Türkiye, Hatay’ın hemen karşısındaki İdlib’de ateşkes rejiminin devamından yana. Bütün gücüyle bunu sağlamaya çalışıyor. Çünkü, ateşkes bozulduğu takdirde rejimin kuzeye doğru ilerlemesiyle patlak verecek bir çatışma ortamının kendi sınırlarına doğru tetikleyeceği yeni bir göç dalgasından, bunun yol açabileceği devasa sorunlardan çekiniyor.
İdlib’de sükûnetin devamı, bir anlamda buradaki mevcut statükonun da büyük ölçüde sürmesi anlamına geliyor.
Ancak İdlib’de statüko dediğimiz zaman, sahada ağırlıklı olarak Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) adındaki örgütün alan hâkimiyetine dayanan bir realiteyi anlamamız gerekiyor. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre sahada 12-15 bin arasında bir askeri güce sahip olan bir örgütten söz ediyoruz.
Mesele şurada çatallaşıyor. HTŞ, dünkü yazımızda izah ettiğimiz üzere BM Güvenlik Konseyi tarafından “terörist örgüt” kategorisinde görülüp yaptırım listesine alınan, üstelik Türkiye’nin de bu şekilde tanıdığı bir organizasyon.
Rejim ve Rusya ikilisi, İdlib’de kuzeye doğru topyekûn bir askeri harekâta girişemiyorlarsa, bu durum, önemli ölçüde Türkiye’nin sahada yarattığı fiili caydırıcılığın bir sonucudur. Bununla birlikte, rejim, sınır hattı boyunca muhalefet bölgesine doğru topçu ve roket atışlarını genellikle ara vermeksizin sürdürüyor.
Diğer yandan bu örgüt BM Güvenlik Konseyi’nin terörist listesinden çıkartılmadığı sürece de HTŞ sorunu gündemde kalmaya devam edecektir. Tabii, Türkiye ile Rusya arasında bir pürüz olmaya da…