Türkiye’de kadına yönelik şiddetin “reyting” malzemesi haline getirildiği televizyon programlarında son dönemde bir “yenilenme” var. Muhabir, haberci, tartışma programı, ana haber bülteni sunucusu kadınlar gündüz kuşağına geçti ve görünen o ki kadına yönelik şiddet, çocuk istismarının toplumda yarattığı etkinin, öfkenin, toplumun geniş kesimlerinin bu konudaki artan hassasiyetinin ekmeğini yemek isteyen piyasacı anlayış, madende yeni bir damar keşfetti.
Bu programlar şiddetin yalnızca yaşandıktan sonraki görünümlerine odaklandıkları için şiddeti bir çeşit “adli suç” haline getiriyorlar. Bu da şiddetin bir sonuç olduğunun, önlemek için devlete, topluma, aileye, çevreye düşen sorumluluklar olduğunun, şiddetin önlenmesinin kamusal bir sorumluluk olduğunun, meselenin sadece şiddet yaşanıp zararları ortaya çıktıktan sonra gündeme gelecek bir mesele olmadığının üstünü örtüyor. Bu türden programların hiçbir biçimde hak, hukuk, adalet, toplumsal mücadele, dayanışma, birlikte hareket etme gibi bir perspektifi yok.
Kadına yönelik şiddet, iktidarın tüm normalleştirme çabalarına rağmen toplumun en çok politikleştirdiği konulardan biri… Bugün toplumda pek çok konu ayrışma ve kutuplaşma konusu olabiliyor, ama bizim gözlemimiz, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, hangi inanca sahip olursa olsun geniş kesimlerin gözünde “Hükümetin durdurmadığı, engellemediği, yargısıyla, kolluğuyla, şiddet faillerine bilerek yol verdiği, sınıfta kaldığı” bir mesele. Bu programların bu zemindeki toplumsal öfkeyi geçirdiği elek de tam da bu nedenle çok önemli.