
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Kitap
insanatinart@gmail.com
Her şey birdenbire olmadı.
Skolastik’ten, Hümanizma’ya geçerken kimse gelip ışıkları yakmadı.
Tarihsel süreçler böyledir zaten. Hangisi ne zaman biter, diğeri ne zaman başlar, bize okutulduğu kadar da keskin değildir geçişler. Fakat biz yine de biliriz ki, uygarlık tarihinde Rönesans benzersiz bir dönüşüm sürecidir.
İşte bu insanın yeniden değer kazanması sürecini, bu işin en önemli ve belirgin kanallarından sanat açısından değerlendiren kıymetli bir yapıt yayınlandı ‘Uygarlığın Ayak İzleri’.
Celil Sadık, oturmuş üşenmemiş yazmış. Rönesans döneminin sembol olmuş isimlerini ve onların yapıtlarını; hayat hikayeleriyle, eserlerin özgün öyküleriyle, ilginç detaylar ve anekdotlarda ekleyerek kitaplaştırmış.
Ortaya yalnızca resim ya da heykel sanatıyla ilgilenenler için değil, dönemi sanat penceresinden gözlemleyerek sosyal hareketlere de anlam vermek isteyenler için etkili bir yapıt çıkmış.
Daha önce de benzer yayınlar olmasına karşın bu yapıtın özelliği ne?
‘Uygarlığın Ayak İzleri’ tarihçiler için, sanat tarihçileri için, ressamlar ya da heykeltraşlar için yazılmamış.
Sokaktaki adam için yazılmış.
Sıradan, entelektüel kapasitesini arttırmak için şuurlu olarak okumaya gereksinim duyan, merak eden, bu insanlık tarihi denen şeyin içinde neler var diye araştıran kişiler için yazılmış.
Bir sanat kitabının ciddiyetini, bir toplumsal saptamanın detaycılığını, bir tarihsel sürecin herkesçe anlaşılabilir biçimde aydınlatılmasını öylesine uygun bir terkip ile birleştirmiş ki, kitabı elinize aldığınızda ara vermeden bir solukta bitirme ihtiyacı hissediyorsunuz.
Eğer önümüzdeki ilk yazda Roma ya da Floransa’ya gitme düşünceniz varsa; seyahat çantanıza ilk yerleştirecekleriniz arasında Celil Sadık’ın kitabı…
Özellikle zengin olup tüketmekle, üreterek var olmak arasında sağlıklı seçim yapamayan toplumlarda bu ve benzeri yapıtların değerli olduğu inancındayım.
Üretmek derken aklımıza hemen fabrikalar gelmesin, sanat da çok kıymetli, çok değerli bir üretimdir.
Piyasa değeri açısından değil, insanlık ve o toplumun uygarlık düzeyi açısından.
Resim, heykel, yazın, tiyatro her biri ölçüyü insanlık olarak koyar. Beşeriyet olmadan medeniyet olmuyor yazık ki…
Gelişim olur, teknolojik hız kazanma olur, zenginliğin tüketebileceği metalar çoğalır ve fakat ruhlar biraz çıplak, biraz yalnız, biraz kaygılı, biraz savruk kalır; beşeriyet mecburi, yoksa bir boşluk… Ne en yeni çıkan tablet modeli, ne ‘first class’ koltuklar, ne sofistike seçimler üzerinden ‘gusto’ getirilmeye çalışılan ‘life style’lar o boşluğu bir türlü doldurmaz.
Sanat yoksa; neyi aradığını bilmeden paylaşımsız, duygusuz, mutluluk yoksunu, hazza yönelmiş yaşamların, huzurlu bir uykuya dalması mümkün olmayan geceleri kalır geriye…
Sanat, çoğu kez söylendiği gibi bir hobi alanı değildir. Bir yaşam tarzıdır. Sanatçılar da bu yaşam tarzının biraz heyecanlı, biraz da bağıra çağıra sokakta oynarken akşam yemeği için eve girmeyi unutan, haylaz ve bir o kadar da sevimli çocuklarıdır.
O haylazlıkların, içten kahkahaların, kimi zaman büyük ve uyandıran cümlelerin, tatlı şımarıklıkların önü kesildiğinde insanlığın ürettiği, yalnızca endüstriyel metalardır. Ve ne yaparsan yap, tekdüzeliğin,
soğuk durgunluğunda, nesnel olan fakat keyif vermeyen, ölçülü fakat ufku açmayan, disiplinli ve yararlı ama hayal kurmaktan yoksun, tatsız tuzsuz bir hayat çıkar ortaya.
Sonrası gündelik cümlelerin “Adamlar yapıyor birader…”, “Dolar yıl sonuna ne olur dersin?”, “Semra’nın eski kocası evleniyormuş…”, “Bu kez de müdürlüğümü vermezlerse çıkıp konuşacağım…”, “Emekli maaşlarına yüzde kaç zam gelir?”, “Çocuklara da bir ev alayım, ondan sonra emekli olacağım…” sıradanlığında ya bir hastanenin acil servisine, ya alzheimer’ın karanlık çukuruna ya da bel ağrıları içinde, salonla tuvalet arasını koltuk değnekleriyle yarım saatte almaya doğru, evrilir gider
yaşam… Bir tık yukarısı şoförünün koluna girip, senin yürümene yardımcı olmasıdır!
Celil Sadık bizi bu fasit daireden çıkarmak için bir işaret fişeği fırlatmış ‘Uygarlığın Ayak İzleri’ kitabıyla… Bize de bunu sürekli bir aydınlığa çevirmek için; almak, düşünmek, okumak ve paylaşmak, daha da önemlisi sanatı hayatımıza katmak düşüyor sanırım…