Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Anayasacılığımızın tarihsel olarak uzak ara “en gelişmiş biçimi” 1961 Anayasası’dır.
Ülkenin benim “özgürlüğün en güzel on yılı” dediğim yılları bu dönemde yaşandı. Oluşan düşünce ve anlatım özgürlüğü ortamı, demokratik siyasal katılım, temel insan haklarının ekonomik ve sosyal haklarla taçlandırılması, bilimden her türlü sanata o büyük “toplumsal uyanışı” olanaklı kıldı. Ülke 1930’larda lise ders kitaplarında şiirleri bulunan en büyük şairi Nâzım Hikmet’i 25 yıl sonra okuma olanağı buldu. İlk yasal sosyalist parti-TİP kuruldu ve aldığı oy oranında milletvekili ve senatör ile TBMM’ne girdi. Sendikal haklar çok güçlendi; DİSK kuruldu. Yasama çift meclisle güçlendi; yargı bağımsızlığı yerleşti; AYM kuruldu; yürütme erkinin gerek hukuksal, gerekse parasal konularda etkin denetimi, sırasıyla Danıştay ve Sayıştay ile temellendirildi; üniversite özerkliği ve basın özgürlüğü anayasal güvenceye alındı.
On yılın sonlarına doğru “Türkiye bu anayasa ile ülke yönetilemiyor” diyen yerli ikilinin: dönemin tek başına iktidar olan Adalet Partisi ve dönemin Genelkurmay Başkanı’nın işbirliği ve belirleyici etken ABD’nin “haşhaş” gerekçeli ebeliği ile 12 Mart 1971 faşizme giriş darbesi yapıldı. Onu 12 Eylül 1980 tamamladı. ABD ve onun Türkiye’deki işbirlikçileri ve destekçileri 1961 Anayasası’nı yok ettiler ve bugünlere gelindi.