Bir başbakan sansür arzulayabilir ama böyle kelime kelime, satır satır, A’dan Z’ye kovalıyorsa… Zaten zayıf bir muhalefetin sesini, altyazısını bile kısmak, zaten evlatlarını kaybetmiş Uludere köylülerini medyada görünmez, görülmez kılıp “Roboski’nin sesi”ni dahi bastırmak istiyorsa… İsimsiz, şöhretsiz muhabirlerin, sayfa sekreterlerinin peşine dahi; bir kelimenin, bir başlığın, iç sayfalardaki bir haberin intikamı için düşülüyorsa… Üç insanın ekmeğiyle oynamak, onları işsizlikle cezalandırmak böylesine marifet ve büyük zafer sayılıyorsa… Başbakan’ın Meclis TV’sini susturmakla övünen milletvekili danışmanı bir yandan takma isimle bir “gazete köşesi”ne yerleşmişken; geçimi, hayatı bu meslek olanlar gazetecilik yapamıyor, hatta onun da nezaretinde işinden ediliyorsa… Ve iktidarın, güçlülerin tüm arzuları, ihtirasları, öfkeleri, kinleri bir yana… Gazetecilerin yuvası ve halkın sesi sayılan; hem onların hukukunu emanet almış, hem milyonlarca ezilen, güçsüz insanın umudunu emanet bulmuş medya kuruluşları “artık bize, size her gün, her yer 28 Şubat” süreçlerine teslim olabiliyorsa… Ekmekler çoktan bozulmuş, emekler çoktan çürütülmüş demektir! Kendi çocukları için devleti, yargıyı, Emniyet’i, hukuku altüst edebilenler; başka insanların, başka çocukların hayatıyla, hakkıyla, haysiyetiyle böyle kolay oynayarak mı sevaptan sevaba koşacak? Onları hiç değilse öte dünyada kovalayan günahları hiç mi olmayacak?