MUSTAFA ALP DAĞISTANLI – MAHİR ÖZÇELİK
Devasa bir şantiye alanı öncelikle müteahhitlere yarar. Elazığ’da da böyle oldu. Yıkımlar aylarca sürdü Elazığ’da. Depremden hemen sonra orta veya az hasarlı sayılan bazı binalara sonra ağır hasarlı raporu verildi ve yıkıldı. 2020 yazında konuştuğumuz Elazığlılar, Rizeli, Trabzonlu müteahhitlerin şehre akın ettiğini söylüyordu. Nihayetinde TOKİ herşeyi yapamayacaktı. Zaten AKP hükümeti de sağlam binalar için çözümün ‘kentsel dönüşüm’ olduğunu söyleyip duruyordu. Elazığ depreminden sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da aynı şeyi tekrarladı: “Asıl mesele yıkılmayan binalar yapabilmektir. Bu işin şifresi de, anahtarı da kentsel dönüşümdür.”
Bu ‘kentsel dönüşüm anahtarı’, Elazığlılar için deprem şokundan sonra bir tür artçı şok oldu çıktı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2020 sonunda, kentsel dönüşüm kapsamına giren yerlerdeki gayrımenkullerin değerini belirledi ve yıkılan evlerinin değerini öğrenmeleri için Elazığlıları mahallelerde kurduğu irtibat bürolarına çağırdı. Başka çareleri olmayan Elazığlılar gayrımenkullerine biçilen değerleri görünce dehşete düştü. Bakanlık emlak değerlerini, piyasa rayiçlerini, gayrımenkullerin konumunu, ticari cazibesini hiçe saymış, sadece metrekare fiyatına göre değer belirlemişti.
Bu dengesizliğin en belirgin olduğu yerlerden biri Çarşı Mahallesi, Rüstempaşa ve Mustafapaşa mahallelerinin birleşme noktası olan Orduevi kavşağıydı -kentin en önemli ticari merkezlerinden biri. Burada bir işyerine depremden önce bir milyon lira teklif edilmiş, sahibi satmamış. Depremden sonra bu işyerine 270 bin lira değer biçilmiş!
‘Kentsel dönüşüm’, depremin yıktığı Elazığ’da insanları müteahhitlerin kucağına itti. Deprem mağdurları müteahhitlerin insafına terkedildi. E, müteahhitlerin de bazı becerileri var, tabii bazı müteahhitler de daha becerikli! Konuştuğumuz bir taksici anlattı, yıkılan apartmanları için üç teklif gelmiş, ama belediye hiçbirini onaylamamış. Sonunda başka bir müteahhit gelip, “Belediye encumeninden onay alırım, ama 190’ar bin vereceksiniz” demiş.
Depremden bir ay önce Tekirdağ’dan memleketi Elazığ’a dönen bir başka taksiciye kulak verelim: “Üç çocuk okutuyorum, mecburum çalışmaya. 2020 Haziran’ında evimiz yıkıldı. Müteahhit ‘110 bin liraya yaparım’ dedi. Tamam, dedik. Araya zaman girdi. Müteahhit, ‘Demir fiyatları arttı, 180 bin vereceksiniz’ diye tekrar geldi. Keşke yazılı anlaşma yapsaydık. Müteahhidin eline düştük resmen. Taksi durağında kalıyorum. Yaşamak ağır geliyor.”
Felaket fırsata döndü
Abdullahpaşa’da annesinin evi olan bir başka Elazığlının anlattıkları, felaketlerin nasıl fırsata dönüştürülebildiğini gösteriyor. Depremden önce müteahhitler gelip, “Beş katlı apartmanları üçerli gruplar halinde alalım, yedişer kat ve altlarına dükkan yapalım” demiş. Para da istememişler tabii, o fazladan iki kattan ve dükkanlardan kazanacaklar. Fırsat olmamış. Depremden sonra ‘kentsel dönüşüm‘le binalar beş katlı ve dükkansız yapılmış. Müteahhitler de her daireden 150 bin bin lira istemiş. İnsanlar da ellerinde avuçlarında ne varsa toplayıp vermiş.
