MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Şubatın son haftasında altı arkadaş şuradaydık:
Küçücük Balık Gölü’nü bu açıdan görmüyorsunuz. Balık Gölü, Artvin’in Şavşat ilçesinin Pınarlı köyünün 4-5 km yukarısında. Köyle göl arasını işte şuralardan yürüdük:
Çok güzel, di mi?
Doğal ve tarihi güzelliklerini hızla tüketen, yok eden bir ülkede yaşıyoruz. Burayı da mahvederler bu gidişle diye kaygılanmaktan kendimizi alamadık. Mahvedilmiş birçok yer gördük çünkü. Betonu tapıncak haline getirmiş insanlığın ve onun ‘İnşaat resulullah’ şiarlı timsali Recep Tayyip Erdoğan/AKP’nin 14 şanlı iktidar yılında nereleri nasıl tükettiğini ve tüketimin ve aslında tükenişin verdiği azimle nasıl gemi azıya almış arsız doğa ve tarih yok edişlerine sıvandığını yaşayarak ve ölerek ve öldürerek görüyoruz.
Gölden inip birkaç gün Kars civarında, sonsuz ve şahane beyazlığın içinde dolaştık. En azından 20 köy görmüşüzdür, bazılarının çok yakınından doğalgaz boru hattı geçen. Gördüğümüz köylerin tamamı tezekle ısınıyordu. Dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri Türkiye’de!
Kars’ın havası, berbat kömür yakıldığı için, berbat. Yanıbaşındaki doğalgazdan faydalanamıyor şehir de. İstanbul’da bile birçok apartman, doğalgaz pahalı geldiği için, kömüre döndü ve solunamayacak hava hakim olmadı mı? Ama inşaat sektörü doludizgin…
14 yıllık Erdoğan iktidarının her alanda bir bilançosunu çıkarmak çok iyi olurdu. Varmak üzere olduğumuz, galiba vardığımız yer tam bir tükeniş noktası gibi görünüyor.
Geçen gün Mahfi Eğilmez blogunda 14 yıllık dönemin ekonomik bilançosunu çıkarmıştı. Sonuca şöyle özetlemiş Eğilmez: “Türkiye, Menderes ve Özal dönemlerinden sonra bu 14 yıllık dönemde de yine borçlanarak ve mevcut varlıkları satıp paraya çevirerek ivme yakalama politikasını denedi. Ne var ki tıpkı öncekilerde olduğu gibi bu kez de bu ivmeye süreklilik kazandıracak olan yapısal reformlara girişemedi. Bugün artık bu politikanın bir kez daha sonuna gelmek üzere olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor.”
Erdoğan ekibi, tükenişi aşmak için tükenişin son ve en büyük adımını şapkadan Varlık Fonu diye bir peşkeş çıkararak attı geçen ay. Tükenişe delalet. Neden böyle olduğunu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi hocası Prof. Dr. Yalçın Karatepe anlatmıştı.
TOKİ’ydi, havaalanıydı, üçüncü köprüydü, ‘Yeşil Yol’du, kentsel dönüşümdü derken bütün ülkeyi inşaata çevirdiler. Kürt şehirlerini yerle bir edip sonra kentsel dönüşüme uğratmak da tüketiş ve tükeniş planıyla gayet uyumlu.
Eğilmez’in ekonomi için işaret ettiği ‘son’, aslında tükeniş, her alan için geçerli.
‘Hiçbir şey yoktan var olmaz’ ilkesi, Erdoğan’dan şimdilik bir itiraz gelmediği için kullanabiliriz, işledi tabii. Bu kadar inşaatın taşı-kumu-çakılı nereden geldi sanıyorsunuz? Geçenlerde Magma dergisinden bir arkadaşımın söylediğine göre Türkiye’de 80 bin taş ocağı varmış. Kuvvetle muhtemel ki, Türkiye coğrafyasını en iyi bilen kişi Bünyad Dinç (yukarıdaki fotoğrafları da çeken arkadaşımız; son kitabı: Bilinmeyen Anadolu), bir ara Facebook sayfasında, yurt sathına yayılmış bu taş ocaklarının Google Earth görüntülerini yayınlıyordu. Bezdi tabii; tahribatların, katliamların hangi birini takip etsin!
