EBRU AYDIN
Yazar Seray Şahiner’le 8 Mart, kadın mücadelesi, edebiyat ve romanları üzerine konuştuk. Şahiner, “8 Mart’ta sokağa çıkan kadınlar eve kapatılmış kız kardeşlerimizin üstüne örülmüş duvardan bir tuğla çekiyor. Şiddet mağduru olup sesini duyamadığımız arkadaşlarımızın yerine de ses veriyor” diyor.

Fotoğraflar: Sedat Suna
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 1990’lı yıllardan başlayarak daha da kitleselleşmesi yönünde geçirdiği değişim konusunda ne düşünüyorsunuz?
Kadınların yaptığı her şeyin haber değeri olduğu bir çağda, sokaktaki gücümüz daha da kıymetli. Kahkaha atmamız, mini etek giymemiz, çalışmamız, gece o saatte sokakta ne işimizin olduğu, televizyonda ‘bilirkişilerce’ tartışılıyor. Tecavüz galerisi için tıklayınız diye fotoğraf galerisi olan internet siteleri görüyoruz. Her türlü hak gaspı normalleştirilmeye çalışılıp her türlü hakka haber değeri atfediliyor. Böyle bir ortamda, sokağa çıkan kadın sadece kendisi için çıkmıyor aslında. 8 Mart’ta, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde, kadın mücadelesine dair her türlü eylemde sokağa çıkan kadınlar, eve kapatılmış kız kardeşlerimizin üstüne örülmüş duvardan bir tuğla çekiyor. Şiddet mağduru olup sesini duyamadığımız arkadaşlarımızın yerine de ses veriyor, o saatte mesaide olduğu için sokağa çıkamayan emekçiler için de hakkını sömüren patronla kavga ediyor. Sokağa çıkmasındaki haber değerinin altını oyuyor. Sokağa çıkan kadınlar, parmakla gösterilmeye karşı yumruklarını kaldırıyor.
Türkiye’de özellikle son on yılda evrilen kadın hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sokaklardan bizden önce geçen kadınların da rüzgârıyla ilerliyoruz. Son dönemde, mücadele sadece fiili hak gaspları üzerinden yürümüyor. Dilin şiddeti ile de mücadele ediliyor. Sonuçların yahut sebeplerin söylem ile normalleştirilmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor ve bu büyük oranda etkili oluyor. Misal, kadın cinayeti nasıl haberleştirilmeli diye bültenler yayınlanıyor artık. Taciz, tecavüz, ev içi şiddet nasıl haberleştirilir, söylem ile meşrulaştırılmasının önüne nasıl geçilir içerikli makaleler yayınlanıyor. Bu çalışmalar, olayların algılanma biçimini de değiştirerek normalize edilmesinin önüne geçiyor.
Sizce Türkiye’de kadın hareketinin kazanımları oldu mu? Örneğin Çilem ve Nevin davaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kadın hareketinin, ‘öz savunma-nefsi müdafaa haktır’ lafının altını ısrarla çizmesi, bu konuda bir bilinç oluşmasında çok etkili oldu. Ya ölü ya katil yaftası ikilemine bir hayati şans: Yaşam hakkı. Bunu sağlayan en önemli etkenlerden biri, kendini savunduğu için tutuklanmış kadınların, mahkemelerin, cezaevlerinin önünden ses veren kadınlar. Sadece kadın meselesine dair değil, bütün hak davalarında gördüğümüz bir şey var. Bir mahkemenin avlusundakiler, o mahkemenin kararlarını yargılar. İşte o avlularda bekleyen kadınlar, mahkemelerin önünden ses vermekle kalmıyor, kendini savunan kadınların kapatıldığı hapishanelerden bir tuğla çekiyor. Bu tarz her davayı otobüslere binip şehir şehir takip ediyorlar. Bu tarz davalarda, mahkeme beraat verse bile mevzunun haberleştirilmesi, itham eder nitelikte olabiliyordu. Kadın hareketinin duruşu ve söylemi bu durumu büyük oranda değiştirdi. 2017’de, Nevin Yıldırım’ın Ankara’da görülen bir davasında Çilem Doğan’ı gördüm. Tanışmadığı ama verdiği mücadeleyi yakinen bildiği bir kadın için oradaydı. Duruşundaki, bakışındaki metanet görülmeye değerdi. Öz savunma haktır söylemi bu kadar dillendirilmemiş olsa, beraat etse de iyi ihtimalle ‘kader kurbanı’ olarak haberleştirilecekti belki. Ama orada, o mahkemenin önünde, hakkını savunmuş, kazanmış dik bir kadın olarak bulunuyordu.
