
BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
bahadir.kaynak@altinbas.edu.tr
Tıpkı tektonik hareketlerde olduğu gibi uluslararası siyasette de bir fay hattındaki kırılmanın diğer fayları tetiklediğini görebiliyoruz. Yer hareketinin şiddetine bağlı olarak birbiriyle ilintili art arda sarsıntılar yerküreyi/siyaseti yeniden şekillendiriyor.
Bugünkü alt üst oluşumuzun sebebi, birçok uluslararası meseleye taraf olan Rusya’nın içine daldığı büyük siyasi güçlükler. Ukrayna harekatının istenildiği gibi gitmemesi ve Moskova’nın gücünü emecek şekilde uzayacak gibi görünmesi, Rusların taraf olduğu diğer angajmanları da etkileyen bir büyük girdaba dönüşüyor.
Savaş başladığından beri Ukrayna haritası üzerinden kasaba kasaba askeri hareketlilikler izlenirken, esas meselenin uluslararası siyasetteki Rusya’nın konumu olduğunu söyleyip durdum. Evet, Ukrayna bir Avrupa meselesi ve kenara atılacak bir konu değil ama büyük satranç tahtasının en kilit oyuncularından Rusya’nın konumu herkes için daha önemli.
ABD ve İngiltere ile süregiden sorunlarına kıta Avrupası’ndan kopuşu da ekleyen, küresel enerji piyasalarındaki ağırlığını hızla kaybedecek gibi görünen Rusya’nın eskisi gibi etkin bir aktör olarak kalması mümkün değil. Putin’le beraber son yirmi yılda küllerinden doğan ve kendisini ‘büyük oyun bozucu‘ gibi konumlandıran Rusların hızla mevzi kaybetmekte olduğunu tespit etmek gerekiyor.
Kuzeyimizdeki devin bu geri çekilişi belki herkesten çok bizim dış politikamız için önemli sonuçlar doğuruyor. Yine, belki de her şeyden önce, Ankara’nın canını sıkan Suriye savaşı üzerinde etkileri olacak bir gelişmeden bahsediyoruz.
Türkiye 2015 yılına kadar, karşılaşılan bütün güçlüklere, hayal kırıklıklarına rağmen Suriye’de Esad rejiminin devrilmesine dayanan, kendi desteklediği muhalif grupların iktidarı ele geçirmesi üzerine kurulu bir modeli desteklemeyi sürdürdü. Başta ABD’nin ikircikli tutumu, sahada PKK ile ilintili grupların alan kontrolü sağlaması ve İran’ın Şam rejimi lehine müdahalesi canları sıkıyordu ama ana oyun planında bir değişiklik ihtiyacı görülmüyordu. Rusya’nın Şam yönetiminin daveti üzerine sahaya inmesi ve Suriye hava sahasının kapatılması, kalan umutları da söndürdü.
Rusya ile Türkiye arasındaki gerilim Rus jetinin düşürülmesiyle zirveye ulaştı ve bir çatışmaya çeyrek kala ancak durdurulabildi. Bununla birlikte Putin yönetimi elindeki ekonomik yöntemleri de kullanarak Ankara’yı sıkıştırmaya devam etti. Zaten PYD’nin sahadaki ilerlemesini eli kolu bağlı seyreden Türkiye’nin geri adım atmasını çok fazla beklemelerine gerek kalmadı. Neticede bildiğimiz Astana sürecine giden ve Rusya’nın Suriye’de Türkiye’yi yedeğine aldığı gelişmelere şahit olduk.
Öte yandan Türkiye ile Esad rejimi arasındaki köprüler hiçbir zaman tamamen tamir edilemedi. Ülkenin fiili olarak bölünmüşlüğü giderilemediği için Türkiye sınırın öte yanında kontrol ettiği alanlardan nihai bir siyasi anlaşma sağlanana kadar çekilmeyeceğini ilan etti. Arada İdlib’deki kanlı olaylarda gördüğümüz gibi kriz tırmansa da hem Moskova hem de Ankara işi buzlukta tutmayı tercih etti.
Şimdi bu kırılgan dengeyi yerle bir eden bir büyük olayla karşı karşıyayız. Ukrayna’da Batı destekli bir direniş karşısında sapır sapır dökülen Rusya, bu birincil öneme sahip meseleyle baş edebilmek için bütün gücünü toparlamaya çalışıyor. Artık Suriye gibi mecralarda harcayabilecekleri kaynakları mevcut değil. Üstelik Batı’nın ekonomik yaptırımlarının da uzun süreceği düşünülürse, Rusya’nın düşüşünün kalıcı olacağı ve artık belli sahalarda eskisi gibi kilit bir ülke olmayacağı düşünülebilir.
Bütün dikkatler Ukrayna üzerine odaklanmışken güneyimizden art arda ilgi çekici haberler geliyor. Rus kuvvetlerinin Türkmen Dağı bölgesinden, Membiç’ten ve karşımızdaki birçok noktadan çekildiğine dair bilgiler ulaşıyor. Bu durum İdlib’de her an yeniden bir baskıyla karşılaşma korkusuyla yaşayan Türkiye için çok iyi haber. Rus desteği olmadan Şam’ın Türkiye’yi sıkıştırmaya kalkması pek mümkün değil. Ancak bu olayın yansımaları sadece mevzii konular üzerinden analiz edilebilecek gibi değil.
