ONUR ÖNCÜ
@oencueonur
Diyarbakır’ın Tavşantepe Mahallesi’nde kaybolduktan 19 gün sonra dere yatağında bir çuvala konulmuş cesedi bulunan sekiz yaşındaki Narin Güran gündemdeki yerini koruyor.
Türkiye’de çocuk istismarı ve şiddeti önemli bir sorun. Narin’in kaybolmasından sonra peş peşe kayıp çocuk haberleri dolaşıma girmeye başladı.
Türkiye’nin batısından doğusuna çocuğa yönelik şiddet, istismar, cinayetler artıyor. Peki bunlar nasıl engellenir? Siyaset kurumuna burada ne gibi görev düşüyor? Medya bu tarz kayıp haberleri nasıl ele alıyor?
Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği (UCİM) Başkanı Saadet Özkan ile konuştuk.
Aile kayıp arıyor gibi değil!
Dokuzu aileden toplam 11 kişi tutuklandı. Narin cinayetiyle ilgili ne söylersiniz?
Narin hepimizin yüreğinde bir yara. İlk günden beri, ilk önce 19 gün boyunca bir çocuğun aranması süreci oldu ve büyük bir suskunluk vardı. Bu suskunluk da bizi şüpheli olarak aileye yönlendirdi. Buna örnek verelim. 2018’de Ankara Polatlı’da Eylül kaybolduğunda ailesinin inanılmaz bir mücadelesini gördük. Özellikle sahada çok büyük bir çaba harcandı. Ama burada mevzu öyle değildi…
Nasıldı?
Diyarbakır’daki arkadaşlarımız, uzmanlarla birlikte bölgeye gittiler. Bize gelen ilk bilgi şu yöndeydi: “Hocam aile sanki bir kayıp arıyor gibi değil… Ölüm gerçekleşmiş, yasları bitmiş…” dediler. Tabii biz soruşturmada bu şekilde yorumlar yapamayacağımız için sustuk. Dosyanın gizliğine de çocuğa da saygı gösterdik. Fakat davada bugünkü sürece baktığımızda iddialar aslında yerini buldu. Bütün aile bireylerinin içinde olması, aslında birilerinin ortak bir biçimde suç işlediğini gösteriyor ya da köyde başka suçlar da var ve bir suçluluk psikolojisiyle de bir organize işbirliği olduğunu gösteriyor. Bize Narin’in failleri ve katilleri bir kişi değil duygusu yaşatıyor.
Sizin ve UCIM’in gördüğünü jandarma görmedi mi? Yani bu tespitinizden yola çıkarak bir ihmalden de söz edebilir miyiz? Çünkü tutuklananlar da jandarmayla birlikte arama çalışmalarına katıldı…
Dünyanın her yerinde kayıp çocuklar olduğunda kolluk güçleri katili yakında arar. Yani bir çocuk kaybolduğunda katilin ya da katillerin de arama çalışmalarına katıldığı bilgileri gelir. Elimizde olan bir fikir değil, belgeli tespittir. O yüzden de emniyet kuvvetleri bir anlamda çocuğun faillerini de bulmak ister. Ben bu durumun bilinçli olduğunu düşünmüyorum. Çünkü çocuklar her yerde arandı. Orada telefon görüşmeleri, kayıtlar vs var mı biz daha bunları bilmiyoruz. Çünkü bu kötülüğün içine organize olarak girmiş bir köy var, ifadeler farklı gelmiş… Mesele her bir ifadede “Narin’i 17:10’da gördüm” diyorlar ama 15:15’ten sonra çocuğun başına ne geldiyse geliyor. Kendi içlerinde organize olmuşlar ve bu ifadeleri verirken de çelişkisiz olacak şekilde uygun bir plan hazırlamışlar. Unutmayalım ki, jandarma ekipleri ve arama kurtarma ekipleri ilk önce yaşayan bir çocuğu aradı. Burada köyün içinde aile tarafından bir manipülasyonun yapıldığını düşünüyorum. Bu kadar insanın suç karışması da sosyolojik ve psikolojik olarak incelememiz gereken bir şey.
Kadavra köpekleriyle birlikte jandarma kitlesel arama yaptı. Ancak 19’uncu günde Narin’i bulabildi. Aileden dokuz kişi tutuklandı. Hala bu cinayetin nedeni belli değil…
Evet. İnanılmaz bilinçli bir çocuğu kaybetme çabası var… Bu kadar soğukkanlılıkla bu kadar organize oldular ve çocuk sakladılar ve delilleri yok ettiler. Ortada yine bulunamamış bir battaniye var. Bu battaniye nereye gitti? Bize şöyle de bir bilgi gelmişti: “Tek başına bunu yapamazlar, çocuğu kamerasız bir noktada bir başkasına verdiler, o bir başkası çocuğu kaybederken de diğerleri öbür tarafta güvenlik kuvvetlerinin başka yöne ilgisini çekti”… Ayrıca 15:15’ten 20:00’ye kadar da adli makamlara, jandarmaya vs ulaşmıyorlar. Ne yapıldıysa o aralıkta yapıldı. Bence bu olayda ifade değiştirenlerin de emsal teşkil edecek şekilde kasten adam öldürmeye teşebbüsten yargılanması lazım.
