikte güvende olmadan kimsenin güvende olmayacağı, birimizin canı yandığında kendi canımız yandığı gerçeğini bu felaket sayesinde yaşayarak bir kere daha anladık.
Esasında birlik olmanın, aynı amaç için koşturmanın, farklılıklarımızı sorun etmeden yan yana gelmenin ne kadar kolay olduğunu da yaşayarak tecrübe ettik.
Hepimizin birbirimize ihtiyacı var.
Çünkü Türkiye bir bütün olarak iyi olmadan hiçbirimizin iyi olamayacağı gerçeği ağır bir felaketle zihnimize kazındı.
Bu duyguyla, bu anlayışla her sorunun üstesinden gelebiliriz.
Toplum olarak bizi ayrıştırmaya çalışan ve bizim ayrılığımızdan kendine alan açmaya çalışan siyasetçilere rağmen yapabiliriz.
Onları da bu duygunun bir parçası olmaya zorlayabiliriz.
Ve nihayetinde ülkemizi herkesin huzur içinde dostça, kardeşçe yaşadığı bir ülke haline getirebiliriz.
El ele vererek sorunlarımızı akılcı yöntemlerle çözebiliriz.
Farklı toplum kesimlerinden bu ahengi bozmak isteyen küçük grupların olduğunu da biliyoruz.
Bunların çok küçük azınlık olduğunu, esas olanın çoğunluğun sağladığı birliktelik duygusu olduğu gerçeğini fark etmemiz gerekiyor.
Öte yandan yıllardır, bütün dünyanın bize düşman olduğu algısı enjekte edilmeye çalışılıyor.
Fakat yaşadığımız bu felakette İsrail’den Yunanistan’a, Pakistan’dan Azerbaycan’a, Fransa’dan, Hindistan’a, Japonya’dan Polonya’ya Macaristan’dan Katar’a onlarca ülke yardımımıza koştu.
Koşmakla kalmayıp enkaz altından bir çocuğu sağ çıkardıklarında gözyaşlarına boğulduklarını gördük.
Dünyanın iyi insanlarıyla bir olup ülkemizi barışçı, medeni, insana saygılı bir ülke haline getirebiliriz.
Tekrar edeyim, yaşadığımız bu acı felaketten büyük bir umut doğurmayı başardık.
Bu umudu yaşatmak, sürdürmek ve yarattığımız bu duyguyu tüm sorunlarımızın çözümünde anahtar haline getirmek bizim elimizde.