Ruslar çekilirken Esad yönetimi kendisini ayakta tutacak desteği mecburen İran’da arama yoluna gidiyor. Şam’ın kendi başına yoluna devam etmesi mümkün olmadığından biraz da çaresizlikten doğan bu adımı anlayabiliyoruz, ancak tahmin edebileceğimiz gibi tepki hiç gecikmeden geliyor. İsrail art arda Suriye hedeflerine yönelik saldırılar gerçekleştirmeye başladı bile. Tartus’ta bir Rus hava savunma sisteminin de vurulduğu haberler arasında.
Ukrayna savaşına kadar pergelin ayağını açıp, bir daire çizerek Rus silahlarının bu alandaki her şeyi vuracağı iddia ediliyordu ama olayların o kadar basit olmadığını gördük. Zaten İsrail daha önce de Tahran’la bağlantılı olduğunu iddia ettiği hedeflere Suriye’de defalarca saldırmıştı. Artık sadece İran destekli unsurların değil, Esad rejiminin doğrudan, arada bir engel olmadan saldırıya uğrayacağını tahmin edebiliriz.
İsrail Devlet Başkanı Herzog’un Mart ayında yaptığı Türkiye ziyareti çoğu zaman enerji konusundaki işbirliği üzerinden okundu ancak Suriye’nin geleceğine ilişkin kapalı kapılar ardında fikir teatisi de yapılmış olması mümkün. Rusya’nın bir adım geri attığı sahnede bu durum daha da önem kazanıyor. Birilerinin ısıtmaya doyamadığı ‘Esad’la anlaşalım, 2011 yılındaki statükoya geri dönelim‘ önerilerinin çoktan helvası yendi ama nedense anlamamakta direnenler mevcut. Bu durumda güneyimizde yeniden kurulacak dengenin Türkiye’nin güvenlik konusundaki isteklerinin de gidermesi talep edilmeli.
Rusya’nın belki de sadece Tartus ve Hmeymim’deki üslerinin korunmasına yönelik daha ölçülü bir pozisyon alması ve oluşan boşluğun İran tarafından doldurulmaya çalışılması, Suriye iç savaşının yeniden alevlenmesi için patlayıcı bir karışım yaratıyor. Tekrar hareketlenmesi çok muhtemel bu sahadan iç politikada zaten sıkışan siyasetçilerimizin de İkinci Balkan Savaşı’nda Edirne’yi kurtaran Enver Paşa gibi bir hikâye çıkarmaya çalışmaları mümkün. Böyle bir ihtimalin sadece iç politika kaygılarından kaynaklanacağını söylemiyorum. Bilakis Türkiye’nin mevcut durumda yeni gelişen riskleri ortadan kaldırmaya, fırsatları değerlendirmeye yönelik tasarrufları olabilir. Bunların da Esad yönetimi tarafından çok olumsuz karşılanacağını tahmin ediyor olmamız lazım. Nitekim Türkiye’nin bir milyon sığınmacıyı geri döndürüp İdlib’e yerleştirme projesini, Suriye Dışişleri Bakanlığı ‘uluslararası terörizme destek‘ olarak yorumlayıverdi.
Hafta içindeki ilgi çekici açıklamalardan birisi de Cumhurbaşkanı’nın Suriye sınırımızı güvenli hale getirmek istediğimize ilişkin beyanlarıydı. Her zamanki rutin açıklamalara benzese de Erdoğan’ın PYD’nin tamamen ortadan kaldırılmasına değil, sınırımızın öte yakasının temizlenmesine yönelik bir açıklamada bulunması, ABD ile pazarlığın bir adımı olarak görülebilir. Belki de Ankara, ABD ile PYD’nin sınırdan uzaklaştırılması karşılığında daha uzak bölgelerde varlığına göz yumulmasına ilişkin bir planı düşünüyor. Elbette bunlar eldeki sınırlı bilgiyle yapılan spekülasyonlar, ancak Rusya’nın Suriye sahasından çekiliyor ve daha stratejik üs bölgelerine odaklanıyor olduğu apaçık bir gerçek. Bu durum İran destekli Esad rejiminin ciddi bir sıkışmaya doğru gittiğini, ABD-İsrail ve Türkiye’nin bölgedeki taleplerinin dengeleneceği bir büyük pazarlığın yürüyeceği bir sayfanın açıldığını gösteriyor. Üstelik bu yeni hareketlilik, ekonomik çöküşle karşı karşıya kalan hükümetin içeride pazarlayabileceği elindeki tek enstrüman olan milliyetçi söylemleri de besleyecek sonuçlara gebe.
Günün sonunda ne olacağını bugünden söylemek çok zor ama bütün dünya Ukrayna’da olan bitene kilitlenmişken güneyde Suriye’ye yeni bir dalganın gelmekte olduğuna dair çok alametler belirdi. Türkiye’nin beka kaygıları, sığınmacı meselesi, iç siyasetteki dengeler gibi birçok değişkeni etkileyecek bir fay kırığı hareketleniyor. Ukrayna’da yerinden oynayan taşlar, Suriye’de yeni bir tırmanmanın kapılarını açacak gibi görünüyor.