Taş ocakları bir örnek sadece, tahribat onlarla sınırlı değil. Anlayacağınız, tabiatı ‘devlet dersinde öldürdüler’, muazzam bir tükeniş yarattılar doğada…
Zaten pek matah olmayan bütün kurumlar tükendi, tükenişte: yargı, belediyeler, idari mekanizma, akademi, bilim… Akademisyenleri at, içeri tık; şarlatanları bilim insanı diye baştacı et (Bir ay kadar önce CNN Türk’te gördüm, bir tarih profesörü, evrim teorisini çürüten müthiş tezini ısrarla tekrarlıyordu: “65 milyon yıl önce yapılmış deney var mı, gösterin. Yoo, yeni yapılmış deneyler olmaz, 65 milyon yıl önce yapılmış olacak. Yok. Öyleyse…” Bu adamın, bu zeka, ahlak ve bilgi düzeyinin tarih profesörü olabildiği ve kalabildiği bir ülkede başka tükeniş örneği aramak ahmaklık).
Siyasilerin düzeyi de bu olduğu için mesela TUBİTAK’ı, liselerarası bilim yarışmasında dünya birincisi olan projeyi daha başta çöpe atacak kadar ilkokul müsameresi derekesine indirdiler…
Erdoğan ve hempaları siyasi olarak da tükenmiş görünüyor. Avrupa Birliği ile entegrasyona, AB’nin ilkelerini sahiplenme adımıyla başladılar, sonra da o ilkelerin düşmanı olarak dünyaya meydan okumaya giriştiler.
Sahte bir ‘barış/çözüm süreci’ ortaya sürdüler. Bu oyalama oyunu ilanihaye oynanamazdı; oyalanma siyaset meydanında dönüyordu ve bu zemin Erdoğan’ın kabul edemeyeceği bir şey üretti: olduğu kadarıyla çatışmasızlık ve siyaset on puan oy kaybettirdi 7 Haziran 2015 seçimlerinde. Demokrasilerde çare tükenmezdi, kutsal olan tek şey sandıktı, o sandığa girmek ve çıkmak için başvurulan her fenalık mübahtı. Savaş çok kullanışlı bir araçtı ve çıkardılar. Dolayısıyla o araç da tükenmiş oldu; daimi savaş haline girilmişti çünkü.
Bu arada Suriye politikası da tükenmişti Erdoğan/AKP’nin. Selefi örgütlerin eğitilmesi, gözetilmesi, beslenmesi, desteklenmesi … Bir araştırmacının hesaplamasına göre Türkiye’de en az 10 bin IŞİD sempatizanı/savaşma gönüllüsü… Ve IŞİD’in saldırıları, bombaları.
Tükenişin tek işareti bu değildi ama, uçağını düşürdükten sonra babalandıkları Rusya’ya halat atmak zorunda kaldılar. Ve daha radikal ve feci bir adım atarak Suriye’ye daldılar. Bu politika da tükenecek, ama sayıları şimdilik yetmişi bulan çocukları ‘tüketecekler’ önce.
Sonra bir de şapkadan “Allah’ın lütfu” bir darbe girişimi çıktı. Böylece dünyanın en anti-demokratik ülkelerinden Türkiye aniden demokrasi kalesi oluverdi. Ardından aynı şapkadan kanun hükmünde kararnameler, olağanüstü hal çıkarmak cıvımış tereyağından kıl çekmekten kolaydı ve bunlar demokrasiyi pekiştirdi.