Medyanın bir kısmı bu süreci ‘magazinsel’ ele aldı…
Bakın bir çocuk ölmüş öğlen kuşağındaki TV programları ‘az sonra…’ demeye başladılar… Bizim kanımız dondu. İlk başta verilen yayın yasağının bir anlamda doğru olduğunu düşünüyorum.
Neden?
Çünkü failler televizyon kanallarına çıkmaya başladı. Bu yasak, haber kanallarının da belki de bize önemini gösterdi. Çünkü, nitelikli bazı haber kanalları, dava dosyasını çok soruşturmanın içine girmeden, halkı ayakta tuttu ve çocuğun bulmasına gittiler. Burada gerçek gazetecilik örneklerini de görebildim. İlk defa Türkiye’de ulusal kanallar gece yarılarına kadar canlı yayınlar yaptı, oradaki (olay yerindeki) muhabirler bir çocuk için mücadele etti ve bu bir gündüz kuşağı dizisi değildi. Gazeteciler çok dik durdu. Biz sivil toplum olarak bu tarz davalarda tehdit alırız, dik dururuz. Onlar da dik durdular.
Narin cinayeti sonrası başta siyasiler olmak üzere birçok kişi “koruyamadık”, “melek oldu” şeklinde yorumlar yaptı. Bu duruma nasıl bakıyorsunuz?
Hiçbiri bunu diyemez. Ben bu söylemleri doğru bulmuyorum. Bu cinayeti romantikleştirmek gibi geliyor. Bakın biz çocuk hak ihlalleriyle ilgili bir rapor hazırladık. Raporumuzda 100 çocuğun davasını inceledik, onların bu süreçte yaşadıklarını raporladık ve Birleşmiş Milletler’e (BM) sunduk. UCIM, BM’de tematik bir rapor sundu. Bu raporumuzu kamuoyuna açtık. Gizleyecek, saklayacak hiçbir şey yok. Ve bu raporla TBMM’deki Çocuk Hakları Komisyonu’na gittik.
16 ülkenin nüfusundan fazla çocuğumuz kaybolmuş
Nasıl karşılandınız?
Çok değişik durumlarla karşılandık. Birincisi bu konuya çok hâkim değillerdi, ilgi de göstermediler. Biz kapı kapı gezdik, içeri girdik, ‘iftira‘ diyenler oldu. Bakın tüm siyasi partilere gittik. Şunu anladım; burada böyle bir çalışma ortamı oluşmamış. Çıktığımdaki hayal kırıklığımı size anlatamam! Biz mücadeleye devam ettik. Siyasiler şimdi üzülmüyor mu? Üzülüyor ama çalışma nerede? Önleyici tedbirler nerede? Ben bunları onlara soruyorum.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 2008 – 2016 yıllarında tam 104 bin 531 çocuk kaybolmuş. TÜİK bu tarihten itibaren kayıp çocuklara ilişkin verileri açıklamayı bıraktı. Biz bu konuda bilgi sahibi miyiz? Değiliz. Bu verilere göre yalnızca 2008 – 2016 yıllarında 16 ülkenin nüfusundan fazla çocuğumuz kaybolmuş.
Çocuk kayıp raporları neden açıklanmıyor?
Kurumlarda çok fazla görev değişiklikleri oluyor. Mesela Aile Bakanlığı’nda “çok iyi” dediğim kişiyi 4 ay sonra göremiyorum. Onun yerine başkası geliyor, kısa bir süre sonra onun da yerine bir başkası geliyor. Devamlı bir değişim var. Çocuk korumada çok kıymetli bir görevli, “çalışma yapalım” dedi. Tam çalışmayı yapacağız, o da değişiyor. Sahada olduğum için gördüklerimi rahat anlatabiliyorum. Biz buradaki arkadaşlarımızın ihtisaslaşması, iş birliği sağlayamaması yönünde bir çalışma yapmalıyız. Neden biz bu sayılara ulaşamıyoruz ve neden birlikte çalışamıyoruz? İşte tüm bunları konuşabildiğimiz, çocuklara ulaşabildiğimiz bir gün olacak. Siyasiler bizi çağırsın. Bizleri görmezden gelmesinler. Birlikte düzeltelim, birlikte çalışalım. Türkiye’de 25 milyon çocuk var, çocukların hayatına dokunuruz. Bakın kayıp çocuk diye bir şey yok. Kaybedilmiş, yok edilmiş, öldürülmüş, istismar edilmiş, bağımlılığın içine düşmüş çocuklar var. Evde şiddet gördüğü için kaçmış ya da kaçırılmış çocuklar var. O yüzden de bu sorunun içine girmeli ve birlikte çözmeliyiz.
Dernekler, STK’lar muhatap alındı diyelim, bu istismar, şiddet sorununun çözülmesi için ilk ne yapılması lazım?
