
Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
6 Şubat’ta ülkece yüzyılın en büyük felaketlerinden biriyle karşı karşıya kaldık. Kahramanmaraş merkezli iki depremin ardından hepimiz karmaşık duygular içindeyiz.
Hayatta kalıp günlük rutinimizi devam ettirmeye dair hissettiğimiz suçluluk ile acı, üzüntü, öfke, kaygı, umut, korku, umutsuzluk ve çaresizlik gibi farklı duyguları aynı anda yaşıyor, bir yandan da tek yürek olup bölgeye elimizden geldiğince yardım göndermeye çalışıyoruz. Sadece ülkemizdeki vatandaşlarımız değil, yurt dışında yaşayan birçok insanımız da başka ülkelerin vatandaşları da sınırlardan bağımsız, insan olmanın ortak paydasında buluşup benzer duyguları hissederek desteğini esirgemiyor.
Dolayısıyla, bölgede depremi yaşayanlar da bölge dışında olup olan biteni medya ve sosyal medya aracılığıyla takip edenler de -yani hepimiz- travmatik bir süreçten geçiyoruz.
Üzgün ve öfkeli hissetmek normal
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları vatanseverdir, kötü günde birbirine destek olur, travmatik olaylar karşısında kenetlenir. Bu gerçeği hiç kimse değiştiremez. Yakın çevrem bilir, ben de birçok vatandaşımız gibi vatansever bir insanım. Ailemden iki kişi de senelerce Türk Silahlı Kuvvetleri’nde general olarak görev yaptı. Yani, çocukluğumda öğrendiğim öncelikli şeylerden biri, ülkemi sevmek ve hizmet etmek oldu. Hala da -birçok vatandaşımız gibi- bu görevi elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum.
Yalnız, dürüst olmam gerekirse ben 1999’da Adapazarı bölgesinde depremi deneyimlemiş; enkaza dönen bir evden çıkmış, birçok arkadaşını ve yakınını kaybetmiş bir insan, bu ülkenin bir evladı olarak sık sık benzer travmalara maruz kalmamızı ve bu travmatik deneyimler karşısında çok önceden almamız gereken önlemleri hala almadığımızı görüyor, üzülüyorum.
Bu deprem, ‘asrın felaketi’ olarak nitelendiriliyor, diğerlerinden farklı olduğu söyleniyor. Bu işin uzmanı değilim ama 24 sene önce benzer bir felaketi yerinde deneyimlemiş bir vatandaş olarak düşüncem şu: Deprem önlenemeyebilir ama can kaybını en aza indirgemek ve deprem sonrası etkin müdahale için organize olabilmeyi başarmak mümkün olmalı. Üstelik de teknolojinin bu kadar geliştiği ve sosyal medya aracılığıyla bile organize olup hayat kurtarmaya vesile olunabilen bir çağda yaşarken…
Uzmanlık alanım olmadığı için bu konuda daha fazla yazmam doğru olmaz. Zaten konunun uzmanları hemen her gün ekranlarda görüşlerini dile getiriyor. Ben de herkes gibi bu olayda ihmali olanların cezasını çekmesini umuyorum.
Eleştirmek, saldırmak veya kışkırtmak demek değildir
Sizlerle samimi olarak paylaşmak istediğim diğer bir konu da bu satırları yazarken, ‘Acaba yanlış anlaşılır mıyım’ kaygısı taşımam. ‘Öyle dersem, böyle anlaşılır mı?’, ‘Biri bir şeyi yanlış anlar ve hak etmediğim bir muameleye maruz kalır mıyım?’ endişesiyle ülkemi bu kadar sevip kimseyi kırmamak için bin dereden su getirirken, bu kaygıyı hissetmek, açıkçası kendi adıma ağrıma gidiyor. Eminim birçoğumuz benzer duyguları hissediyoruzdur. Ekranda -depremzedeler dahil- birçok insanın, içinde bulunduğu durumu tarif ederken bile kendisini “Kimse lütfen yanlış anlamasın, ben siyaset yapmıyorum” ya da “İstemeden de olsa birilerini kırdıysam çok özür dilerim” demek zorunda hissetmesi de yanlış anlaşılmaya dair kaygıdan olsa gerek.
