• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Tiyatrocu Genco Erkal: Kültür politikamız olduğuna inanmıyorum

09/12/2018 13:55

ECE KARAAĞAÇ

ece.karaagac89@gmail.com

@ecekaraagac_

Usta tiyatrocu Genco Erkal bu yıl ‘Merhaba’ adlı tek kişilik oyunuyla Dostlar Tiyatrosu’nun 50’nci yılını, kendisinin ise sahnelerde geçen 60’ncı yılını kutluyor. Erkal’la sahnede geçen 60 yılın anılarını, yıllar içinde değişen kültür politikalarını ve değişen izleyici kitlesi üzerine sohbet ettik.

Fotoğraflar: Onur Kızıldeli


En son 3 Mart 2017’de ‘Güneşin Sofrası’ oyununuz vesilesiyle bir söyleşi yapmıştık, şimdi yeni oyununuz ‘Merhaba’ vesilesiyle yine beraberiz. Nasılsınız görüşmeyeli?

Fena değilim, çalışıyoruz. Çalışınca birtakım şeyleri unutma fırsatı oluyor insanın. Genel durumlar çok kötü, çok moral bozucu çünkü. Çalışınca insan hiç olmazsa yaptığı işle ilgileniyor. Bir şeyler üreterek, sanat yoluyla olup bitenle mücadele ederek ayakta durmaya çalışıyoruz.

Merhaba oyunuyla 60’ncı sanat yılınızı kutluyorsunuz. 60 yıl çok uzun bir zaman. 60 yıldır sahnede olmak size nasıl hissettiriyor?

Valla ben evimde gibi hissediyorum. Sahne artık benim evim, hatta evimdem daha çok evim. En sevdiğim, bulunmaktan en çok hoşlandığım yer. Çünkü burada bir işe yaradığımı hissediyorum. İzleyicilerle canlı canlı karşı karşıya gelmek, karşılıklı elektriği yaşamak beni ayakta tutuyor diyebilirim. Enerjimi oradan alıyorum. Ama bunun öncesi ve sonrası da var. Oyun anındaki o birlikteliğimizi hazırlayan ve aylar süren çalışmalar yapılıyor.

‘Bildiğim tek iş bu’

Oyunun seçimi, onun dramaturjisi, provaları, kostümünün ve dekorunun düşünülmesi… Hepsi bir bütün ve ben bunun her anından keyif alıyorum, çünkü bildiğim tek iş bu diyebilirim. 60 yıldır bunu yapıyorum sadece ve bunu yapmak beni mutlu ediyor.

Peki 60 yıl önce, sahneye ilk çıktığını zamanı hatırlıyor musunuz?

Tabii, hatırlamaz mıyım? İlk olarak Yıldız ve Müşfik Kenter’le beraber sahneye çıktım ama şimdiki Kenter Tiyatrosu’nda değil, Muammer Karaca Tiyatrosu’nda. İlk oyunum ‘Çöl Faresi’ adlı bir oyundu, Muhsin Ertuğrul sahneye koyuyordu, zaten bana teklifi de o yaptı. Sağ koluna “Git Genco’yu bul, bu rolü o oynayacak” demiş. Ben de tabii hocadan bir emir gelince koşa koşa gidip oynadım.

Müthiş bir kadronun içindeydim tabii. Yıldız ve Müşfik Kenter’in yanında Şükran Güngör, Lale Oraloğlu, Sadri Alışık, Turgut Boralı, Cahit Irgat, Kâmran Yüce… Her biri ayrı birer star olan bir kadronun içinde sahneye çıktım. Ben onların yanında çömez, yeniyetme bir çıraktım. Orada üç buçuk yıl birlikte çalıştık. Yıldız Kenter’i sahne üstündeki ustam olarak kabul ettim her zaman. Oyunculuğa dair çok şey öğrendim ondan.

Peki bu isimler hiç korkutmadı mı sizi?

Çok korktum. “Eyvah!” dedim. “Ben bunların arasında ne yapacağım şimdi?” Ama hepsi çok yardımcı oldular, eksik olmasınlar. Destek oldular. Moral verdiler bana. Yalnız oynarken değil, kuliste ve provada da her an gözüm onların üzerindeydi, “Ne yapıyorlar? Nasıl yapıyorlar?” diye. Ben teorik olarak tiyatro hakkında çok bilgiliydim. Çünkü Robert Kolej’de okurken Fransızca ve İngilizce’den tiyatro teorisi okudum. Daha Türkiye’de oynanmamış oyunların metinlerini filan da okuyordum. Donanımlıydım yani ama sahne üstü başka bir şey. O konuda acemiydim. Amatör bir oyuncuydum. Ustaları izleyerek onlardan feyz aldım.