Almanya’da bir çocuk mazeretsiz üç gün üst üste okula gitmediğinde, çocuğun yaşadığı eve polis geliyor. Bir güç gösteriyor. Bu çocuklar için bir güç.
Politikada sigara ve alkol çocuğa asla satılmıyor, bu imkanlar çocuklar için kapatılıyor. Devlet çocuklar anlamında ailenin üstündeki yükü alıp otoritesini koruyor.
İlk basamak Sağlık Bakanlığı’dır. Sağlık Bakanlığı’ndaki çocukların aşıları, bedensel taramaları, yani çocuğun vücudunda şiddet var mı vs. bunları sağlarsak, bunları bildirirsek, bunlar için bir tuş sistemimiz olursa, bunların denetlenmesi oluşursa, biz bu sorunları önden tespit ederiz.
Bizim sorunumuz ne biliyor musunuz? Biz aktif vatandaşlık eğitimini almadığımız ve bu konuda yeterince uzmanlaşmadığımız, bilinçlenmediğimiz için herkes polis, savcı, hâkim, doktor, avukat, bir bilirkişi oluyor. Öncelikle bizim bu alanları birbirinden ayırmamız, görevlerimizi yerine getirmemiz ve ayrıca bu görevi yerine getirenleri de korumamız gerekiyor. Unutmayalım ki, bugün Narin’in köyündeki bu kadar insan bu kadar organize olabiliyorsa, bir öğretmen bunu duysa, açıklasa belki o öğretmen de bugün yaşamıyor olabilirdi. O yüzden de suça giden yolda caydırıcılık için derinleşmiş bir Türk Ceza Kanunu’nun ( TCK ) olması lazım. Çok işimiz var, çok yolumuz var. Caydırıcı olmak için emsaller çıkarmak lazım. Leyla’nın davasında da (2018 yılında 18 gün aranan 4 yaşındaki Leyla Aldemir’in cansız bedeni evinin 3 kilometre uzağında bulunmuştu. Cinayeti faili meçhul kaldı). 24 kişi ifade değiştirdi. Hepsi tutuklansaydı, belki de köy çözülecekti.
Leyla Aldemir davasında tutuklu sanık kalmadı.
Hepsi beraat etti. Faili meçhul kaldı.
O yaptı ben de yaparım
Toplumun şiddete meyilli olmasını nasıl yorumlarsınız?
Şiddet tetikleyici bir unsur. İnsanların güdüsel yanları var. Özellikle paranoid kişilikler, insanın ruh hali, savunma mekanizmaları vs. ruh sağlığı alanında yaşadığımız birçok duygu var. Kadınların öldürüldüğü tablolarda, kadının bedenine verilen zararın videolarını izliyoruz. Bunu izlediğimizde ölüm anına şahit oluyoruz, hepimiz kederleniyoruz. Unutmayalım ki psikopat kişilikler bunu bir gösterge olarak, “O yaptı, ben de bunu yaparım” diyor. Bu görsellere maruz kaldıkça, bunları olağanlaştıran, “Ben de bunu yapabilirim” diyen insanların da aramızda olduğunu unutmamalıyız.
İstismar ve şiddet en kırılgan gruplara uygulanır. Bunların içinde hayvanlar ve doğa da var. Masum bin canlının, sesini çıkaramayan bir canlının boğazını kestiğinde bunun artık yapılabilir bir şey olduğunu görür ve bunun devamını getirir. Bir anda sokak hayvanlarıyla ilgili konuşmalar oldu, maalesef hayvanların sokaklarda katledildiğini, tecavüz edildiğini, zehirlendiğini görüyoruz. Şu anda korkunç bir biçimde eylemlerini gerçekleştirecek bir alan buluyorlar. Devlet yetkilileri, görevini yapmayanlar (belediyeler) için bir ceza kesseydi, özellikle saldırgan hayvanlarla ilgili rehabilitasyon önlemleri içinde bir çalışma ve sağlıklı koşullarda veteriner hekimler, kadrolar, hastaneler kursaydı bu tetikleyici şiddeti yaşamazdık.
Peki çocuklar?
Çocuklarla ilgili istismarda sadece istismarcıları sadece erkekler olarak gördüğümüz için kaybediyoruz. Faillerin arasında kadınların olduğunu unutmayalım. Tekirdağ’daki durumda bulguları yok etmeye çalışan kişi anne, Eymen çocuğun da bulgularını yok etmeye çalışan bir anne var. Bu kadınlar bu çocukları ve bu insanları yetiştiriyor.
Biz demek ki ebeveynlere ve toplumun en kırılgan yerine nüfuz etmeliyiz. Nüfuz etmek de eğitimle buraları takip etmekle olur. Hepimizin güvence altında olduğu bir mücadele yöntemi kurmalıyız. Narin’i yaşatmanın yolu, başka Narinlerin olmamasını sağlamak. Leyla öldüğünde Leyla için bir ceza verilmediği için bugün Narin’i kaybettik. Bu konuda bence hepimiz bir kendimize bakıp, “ben ne kadar hatalıyım” diye düşünmeli ve mücadele etmeliyiz.