Serbest piyasa ekonomisinde ürün ve hizmet satışlarında fiyatı belirleyen temel faktör arz-talep ilişkisidir.
Bir ürünün fiyatı ederinden fazla ise satılmaz ya da çok az satılır ve kâr maksimizasyonu için fiyatı zamanla düşer. Çok düşük ise üretim ve hizmet hızı en yüksek seviyesine gelip kâr sabit kalmasındansa fiyat zamanla artırılıp yine kâr maksimizasyonu yapılmaya çabalanır.
Kısaca pazarda 1 lira kâr ile tüm ürünü 10 dakikada satmaktan ya da çok yüksek kâr ile sadece bir kısmını satmak yerine aslolan çalışmaya ayrılmış süre içinde tüm işi en yüksek kazançla yapmaktır.
Devlet yönetimi ise yapmakla görevli olduğu hizmetler neticesinde vergi toplarken serbest piyasayı bozmamalıdır. Ağırlıklı olarak malın kümülatif olarak çoğalması ve doğası gereği lüks olanın yüksek maliyetle pahalı olması ile vergi; malın fiyatı üzerinden artan oranlarla uygulanır.
Türkiye’de işveren sahip, işçi köle olarak konumlanıyor, devletse sahiplerin biraz daha köleyi besleyebilmesi için keyfini yerine getirebilmeye çalışıyor.
Bundan başka tek yapılansa vergileri artırıp sahiplerin yanında halka iki kırbaç daha atmak.
Fakat yönetimin tek yaptığı ‘yüksek vergi uygulama’ dahi doğru uygulanmıyor. Yurtdışından ithal edilen pick-up araçlara yüzde 4 Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) alınırken yine yurtdışında üretilen pek çok ticarilerdense yüzde 15 ve altında ÖTV alınıyor. Yurtiçinde de üretilen binek otomobillerdense yüzde 80 ÖTV alınıyor.
Bu uygulama neden yapılır diye sorulsa yurtiçindekiler özelinde ilk akla gelen ”Ülke ekonomisine zarar vermek” değil de nedir? Bu durumu yalnızca cehaletle açıklamak mümkün mü?