Şimdi başkanlık sistemi için referanduma gidiyoruz ve şapkadan çıkan bunca şey de tükendi, yetersiz görülüyor. Gün doğmadan Erdoğan ve AKP tebahhur edecek demek istemiyorum tabii ama tükeniş apaçık. En uç aletleri, yöntemleri kullandılar ve yetmediği ortada. Dolayısıyla hiçbir sihirbazın çıkaramayacağı, Allah’ında çıkarmak istemeyeceği şeyi çıkardı şapkadan Erdoğan: Şeytan!
Erdoğan ve havarileri, referandumda hayır oyu verecek herkesi şeytanlaştırdı. Bu, tükenmişliğin göstergesi değil de ne? Ama milletin önüne koydukları cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen ucube de şeytani bir şey ve tükenmişliğin göstergesi. Dolayısıyla şeytan yaratmaları normal.
Fakat Erdoğan iktidarı, çok önemli bir şeyi daha tüketti: bu memlekette zaten pek kıt olan adalet duygusunu. Ahmet Şık, Kadri Gürsel gibi gazeteciler hafsalanın almayacağı bir gaddarlık olarak hapse atıldı; 150’den fazla gazeteci içerde. Ve ‘meslekdaşları’, adı gazete ve televizyon kanalı olan yerlerde çalışanlar bunu normal sayıyor, oh diyor, içlerine sindiriyor. Zırnık kadar adalet duygusu taşısalardı amip kadar ses çıkarırlardı gayriihtiyari. Tabii, gazeteci olmayan kesim de. Akademisyenlerin başlarına ördükleri çoraplar için de aynı şey geçerli.
Şu doğa tahribatlarına ne dersiniz? Hukuk savaşını (bu memlekette hukuka başvurmak bile savaş olarak nitelenecek karakterde her durumda), evet hukuk savaşını kazanıyorlar, ama şirketle şirket ve şirret olmuş devlet kendi şakirdi hakimleri göreve getirerek ve satılık oldukları kendi camialarında dilden dile dolaşan bilirkişileri atayarak aksi bir karar çıkartıyor; yerel halkı yok sayıyor (millet olma yeterliğine ulaşamadıkları için), hukuku iğfal ediyor. Ve buna ses çıkaran olmuyor o yüzde 50 içinde! Geri kalan yüzde 50’nin de pek azı umursuyor. Çünkü demokrasi pekişiyor. Türkiye güçleniyor. Bu itirazlar, güçlenme sancıları canım.
Örnekleri her alanda çoğaltabiliriz…
HDP’nin 13 milletvekili tutuklu! Belediye başkanları hapsedilmiş, onlarcasına kayyum atanmış. Referanduma gidiyoruz.
Hayır kampanyası yapanlara saldırılıyor, kampanyalar kısıtlanıyor. Üstelik medyanın yüzde 90’ı Erdoğan’ın elindeki uzaktan kumandayla yönetiliyorken, ne uzaktan kumandası, onun ruhuyla yönetiliyorken. Evet’ten başka bir şey görmenin, duymanın zor olduğu bir ortamda.
Adaletsizliğin daha açık olduğu bir durum zor bulunur, bu kadar büyük adaletsizliğin.
Ucube ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ne hayır deyince şimdiki fiili ucube ‘sistem’le yine böyle berbat yaşayacağız, ama ‘Hayır’ demek ucubenin herkesi sindirmesine rıza göstermemek demek bir bakıma.
Erdoğan, öncelikle o yüzde 50’nin adalet duygusunu giderdi, tüketti zaten, gerisi kolayca geldi (Tabii, tektip olmayan öbür yüzde 50’nin de güncel birçok meselede kendi adalet duygularını Erdoğan karşıtlığının ötesinde sorgulama borcu var). Bu ucubeye ‘Evet’ demek, adalet duygusunun tamamen tükenişi demek, bu tükenişi tescillemek demek. ‘Hayır’, adalet duygusunu yaşatmak, canlı tutmak için lazım en çok.