Özellikle böyle travmatik dönemlerde üzgün ve öfkeli hissedebiliriz. Bu gayet doğal. Öfkeli hissetmek ve eleştirmek, saldırmak veya kışkırtmak demek değildir. Bunların ayrımını doğru yapmaya ve hak edene hak ettiği ceza verilirken masumu da aynı kefeye koymamaya özen göstermeliyiz. Böylece acı deneyimlerimizden öğrenebilir, kendimizi geliştirebilir, ülkemize daha fazla katkı sağlayabilir ve dolayısıyla öğrenilmiş çaresizliğe kendimizi mahkûm etmeyiz.
Zihinlerdeki soru: Unutulacak mıyız?
1999 depremini yerinde yaşamış biri olarak söylemem gerek ki deprem gerçekten insanın yaşayabileceği en travmatik deneyimlerden biri. Her ne kadar her birey depremin kısa ve uzun vadeli psikolojik etkilerini farklı şekillerde hissetse de insanın tüm bu süreçlerde psikolojik desteğe ihtiyacı olabiliyor.
Günlerdir bölgede hayatta kalan ve iletişime geçebildiğim tanıdıklarımla yazışıyorum. En büyük korkularından birisinin ‘unutulmak’ olduğunu dile getiriyorlar.
‘Şu an her şey tazeyken, konu gündemdeyken herkes yardım etmeye çalışıyor; fakat bir ay içinde, konu gündemden düştüğü zaman bizi burada unuturlar mı?’, ‘Başımıza ne gelecek?’, ‘Bundan sonra ne yapacağız?’ gibi sorular zihinlerinde dönüp duruyor. ‘Biz millet olarak her şeyi hemen unutuyoruz’ ezberimizden yola çıkarak haklı olarak kaygılanıyorlar.
Oysa güvende hissetmeye ihtiyaçları var. Bir canlının en temel ihtiyaçlarından biri, güvende hissetmektir. Şu ana kadar gerçekleştirdiğimiz dayanışmayla bu güven duygusunu o insanlara biraz da olsa vermiş olsak bile görünen o ki, ‘Önümüzdeki aylarda da yanımızda olacaklar mı’ sorusunun cevabını duymaya ihtiyaçları var.
Deprem bölgesinden bir öğrencim şöyle yazmış bana: “Hocam Allah razı olsun, insanlar yardım gönderiyor. Yardım etmek için bölgeye gelmek istiyorlar. Yalnız, her ne kadar yardım etme heyecanıyla kendilerine bir şey olmayacağını sansalar da buraya geldikleri zaman üşüyecekler, acıkacaklar, yorulacaklar ve tükenecekler. Bize uzun vadede yardımcı olamayacaklar. Bu yüzden hemen herkes buraya koşup tükeneceğine, yardım etme istek ve enerjilerini uzun vadeye yayarlarsa yığılma ve tükenme önlenir, daha etkili olur.”
Yani, enerjimizi tasarruflu kullanıp doğru zamanda, doğru müdahaleyi yapmamız gerek. Duygusal davrandığımız kadar akılcı, yani gerçekçi ve planlı davranmayı da öğrenmemiz şart.
Süreç olağan dışı ama hissettiklerimiz olağan
Yaşadığımız bu felaketin ardından -başta deprem bölgesinde bulunan veya yakınlarını kaybetmiş vatandaşlarımız- hemen hepimiz kaygı, öfke, korku, üzüntü, panik, suçluluk, hayal kırıklığı, çaresizlik ve tükenmiş hissedilebiliriz. Hatta zaman zaman hissizlik de yaşayabiliriz. Unutkanlık, yorgunluk, odaklanmakta ve karar almakta zorlanma, yol-yön bulmaya çalışırken güçlük çekme, olay anının tekrar tekrar hatırlanması, zihinde beliren korku hissettiren görseller, karmaşık düşünceler, kâbus görme ve uyku bozuklukları, depresif ruh hali de yaygın olarak görülebilir. Titreme, baş dönmesi, çarpıntı, iştahta artma ya da azalma, sindirim sistemi problemleri, öfke patlamaları, kendini izole etmeyi isteme, başkalarını suçlama, ani tepkiler verme ya da tepkisizlik, yaşananları sık sık anlatma isteği ya da anlatmaktan kaçınma, ilişkileri sürdürmekte güçlük çekme de sürecin olağan belirtileri arasında sayılabilir.
Bu belirtiler zamanla azalabilir, artabilir ya da farklılık gösterebilir. İhtiyaç halinde uzman desteği almak yerinde olacaktır.