‘Çok alakasız insanlar kültür bakanı oldu’

60 yıllık sanat hayatınız boyunca birçok farklı iktidara da tanıklık ettiniz. Geçmişten bugüne, bu iktidarların kültür ve sanat politikaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bizde bir kültür politikası olduğuna inanmıyorum zaten. Dikkat ederseniz, bizde Kültür Bakanlığı da çok geç kurulmuştur, yetmişli yıllarda. Daha evvel bir Kültür Bakanlığı düşünülmemiş bile. Başta ilk kültür bakanımız Talat Halman olman üzere, ki kendisi tam da bu işe yakışır bir insandı, değerli kültür bakanlarımız oldu. Ama genelde, istisnalar bir yana, çok alakasız insanlar kültür bakanı oldular.

Bir de bir dönem kültür ve turizm bakanlığı beraberdi. Ama daha çok turizme önem verildi, şimdi de öyle. Maalesef önemsenmedi, bütçesi de olmayan bir bakanlık. Uygar ülkelerde Kültür Bakanlığı’nın bütçe içindeki payı çok önemli bir paydır, bizde sembolik bir rakam. Bu işe önem vermedikleri de oradan belli oluyor zaten.

Özel tiyatrolara verilen devlet desteği konusunu da beceremediler. Tabii biz askeri dönemler, darbeler yaşadık. Onların da ayrı sorunları oldu. Özgürlüklerin kısıtlandığı, oyunların ve turnelerin yasaklandığı dönemler oldu. Uygar bir ülkede düşünülemeyecek şeyler oldu. Sansür oldu. Oyunu ya yasakladılar ya da birçok kısmını çıkarmamızı istediler. Böyle anılarım çoktur. Çok sansüre uğradık.

‘İnsanlara reçeteler önermiyoruz’

Tam 12 Eylül ertesi ‘Her Şey Yeni Baştan’ diye bir oyun oynuyorduk. Aynı gün içinde, yarım saat arayla sivil mahkemeden “Oynanmasında herhangi bir sakınca yoktur” diye bir karar geldi, yarım saat sonra da Sıkı Yönetim Komutanlığı’ndan “Bu oyun oynanamaz” diye yasaklama geldi. Oyunu kaldırmak zorunda kaldık. 12 Mart döneminde de ‘Havana Duruşması’ diye bir oyun oynuyorduk. Tiyatronun müdürünü çağırıp “Bu oyunu kaldıracaksınız” dediler. O da “Biz neden kaldıralım? Bir sakıncası varsa siz kaldırın” dedi. Kaldırmadılar ama “Eğer bu oyunu kendi isteğinizle kaldırırsanız diğer oyunlarınızı oynamaya devam edebilirsiniz. Ama bu oyunu kaldırmamakta direnirseniz tiyatroyu tümden kapatacağız” dediler. Orada ekmek parası peşinde koşan bir kadro da var bir yandan. O tarihe “Dostlar Tiyatrosu bu oyunu kendi isteğiyle kaldırdı” diye geçti ama halbuki o tam bir tehditti ve aslında onların yasaklamasıydı.

Siz aynı zamanda epik tiyatro türünün Türkiye’deki en önemli uygulayıcılarından birisiniz. Epik tiyatro politikayla da çok iç içe olan bir tür. Siz politikayla tiyatro arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz?

Bizim tiyatromuz kuruluşundan bu yana politik bir tiyatrodur. Brecht’ten çok etkilenmiştir ama bağnaz bir Brechtçi tiyatro değildir. Oyunlarımızın tümü politiktir. Nazım oynadık, Gorki oynadık, Aziz Nesin, Can Yücel, Vasıf Öngören… Bunların hepsi çok politik yazarlar ve şairler. Belgesel tiyatroya da çok ağırlık verdik. Bütün repertuvarımız, gerek bizden gerek yurt dışından politik ağırlığı olan metinlerden seçilmiştir. Biz bir konuyu gündeme getiriyoruz; bu bizim ülkemizin ya da çağdaş bir dünyanın sorunu olabilir.

O konuyu masaya yatırıyoruz, reçeteler önermiyoruz insanlara ama bu konular üzerinde bir düşünce platformu olsun istiyoruz. Oyun orada bitmesin, seyirci oradan sonra da bu konu üzerine düşünsün ve umarız harekete geçsin istiyoruz. Seyirciyi bazı konular üzerine düşünmeye ve konuşmaya çağıran bir tiyatroyuz.

‘Beğenmediğimiz şeyleri düzeltmek için mücadele edelim’

Bir yandan da bugünün seyircisi televizyon ve internetle çevrilmiş, daha çok eğlence peşinde koşan bir seyirci gibi görülüyor. Siz bugünün seyircisini nasıl görüyorsunuz? Bahsettiğiniz konular üzerine düşünmeye ve konuşmaya müsait bir seyirci mi sizce?

Bizim seyircimiz özel bir seyircidir ve o seyircinin giderek çoğaldığını görüyorum. Tiyatroya gelen kişi sayısını nüfusa oranlarsanız çok sembolik kalır, tiyatro elbette televizyon kadar yaygın değil. Ama televizyonda da keşke sadece eğlence olsa, oysa inanılmaz bir şiddet var. Şiddet özendiriliyor. Seçilen konular insanın psikolojisini bozacak konular ve seyirciler de bayılıyor buna, en çok onlar reyting alıyor maalesef! Sadece eğlence olsa keşke, “Gülüp geçiyorlar, hoşça vakit geçiriyorlar” derdik hiç olmazsa. Yapılan işlerle şiddeti özendiren, öneren bir ortam yaratılıyor, çok sağlıksız bir şey bu.