Tabii, ‘kentsel dönüşüm’ün başka sorunları da var. Depremden sonra imar değişiklikleri yapıldı, fakat mantıksızlıklar herkesin dilinde. Aynı yerde kimine sekiz kat verilmiş, kimine beş kat. Depremde yıkılan, içinde 14 kişi ölen Dilek sitesi beş katlıydı, şimdi tam karşısındaki otel sekiz katlı. İki yüz metre ilerde, İl Özel İdaresi binasının olduğu alan 29 katla müteahhide verildi ve bina dikildi.
Sosyal devlet diye dillerinden düşürmedikleri şey bir soygun düzeni olarak işleyince, yüzyıllara yayılan kurallar laçkalığı hakim olunca, ‘halkın içinden çıkmış’ lider dehşet verici bir müsriflik içinde yaşarken insanlar kıt kanaat geçindikçe, bir de büyük yıkım gelince her tür fırsatçılığın önü açık demektir.
Konuştuğumuz bir Elazığlının oturduğu apartmanda hasar yokmuş. Fakat çok geçmeden bir söylenti, bir kurnazlık yayılıvermiş: “Az hasarlı yazdırırsanız boya, sıva, badanaya yetecek para verecek devlet.” Az hasarlı yazdırmışlar binayı. Sonra belediyeden gelmişler, demişler ki, “Az hasarlı değil, ağır hasarlı bu bina, boşaltın!”
Elazığlı şöyle yakındı bize: “Lanet olsun boya badanaya tamah ettiğim güne. Eğer ilk başta gerçek hasar tespiti yapılıp hasarsız yazılsaydı, sonradan gelenlere, ‘Hemşehrim, bizim raporumuzda hasar yok, sağlam’ diyebilirdik. Ama az hasarlı olunca, kapıyı hırsıza açık bırakmış olduk.”
Aynı kişi, benzer söylentiler nedeniyle, az hasarlı ama yaşlı apartmanlarını bir yenileme fırsatı doğar diyerek, kendi elleriyle vurup kırıp ağır hasarlı raporu almaya çalışanlar olduğunu söyledi.
Orta hasarlı binalar için AFAD 27 bin lira faizsiz güçlendirme kredisi veriyor. Elazığlılar bu miktarın güçlendirmeye yetmeyeceğini söylüyor haklı olarak. İşte ancak boya badanaya yeter bir para belki ve galiba bunu hibe sanıp almaya çalışmış kimileri.
Devlet kime ne kadar yardım yapılacağını açıklamıştı. Yaptı da. Fakat alması gerekirken hiç yardım parası almadığını söyleyenlere rastladık. Biri, “Tırnağımın ucu kadar kuruş yardım alabilmişsem akşam eve çocuklarıma gitmek nasip olmasın” dedi.
Bir de yardım hırsızlıkları var. Mesela kiracılara yardım diye verilecek 2 bin 500 lirayı cebe indirmek için kendi bir yakınıyla kontrat düzenleyen ev sahipleri olduğunu birkaç kişiden dinledik.
Depremde çöken ya da ağır hasarlı binalardan eşyalarını çıkaramayanlara da 30 bin lira eşya yardımı yapılacaktı. Herhalde birileri aldı, ama depremden 11 ay sonra Mustafapaşa muhtarı eşya yardımını hala alamadıklarından yakınıyordu.
Elazığlıların en büyük şikayetlerinden biri kimseye ulaşamamak, bilgi alamamak, insan yerine konulmamak, horlanmaktı. Konuştuğumuz Elazığlılar, “Haksızlıklar var, muhatap yok” diyorlardı. “Çok kötü davranıyorlar. Saygısızca, bağıra çağıra konuşuyorlar depremzedelerle: ‘Gidin! Size haber verilecek.’ Dilekçe veriyorsunuz, geri dönüş yok, cevap vermiyorlar.”
