NURAY MERT
Meğer bütün dertleri, dayatma sırasının kendilerine gelmesiymiş. Din ve vicdan özgürlüğünden anladıkları din dayatmasıymış (daha doğrusu ‘din’den kendileri ne anlıyorsa onu).
Ceberrut bir laiklik anlayışından çok çektik. Bu ülkenin normalleşmesinin yolunun laiklik adına her türlü dayatmaya son verilmesinden geçtiğini söyledik.
Yıllarca sadece başörtülü olduğu için üniversiteye sokulmayan öğrencilerin utancını yaşadık. Kamu görevlerinde başörtüsü takma özgürlüğü, Meclis’e başörtüsüyle girme özgürlüğüyle ise daha yeni tanıştık.
Gelgelelim benim gibi düşünenler için, özgürlük adına duyulan sevinç kursakta kaldı. Kendini ‘dindarların iktidarı’ diye tanımlayan mevcut iktidarın giderek otoriterleşmesi, bu otoriterleşmeyi din-devlet-millet kucaklaşması olarak takdim etmesi, bizi işin özgürlükler meselesi olmadığı acı gerçeğiyle bizi çoktan tanıştırmıştı. İş döndü dolaştı, ‘Şimdi dayatma sırası bizde’ noktasına vardı.
Laiklik bu yüzden önemli
Zorunlu din dersi, dayatma mantığının en çarpıcı örneklerinden biri. Daha acıklısı, bu tür dayatmalara karşı en çok sesin Alevilerden çıkıyor olması. Çünkü bu bir mezhep meselesi değil ve olmamalı.
En çok ses çıkaranlar dindar kesimin içinden olsaydı, bu ülke için büyük umut olurdu, olmadı. Evet, ‘istemeyenin din dersi almasına karşı çıkmak’ta başı çekenler laikler ve Aleviler değil, yakın geçmişte din ve vicdan özgürlüğü adına mücadele edenler olmalıydı. Öyle olduğu için, mesele ‘inanan-inanmayan’ ve/veya ‘Alevi-Sünni’ meselesine dönüyor.
Böylesi çok tehlikeli bir gidiş. Laiklik işte bu nedenle çok önemli, bu nedenle demokrasinin olmazsa olmaz koşulu.
Her iki yol da çıkmaz sokak
İslamcı/muhafazakar kesimin, öteden beri ‘laiklik’le başının hoş olmadığını biliyoruz. Doğrusu, inananlar için, dinin kamu alanından kovulması kabul edilebilir, daha doğrusu uygulanabilir bir şey değil. Cumhuriyet’in kuruşundan bu yana, ‘laiklik’ten anlaşılan bu olduğu için, insanlar başörtüsüyle kamu hayatına katılamadı, açıkça cuma namazına gidiyorum diyemedi, çocuğuna gizlice dini eğitim aldırmak zorunda kaldı…
Keşke, bu ceberrut laiklik anlayışı ve siyaseti, muhafazakarlara, dayatmacılığın nasıl bir çıkmaz yol olduğunu göstermiş olsaydı, öyle olmadı. Zamanında laiklik adına dayatmacılığı destekleyenler sevinmesin, haklı çıkan onlar değil; onlara din ve vicdan özgürlüğü adına karşı çıkanlar da en az onlar kadar dayatmacı olduklarını göstermiş oldu, hepsi bu.
Her iki yol da çıkmaz sokak, her ikisinden de toplumsal barış çıkmaz. Bakalım şimdi ‘muhafazakarlar’ın bunu anlaması ne kadar zaman alacak, daha önemlisi nelere mal olacak.
Laiklik, toplumsal barış ve demokrasinin olmazsa olmazı
İşte bu nedenle şimdi ‘laikliği savunma’ zamanı. Eski düzen ve anlayışın yarattığı sorunların çözümü laikliğin demokrasiyle barışmasıydı. Sorun laiklik adına demokrasiden, özgürlüklerden vazgeçilmesinin mubah sayılmasıydı, laiklik değil. Sorun, laiklik adına pozitivist dünya görüşünü dogma, dini düşünceyi hurafe saymaktı. Sorun dindar insanı gerici ve cahil saymak, saygı duymamaktı.
Laiklik, sadece bizim ülkemizde değil, Batı dünyasında da, bu illetlerden kurtulmak zorundaydı. Nitekim böylesi bir laiklik anlayışı çokça eleştirildi, dönüştürüldü. Ancak, dinin ‘siyasi otorite/meşruiyet kaynağı olmaktan çıkması’ ve ‘toplumsal hayatı siyasal sistem yoluyla tanzim etme iddiasından vazgeçilmesi’ anlamında laiklik, toplumsal barışın ve bu anlamda demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle şimdi, laikliği yeniden tartışma zamanı.
Aksi halde, iktidarın din dayatması otoriterliğini, otoriterliği din dayatmasını pekiştirmeye devam edecek. Aksi takdirde, iş inanan-inanmayan, Sünni-Alevi ayrışmasına dönüşecek.
En kötüsü de böyle bir anlayış, Alevilere, gayrimüslimlere mahsus düzenlemeleri demokratikleşme diye sunacak.