Geçen tiyatro festivalinde de ‘Göçmenler’ adlı bir oyununuz vardı, Suriyeli göçmenleri konu edinen. Bugün Türkiye’de kabaca ‘okumuş yazmış’ olarak tarif edilebilecek kesimde de yoğun bir göç dalgası yaşanıyor, yüksek eğitimli genç insanlar çalışmak için yabancı ülkelere gidiyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu göç sanatı da etkiler mi?

Bunun ne kadar yaygın olduğunu kesin olarak bilmiyorum ama çok üzücü. Ben kendi ailemden biliyorum, kızım “Baba sen olmasan ben çocukları alır giderdim. Sen de gel, beraber gidelim” diyor. “Nereye gidiyoruz kızım?” diyorum. Burası benim memleketim, ben burada işimi yapıyorum, tiyatromu yapıyorum. “İstiyorsanız siz gidin” diyorum. “Burada yaşanmaz artık” düşüncesi var ama gitmektense burayı düzeltelim, herkes terk edip giderse ne olacak bu memleketin hâli? Asıl burada kalalım da beğenmediğimiz şeyleri düzeltmek için mücadele edelim diye düşünüyorum.

Kategori:Sanat

SON HABERLER

Türkiye'nin net uluslararası yatırım pozisyonu eksi 319,5 milyar dolar

Türkiye’nin 2025 Nisan itibarıyla net uluslararası yatırım pozisyonu (UYP) eksi 319,5 milyar dolar oldu.

Ağaçları içten kurutuyor: İstilacı teke böceği İstanbul'da görüldü

Akçaağaç, turunçgiller, at kestanesi ve çınar gibi ağaçları içten kurutan istilacı teke böceği 2014’ten sonra yeniden İstanbul’da görüldü.

25,4 milyon liralık vurgun: Paw Guards dahil beş hayvan derneğinde 10 tutuklama

Sokak hayvanlarıyla ilgili beş dernekte 10 kişi, toplam 25,4 milyon lirayı zimmetlerine geçirdikleri iddiasıyla tutuklandı.

AB, Çinli şirketlerin tıbbi cihaz ihalesine girmesini kısıtladı

Avrupa Birliği (AB), Çinli şirketlerin 5 milyon avroyu aşan tıbbi cihaz ihalesine girmesini yasakladı.

'Etkin pişmanlık' açıklamalarına soruşturma

İstanbul başsavcılığı  ‘etkin pişmanlık’ kapsamında ifadesi verenler için ‘baskı, zorlama ve tehditle ifade verdiği’ni söyleyenler hakkında soruşturma başlatılacağını duyurdu.

Ne, nerede, ne zaman: İstanbul için kültür sanat ajandası
Yazar Nermin Yıldırım: Bir keder yumağının içindeyiz

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 789 gündür hapiste

YAZARLAR

Ofansif mizah örneği olarak birkaç anayasa maddesi

Murat Sevinç

Babalar günü bu yıl da coşkuyla kutlanmadı!

Arzu Uzunali

İnsan aynı anda iki kişiyi sevebilir mi?

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Roma dondurması meselesi

Elvan Uysal Bottoni

Gelecekten ses veren siyasetçiler…

Murat Sevinç

İşgalci kelimeler

Mustafa Dağıstanlı

Dere Sokak Üçlemesi, 'Körfez'le sona eriyor

Behzat Şahin

GÜNÜN 11’İ

Zeynep Gürcanlı: CHP, üzerinde yargı eliyle kurulan baskıyı stratejik bir hamleyle kırma planını hayata geçiriyor

Korkut Boratav: Rusya'nın ABD'ye karşı nükleer tepkisi tetiklenecek mi? 

Deniz Zeyrek: Adı Atatürk Stadyumu'ydu ama milyarder vekil 'Eskişehir Stadyumu' olarak yazmayı tercih etmişti

Rükzan Sağır: Vergi, 'yaşanabilir' bir hayatın abonelik bedeli oluyor

Zülal Kalkandelen: Özal, iflah olmaz bir Amerikancıydı

Yılmaz Özdil: Ayvalık böyle, Fethiye böyle, turist diye gelip, parkta yatan var… 

Abbas Güçlü: Sınavlar için yıllarca süren hazırlık yapıyoruz ama tercihlere birkaç gün ayırıyoruz!

Adnan Gümüş: Maddi fetihler, para ve yayılmacılık tek değer haline geldi

Abdulkadir Selvi: Washington'da beklenmedik uçuş, İran'a son uyarı olarak yorumlandı

Gözde Bedeloğlu: AKP'nin zeytinlik alanların madencilik faaliyetlerine açılmasını sağlayacak teklifi yeniden gündemde

Tolga Şardan: Marmaris'te eğlence yerlerinde turistlerin bulunduğu müstehcen görüntüler Ankara'da infial yarattı

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×