FREDERIKE GEERDINK
Şırnak Valiliği, şehir sınırları içerisindeki dokuz bölgeyi ‘güvenlikli alan’ olarak ilan etti. Bunlar daha önceden belirlenen güvenlikli alanlara eklenmiş oldu.
Devletin istediği bu mu?
Geçtiğimiz bayramda Roboski ziyaretimde bizzat tanık oldum; kaçakçılığa giden yollar kapatılmış ve hayvanların otlatıldığı mera alanlarına da artık erişim engellenmişti. Bu alanların ulaşıma kapatılması o insanların yaşamlarını doğrudan tehdit altına alan bir durum, çünkü böylece ne hayvancılık yapabilecekler ne de para kazanabilecekler. Geçimlerini sağlayacakları başka iş kaynakları olmadığından ve güvenlik altına alınan bölgelerde de şiddet artacağından eninde sonunda köylerini terk etmek durumunda kalacaklar.
Devletin istediği bu mu peki? Köyleri boşaltmak mı ?
Sorumluluk hükümete ait
Evet, devletin aldığı birçok önlem bize 90’lara dönüş olacağını gösteriyor. Tahminimce bu gidişle daha birçok bölge ‘güvenlikli alan’ ilan edilecek, belki HDP de kapatılacak ve liderleri tutuklanacak (halihazırda birçok insanın tutuklandığını ve barışçıl eylemlerde bulunduğu için haklarında soruşturma açıldığını düşünürsek) ve bu şiddet sarmalı çığrından çıkacak.
Bunun sorumluluğu hükümete ait. Yurttaşlarının güvenliğini sağlamakla yükümlü devlet bu en temel görevini tümden ihmal ediyor. Ayrıca bu yalnızca şimdiki hükümetin izlediği bir yöntem de değil, zira Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet geleneği böyle.
Mevcut durum yüzünden PKK’yi suçluyanların aslında Türkiye gerçeklerine dair hiçbir şey bildiği yok. Hele hele Güneydoğu gerçekliğinden tamamen bihaberler.
Ateşkes süresince hükümet herhangi bir ileri demokrasi hamlesinde bulundu mu? Hayır, hem de hiç. Aksine devlet daha da otoriterleşti ve hatta diktatörleşti diyebiliriz. Selahattin Demirtaş’ın geçen hafta Ezgi Başaran’a Radikal’de verdiği söyleşiyle gayet net ifade ettiği gibi, PKK’nin geri çekilmesine dönük bir yasa bile çıkartamadılar.
Erken seçimi kazanabilmek için Kürt hareketine karşı savaş
Bunun yanı sıra, sivillerin öldürülmeleri ve HDP’ye yönelik bombalamalar devam etti (Unutmadınız değil mi? HDP Adana ve Mersin büroları bombalandı, yoksa unuttunuz mu? Aynı şekilde HDP’ye dönük olarak yapılan onlarca saldırı soruşturulmadan bırakıldı, tıpkı 5 Haziran’da HDP Diyarbakır mitinginin bombalanmasında olduğu gibi ve tabii ki Suruç katliamının ele alınış biçimi… üstelik bunlar sadece listenin başlangıcı). Hem halkın umutsuzca beklediği barış ortamına kavuşma arzusundan hem de ateşkesin sürmesi nedeniyle PKK halkı koruyabilmek için hiçbir şey yapamadı.
Ve şimdiyse AKP, sırf kaçınılmaz erken seçimi kazanabilmek için Kürt hareketine karşı bir savaş başlatıyor; PKK kamplarını bombalıyor; barışçıl ve ultra zeki yollarla mücadele eden insanları susturmaya-suçlamaya çalışıyor ve buna karşın PKK’nin ve bu hareketin destekleyicilerinin kendilerini korumamalarını bekliyor?
Aradaki fark ne?
Devletlerin, kendi ordularına ve vatandaşlarına yönelik bir saldırı olması halinde tepki vermeleri, tıpkı IŞİD Kilis’e saldırdığında Türkiye’nin haklı olarak yaptığı gibi, kimsenin sorguladığı bir şey değil. Diğer yandan, devlet dışı silahlı bir yapı olan PKK’nin, kendi halkını savunması (başka kimse bunu yapmadığı için) geniş bir kesim tarafından kınanıyor ve hatta terörizm olarak adlandırılıyor.
Peki aradaki fark ne? Eğer bir devletiniz yoksa, uluslararası camiada haklarınızın hiçbir değeri yok.
Beni yanlış anlamayın (ki eminim birçoğunuz bunu seve seve yapıyordur), bu savaşta öldürülen her kim olursa olsun, polisi, askeri, PKK savaşçısı ya da sivil vatandaşı hiç fark etmeksizin beni aynı ölçüde kahrediyor. Fakat bugünlerde tetiği çeken her kim olursa olsun, ölenlerin kanı devletin ellerindedir.
90’lara dönüyor değiliz
Her şeye rağmen 90’lara dönüyor değiliz aslında. O günlerde Kürt hareketi daha gençti. Şimdilerde ise daha kitlesel ve çok iyi örgütlenmiş bir durumda; soruşturulmaktan, tutuklanmaktan ve ölmekten dahi korkmayan, kadınıyle erkeğiyle, bir kendini adamayla on binlercesinin oluşturduğu bir halk hareketi. Bu insanlar haklarını iyi biliyorlar ve haklarını alana kadar bu mücadeleden vazgeçmeyecekler.
Köylerinin yok edilmesine izin vermeyecekler (tıpkı bir bütün halinde yardımlaşarak birçok bölgede çıkan ve yetkililerin herhangi bir müdehalede bulunmayı reddettiği yangınları söndürmeye çalışmaları gibi) elde ettikleri kazanımların ellerinden tekrar alınmasına izin vermeyecekler, mümkün olan her türlü barışçıl yolu kullanarak hakları için mücadele edecekler.
Ayrıca Türkiye’nin 90’lara neden dönmeyeceğinin başka bir açıklaması daha var. Aslında bir bakıma Türkiye oraya hiç ulaşmadı.
Şöyle açıklayayım: Öncelikle, tekrarlamam gerekirse Kürt hareketinin olağandışı hiçbir talebi yok. Talepleri ise evrensel hukuğa bağlanmış bir temel hak: Ulusların kendi kaderlerini tayin edebilme hakkı. Tarihte önemli antlaşmaların ilk maddesi olarak açık ve net bir biçimde yazılmış olan bu hak, on yıllar önce (1952 ve 1960’da) Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edildi. Hatırlayın, o zamanlar Afrika halkları bağımsızlıkları için savaşıyorlardı ve nihayetinde işgalcileri defetmeyi başardılar. Bu süreç 70’lerin ortalarında tamamlandı. Afrikalı halklar dışarıdan, yani uzaktaki devletler tarafından kolonileştirilmişti, Kürtler ise kendi topraklarında işgale uğramış ve bu işgal içeriden yapılmıştı.
Top hükümette
Türkiye bunu kabul etmiyor. Türkiye 70’lerde, yani bu yüzyıla ait olmayan bir sorun içinde takılı kalmış.
İlerlemenin tek yolu silahları susturmak ve geçen yüzyıla ait bu sorunu kökten çözmek. Hükümet, top sende.