İlk etapta psikolojik ilk yardımla yaşanan bu acı deneyimin etkilerini bir nebze hafifletebiliriz. Bu sebeple de karşımızdakine doğru yaklaşmayı öğrenmeli ve deprem bölgesinde bulunmasak da bölgede olup biteni takip edenler olarak oradakilere uzun vadede destek verebilmek için duygusal açıdan kendimizi korumaya dikkat etmeliyiz.
Ne yapmalıyız?
Eğer bir depremzedeyle konuşacaksak öncelikle karşımızdaki kişinin tıbbi müdahale gerektirecek herhangi bir yarası olmadığından ve yaşamsal temel ihtiyaçlarının karşılandığından emin olmamız gerek. Kendisini bedensel ve duygusal olarak güvende hissetmesi önemli. Bu yüzden de güvenli bir alanda, olabildiğince sakin bir tutumla, karşımızdaki kişiye şefkatle yaklaşmamız, göz teması kurmaya özen gösterip onu yargılamadan dinlediğimizi hissettirmemiz gerek.
İnsanlar deneyimlerini paylaşmak istemezse saygı duyup anlatmaları için onları zorlamamalıyız. “Anlat, içine atma rahatlarsın” demek yerinde bir davranış olmaz. Anlatmak isterse dinlemek için hazır olduğumuzu göstermeliyiz.
Hayatta olan yakınlarıyla -olabildiğince- iletişim içinde kalmaları için onları desteklemeliyiz.
Bu süreçte hissettikleri tüm duyguların sürecin bir parçası ve doğal olduğunu hissettirmemiz de yardımcı olabilir.
Sözünü kesmeden, tavsiye vermeden, ‘Yine de haline şükret’ gibi yüzeysel güzellemeler yapmadan karşımızdakini dinlemeye çabalamalıyız.
Ayrıca, travmatik süreçlerde bağ kurmanın ve iletişimde kalmanın yaşanan sürecin yaralarını sarmak adına hayli etkili olduğunu kendimize her daim hatırlatalım.
Ne duymak istiyorlar?
Deprem bölgesindeki insanlar, güvende hissetmek, unutulmayacağını bilmek, diğer insanların, acılarını paylaşmak için yanlarında olduğunu ve olmaya devam edeceğini duymak istiyor. Bu yüzden, gerek deprem bölgesinde olanlar gerekse olmayanlar sürekli haber dinlemek yerine, ara ara haberleri takip etmemeye, yürekleri acıtan görüntüleri yine yürekleri acıtan müzikler eşliğinde önümüze sunan paylaşımlardan uzak durmaya, deprem bölgesi için verebileceğimiz desteği günlük rutinimizi aksatmadan vermeye özen göstermeli.
Deprem bölgesinde olmayanlar da -yaşananlara uzaktan da olsa şahit olduğumuz için- travmatik bir süreçten geçiyoruz. O bölgede olan insanlarımıza uzun vadede yardımcı olabilmek için kendi ruh sağlığımızı olabildiğince korumamız gerekiyor. Kendimizi acıya maruz bırakarak bölgedeki insanlarımızın acısını paylaşmış olmuyoruz.
Dolayısıyla, bölgedeki insanlarımızın ihtiyaçlarına cevap verebilmek için kendimizi bırakmaya değil, alan açarak kendimizi güçlendirmeye ihtiyacımız var.
‘Millet olarak her şeyi hemen unutuyoruz’ cümlesini unutalım
Ağzımızdan düşmeyen, “Biz millet olarak her şeyi hemen unutuyoruz” cümlesini tamamen unutalım ve acı deneyimlerimizi unutmayıp bu deneyimlerin tekrar yaşanmaması için elimizden geleni yapalım.
Bölgenin tamamen toparlanması için geçecek zaman içinde enerjimizi tasarruflu kullanıp akılcı ve gerçekçi davranıp vereceğimiz desteği bu zamana planlı bir şekilde yayalım. Bugünü, yarını düşündüğümüz kadar önümüzdeki ayları da düşünelim. İki bot, iki battaniye gönderip kenara çekilmeyip önümüzdeki aylarda da bölgedeki ihtiyaçlara duyarlı olalım.
Şevkimizi farklı şekillerde kırmaya çalışanlar illa ki olacaktır ama unutmayalım ki biz güzel bir ülkenin güzel insanlarıyız. Her ne koşulda olursa olsun iletişim içinde kalalım, bağlarımızı daha da kuvvetlendirelim ve ne kadar zorlanırsak zorlanalım birbirimizden asla vazgeçmeyelim.
Hepimize geçmiş olsun!