Elazığlılar umduğunu bulamadı
Depremde çok daha az hasar görmüş Malatya’yla daha çok ilgilenildiğini, Elazığ’ın üvey evlat muamelesi gördüğünü söylüyor, gazetelerinde yazıyorlardı. Üstelik, Elazığ’ın beş milletvekilinin dördü iktidar partisi AKP’dendi. Bütün zamanların güçlü figürü, Sedat Peker’in ifşaatlarında trilyonluk ‘mallara çöktüğü‘ söylenen Mehmet Ağar Elazığlıydı, adı kadın cinayetine karışan (Elazığ’da sokaklarda konuşuluyor bu iş) oğlu Tolga Ağar da AKP milletvekili. Bu iktidar gücünden de umduklarını bulamadı Elazığlılar.
Bunun karşılığı olarak 2020’deki AKP il kongresi de, Tayyip Erdoğan’ın depremin yıldönümünde Elazığ ziyareti de gayet sönük geçti. Ne iktidar sahip çıkmıştı, CHP milletvekili Gürsel Erol’un araştırma önergeleri dışında ne muhalefet, ne de anaakımıyla, alternatifiyle medya.
Bardağı taşıran son damla, 22 Ağustos 2020’de 10 kişinin öldüğü selden sonra Giresun Dereli’nin afet bölgesi ilan edilmesi oldu. Elazığ yaşadığı büyük yıkıma rağmen afet bölgesi ilan edilmemişti çünkü. Elazığlılar işte bunun üzerine sosyal medyada ‘Sahipsiz Elazığ’ etiketiyle kampanya başlattı.
AKP Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ, şöyle cevap verdi bu çaresiz yakınmaya:
”Tabii ki sahibi var Elazığ’ın. Allah’tan sonra Tayyip Erdoğan var. Elazığ’ın sahibi yok diyenlerin sahibi yok, gitsin kan tahlili yaptırsınlar. Boşa gelmiş yazmışlarsa bir şey demiyorum, sırf muhalefet olmak için bu kampanyayı başlatanlara kan tahlili yaptırmak lazım, Covid-19 değil, ihanet 19 var bunların kanında.”
Ama iktidarın nobranlığı bununla sınırlı değildi. Mart 2021’de Meclis Deprem Araştırma Komisyonu Elazığ’ı ziyaret etti. Tabii sorunsuz yerleri gezdiler. Gazeteciler ilk fırsatta sorunlu yerlerden Abdullahpaşa mahallesindeki bazı sıkıntıları dile getirince, yapılanlara şükredilmesi gerektiğini buyuran bir AKP milletvekilinden şu cevabı aldılar: “Tavuk bile su içtikten sonra başını kaldırır Allah’a bakar.”
AFAD yardım kampanyası açmıştı: “Elazığ ve Malatya Yardım Kampanyası kapsamında, banka hesaplarında 70.149.756 TL, SMS sisteminde 27.921.850 TL olmak üzere toplam 98.071.606 TL yardım toplamış”.
Sonra 30 Ekim 2020’de İzmir’de deprem oldu. O sırada hala enkaz halindeki Elazığ’ın valiliği Elazığlılardan İzmir için yardım istedi. Dayanışma iyidir de…
Elazığ’ın sorunları, dertleri saymakla bitecek gibi değil, diye düşünüyordum ki, Elazığ Valiliği’nin internet sitesini açtığımda çok yanıldığımı gördüm. Meğer Elazığ için de, tüm Türkiye için de sihirli bir formül varmış ve uygulamaya geçmiş bile. Meğer ‘valilik ve kaymakamlıklarda hizmete sunulan’ bir Açık Kapı projesi varmış, ‘4 yılda 5 milyon 747 bin talebin tamamına yakını çözüme kavuşturulmuş‘muş. Her talep dinleniyormuş, inceleniyormuş. Kütüphane talepleri bile karşılanıyormuş.
Elazığlılar kendilerini dinleyecek, insan yerine koyacak, dertlerine derman olacak kapı bulamamaktan şikayetçiydi, bu sihirli ‘Açık Kapı‘dan haberleri var mı acaba?