Çilem Doğan hapisten yazdığı bir mektupta diyordu ki, “Kadın arkadaşlarım, hiçbir zaman kirpiğiniz yere düşmesin.” Çilem’in dava süreci gösterdi ki, hep birlikte kirpiklerimizi kırpıştırsak hortum yaratırız.

Çilem Doğan Fotoğraf: DHA
Sizce kadın hareketi bundan sonra Türkiye’de nasıl bir gelişim gösterecek?
Baskılar artıyor ama sesimiz de artıyor. Ses verecek daha çok mecramız var, internet de sokak da çok daha etkili kullanılıyor artık. Ağırlıklı olarak kadınlar üzerine tehdit olarak kullanılan mahalle baskısı var. Bu durumu, yapılan tacizi, hak gaspını ifşa ederek tersine çeviriyor kadınlar.
Eserlerinizde başkahramanlarınız çoğunlukla kadınlar. Kadına şiddet, kadın sorunu kitaplarınızda temel mesele gibi. Karakterlerinizi neye göre seçiyorsunuz?
Genelde dert edindiğim yahut öfkelendiğim bir durum beni yazmak için masaya oturtuyor, yahut ses vermek için sokağa çıkarıyor. Şimdiye kadar genel olarak arada kalmış kadınları yazdım. Gelin Başı’ndaki kadınlar taşra kültürü ve şehirlilik arasında, Hanımların Dikkatine’dekiler, medya ve reklamların söylemi ile gündelik hayatın seyri, Antabus’taki Leyla ölüm ile yaşam, Kul’daki Mercan ise, aile olma baskısı ve kendi yalnızlığı arasında kalmıştı. Halimiz, durumumuz kartvizitimiz olarak algılanıyor. Bu arada kalmışlıkların getirdiği ikilemler sonucu kendi yolunu arayan kadınlara, onları yazarak yarenlik etmek istedim.
Sizi en çok etkileyen kadın karakteriniz hangisi?
Antabus romanımdaki Ülker Abla. Başkarakter değil. Kitaptaki Leyla’nın yol göstericisi. İlahi Komedya’da kahramana Araf’ı gezdiren Vergilius gibi. Araf, çünkü ikisi de ölüm ve yaşam arasında kalmış kadınlar. Ülker çareyi firarda bulmuş ve hayatla mizahı kalkan ederek başa çıkmaya çalışıyor. Hayatı boyunca ya zulüm görmüş ya dışardan bakanlar tarafından acınmış. ‘Başkasının derdi’nin kullanışlı olmasını eleştiriyor. Diyor ki: “Başkasının derdi olmasa insan kendi kahrından ölür. El derdi her derde devadır: Bakar bakar, ‘Benden kötüleri de var’ deyip haline şükreder, kendi derdini unutursun. ‘Vah vah’ deyip kâfi merhameti gösterdiğin an görevin biter. ‘Ah’ dersin, ‘vallahi çok üzüldüm, ben çıkayım biraz kafamı dağıtayım.’ El derdi insanın kendi derdini unutmak için edindiği zevktir.”
Peki kadın ve erkek okuyucularınızın tepkileri arasında bir fark var mı?
Aslında çok büyük bir fark yok. Savunduğumuz ve kızdığımız karakterler genelde aynı oluyor.
Son kitabınız 2017’de yayımlanan Kul’du. Yeni roman/öykü kitabı hazırlığı var mı? Başkahramanlarınızın gene kadın olacağını söyleyebilir miyiz?
Bir öykü kitabı üzerine çalışıyorum. Öykülere baktığımda başkahramanı kadın olan da erkek olan da var. Almadovar’ın Kırık Kucaklaşmalar filminde, kadın sevgilisine diyor ki, “Ne düşünüyorsun” yazar olan sevgilisi de diyor ki, “Bilmiyorum, daha masaya oturmadım.” Ben de daha masadan kalkmadığım için son durum ne olur bilemiyorum. Ama sınıf meselesi üzerinden ilerleyeceğim kesin.
Türkiye edebiyatındaki kadın yazarlar arasında sizde özellikle yer eden kimler var?
Sevgi Soysal’ın benim için çok ayrı bir yeri var. Tenta Rosa’yı çok geç okudum misal, kitabı okurken dedim ki, keşke daha önce okusaydım, başka bir kadın olurdum. Leyla Erbil, Füruzan, Tomris Uyar beni çok etkileyen yazarlar.
Son olarak 8 Mart sloganınız ne olurdu?
Kahkahamız sloganımızdır.