Türkiye ile Rusya arasında muazzam bir işbirliği potansiyelinin harekete geçmekte olduğunu ve hayata geçirilen iddialı projelerle iki ülke arasında tam anlamıyla bir karşılıklı bağımlılığın ortaya çıktığını belirtmeliyiz. Bu ölçüde bir bağımlılık, kuşkusuz her iki tarafı da birbirine karşı belli bir özenle hareket etmeye itecektir.
Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin dış politikasında Rusya boyutunun giderek daha baskın bir yer kazanacağını söylemek bir kehanet olmaz.
Bu durumu Türk dış politikasının üzerine oturduğu ağırlık merkezleri bakımından önemli bir faktör olarak şimdiden kayda geçirmemiz gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ölçüde Rusya’ya yakınlaşırken, aynı zamanda başta ABD olmak üzere Batı dünyasına, elindeki kartların zayıf olmadığı, yüzünü Doğu’ya da dönebileceği mesajını vererek, Türkiye’nin pekâlâ daha bağımsız bir hareket alanı bulunduğunu hissettirdiği tartışma götürmez.
Buradaki bütün mesele Türkiye’nin ana doğrultu olarak Batı’ya yönelişinin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi ideallere dönük temel bir tercihi de yansıtmasıdır. Rusya, ne kadar büyük çıkarlar söz konusu olsa da, bu anlamda Türkiye açısından bir çekim merkezi değildir.
Türkiye kendi çıkarlarının gerektirdiği ölçüde Rusya’ya yaklaşırken, iç düzeni açısından Rusya’yla benzemekten kendisini sakınmalıdır.