AMBERİN ZAMAN
Washington’da bir akşam yemeği. Masadakiler profil itibariyle bir gazeteci için maden değerinde. Ama soysal bir ortam. Muhabirlik reflekslerimi dizginlemek zorundayım. Soru soramıyorum. Ancak kulaklarım radar modunda ve konu elbette Türkiye’ye dönüyor.
Aralarından biri Beyaz Saray’la yakın ilişkileri bulunan bir doktora öğrencisi ve Türkiye’de saha çalışması için burs almış. “Gitsem başıma bir şey gelir mi” diye soruyor.
Terörle mücadele konusunda görevli bir yetkilinin gözleri fal taşı gibi açılıyor, ağızındaki lokma neredeyse boğazında duruyor. Yüz ifadesi ‘Sen manyak mısın evladım’ kıvamında. Ağızından çıkan laf ise, “Pek tavsiye etmem.”
Öğrenci “Neden” diye sorunca herkes birbirine bakıyor. Yetkilinin yanıtı şöyle: “Amerikan vatandaşları artık Türkiye’de güvende değil. Dışişleri bakanlığının seyahat uyarılarını okumadın mı?”
Bir ara Rıza Sarraf’ın savunma ekibinde yer almış bir hukuk firması yetkilisi de, “ABDliler rehin alınıyor, haberiniz yok mu?” diye soruyor.
Hepsi karamsar…
Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği konusunda yemektekilerin hepsi karamsar… İsrail ile ilişkilerdeki çöküş, İran ve Rusya ile flört, IŞİD’in palazlanmasına katkısı, Türk uyruklu ABD konsolosluk personeli ve Protestan rahip Andrew Brunson tutuklanması ve aleyhlerindeki düzmece suçlamalar… Tüm bunlar Türkiye’nin sanki artık ABD’nin düşmanı ilan edilmesine ramak kaldığının gerekçeleri olarak sıralanıyor.
İnsan hakları, Kürt sorunu veya hapisteki gazetecilerden ise tek kelam edilmiyor. Varsa yoksa Türkiye’nin ABD’nin çıkarlarına hizmet edip etmediği. Ortak kanı artık pek etmediği yönünde…
Türkiye’nin Erdoğan ve AK Parti’den menkul olmadığı argümanı ise pek itibar görmüyor. Şunlar vurgulanıyor daha çok: Erdoğan halen seçmenlerin yarısının desteğine sahip. Ekonomi çürük temeller üzerine otursa dahi yılda ortalama yüzde 5 büyüyor. Muhalefet her zaman olduğu gibi dökülüyor. Tek etkin muhalefet lideri Selahattin Demirtaş ise hapiste. Ancak Kürtler eskisi gibi sokağa dökülmüyor.
Yani yakın gelecekte iktidarın değişmeyeceği, dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerinin düzelmesinin artık ham hayal olduğu görüşü hakim.
Artık tutamıyorum kendimi ve soruyorum: “İlişkilerin düzelmesi için neden daha fazla kafa yormuyorsunuz? Neticede Türkiye son derece önemli bir ülke.”
Cevap: “Türkiye düzelmesini istiyor mu ki?”
Sarraf davasının odağında İran rejimi var, Erdoğan ve AKP değil
Erdoğan’ın öne sürdüğü koşullar -Sarraf ve Fethullah Gülen’in iadesi- yerine getirilmesi hukuken mümkün değil. Bu durumda Erdoğan ilişkileri daha da germek isteyecektir, çünkü bunun üzerinden oy devşiriyor, aynı zamanda iktidarın açıklarını örtüyor, Sarraf’ın iktidarı zor durumda bırakacak açıklamalarda bulunması halinde kamuoyunda köpürtülen ABD karşıtlığı daha da kullanışlı hale gelir.
Eğer Sarraf, Erdoğan’ın tabiriyle ‘itirafçı’ olmayı seçer ve iktidarla şaibeli ilişkilerini mahkeme önünde deşifre ederse bunu Türkiye aleyhinde bir komplo gibi yorumlamak çok yanıltıcı olur. Sarraf ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını deldikleri için tutuklandı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu faaliyetlere bulaştıkları nispette davaya konu oluyorlar. Davanın odağında İran rejimi var, Erdoğan ve AKP iktidarı değil.
Bu köşede daha önce belirtmiştik. Washington’da Türkiye ile ilişkileri onarmaya yönelik bir irade belirmişti. Aradaki güven bunalımını aşmayı en çok arzu edenlerin başını ise Savunma Bakanı Jim Mattis çekiyor(du). Suriye’de yeni işbirliği, olası bir yumuşamanın zemini olarak görülüyordu. Çünkü Rakka’nın IŞİD’den alınmasından sonra büyük ihtimalle ABD ile YPG arasındaki askeri işbirliği geri plana itilecek.
Nitekim dün geceki yemekte hazır bulunan resmi yetkililerden biri de ABD’nin Suriye’den yakında olmasa dahi zamanla tümüyle çekileceği öngörüsünde bulundu. Bu, ABD’nin Türkiye hesaplarıyla sınırlı bir karar elbette değil. ABD’nin Suriye’deki varlığı son derece tartışmalı bir zemin üzerine oturuyor. Hatta hukuk dışı sayılabilir. Aynı yetkiliye göre ABD’nin Kürtleri koruma uğruna Suriye’deki varlığını sürdüreceği fikri gerçekle örtüşmüyor: “Suriyeli Kürt olsam buna göre hesap yapardım.”
Daha yanlış bir ‘kurban’ seçilemezdi.
Türkiye-ABD ilişkileri daha ne kadar dibe vurur, kestirmesi güç. Ancak şu net: Ankara, Erdoğan’ın Brunson’un bir şekilde Gülen’e karşı rehin tutulduğunu ima etmesinin ABD Kongresi ve kamuoyunda yarattığı öfkeyi doğru ölçemedi. Ne de ABD’nin tepkisini. Brunson, Trump’ın dayandığı ‘Evanjelik’leri (dindar orta sınıf beyaz Amerikalılar) temsil ediyor. Yani daha yanlış bir ‘kurban’ seçilemezdi. Konsolosluk görevlilerinin tutuklanması bardağı taşıran son damla oldu.
Ve fakat şu da net: Sarraf’ın 27 Kasım’daki duruşmasından önce Ankara’nın geri adım atması hiç olası görünmüyor.