EMRAH TEMİZKAN
‘Başka bir şehircilik mümkün‘diyen mutlukent sitesinde İstanbul’un 2002 ve 2014 yıllarındaki Google Earth aracılığıyla çekilmiş fotoğraflarını karşılaştıran bir galeri yayımlandı geçtiğimiz günlerde. İstanbul’un bu kadar kısa süre içinde betona nasıl hapsolduğunu gösteren fotoğraflar çokça konuşuldu.
Hızla betonlaşan İstanbul’u ve hükümetin kentsel dönüşüm politikalarını, söz konusu görsellerin yayımlayan sitenin yaratıcısı, sosyolog Yaşar Adanalı’yla konuştuk.
‘Demokrasi ve mekân, kentsel hareketler ve kentsel dönüşüm’ üzerine Berlin, Stuttgart ve Darmstadt üniversitelerinde araştımalar yapan sosyolog Yaşar Adanalı, inşaat çılgınlığının sebebini şöyle açıklıyor: “İnşaata dayalı ekonomiyi besleyip büyütmek, bu büyüyen ekonomi üzerinden usulsüz ve haksız bir şekilde kentin ve kamunun, yani hepimizin kaynaklarını rant olarak birilerine transfer etmek.”
Bu görsellerde genel resmin dışında spesifik olarak ne tür durumlarla karşılaşıyoruz?
Paylaştığım görseller 2002’den 2014’e 12 yıllık bir dönemde çekilen uydu fotoğraflarından oluşuyor. Görsellerdeki spesifik noktalara baktığımızda gördüklerimiz şunlar: Orman alanlarındaki tahribat ve kesilen ağaçlar; yasalara göre kamuya ait olması gereken kıyılarda devam eden inşaatlar; özel yasayla korunan ve öngörünüm sınırları içinde yer alan Boğaz’da yapılan güvenlikli siteleri ve yeni ‘başkanlık’ köşkleri; İstanbul’un tarihi siluetine zarar veren projeler; çok yoğun yapılaşmış yerlerdeki son kalan yeşil alanlarda devam eden inşaatlar; kentsel dönüşüm kapsamında yıkılan mahalleler ve onların yerine inşa edilen, dikine yükselen rezidans projeleri; deprem toplanma alanlarının buharlaşması; kamuya ait arsaların özelleştirilerek verilen ayrıcalıklı imar haklarıyla etraflarındaki binalardan 10 kat daha yükseğe çıkabilmiş kuleler; çılgın projelerin verdiği ekolojik yıkım…
İstanbul’un boşlukları o kadar hızlı bir şekilde dolduruluyor, kamusal kullanım mekanları o kadar hızlı özelleştiriliyor ki ‘kamusal alan’ ihtiyacı için Marmara Denizi’nin hem Avrupa hem de Anadolu yakasındaki kıyılarının doldurularak devasa beton yarımadalarının oluşturulduğunu da görebilmekteyiz.

3. köprü Avrupa yakası…
80’lerden sonra ‘proje odaklı kentleşme’ başladı
Kentsel dönüşüm politikası eleştirildiğinde ‘Peki İstanbul hiç mi yapılaşmasın’, ‘Bu büyüyen nüfusu ne yapacağız’ gibi sorularla karşılaşılıyor…
Bu sorulara cevap verebilmek için, gözlemlediğimiz inşaat çılgınlığının sebebinin ve içeriğinin ne olduğunu iyi anlamamız gerekiyor.
Yapılaşmanın ‘Daha yaşanabilir bir kent kurmak, artan nüfusa daha sağlıklı ve güvenli bir çevre oluşturmak, doğal ve tarihi değerleri koruyarak daha adil bir şekilde İstanbul’u geliştirmek’ için mi yoksa ‘İnşaata dayalı ekonomiyi besleyip büyütmek, bu büyüyen ekonomi üzerinden usulsüz ve haksız bir şekilde kentin ve kamunun, yani hepimizin kaynaklarını rant olarak birilerine transfer etmek’ için mi gerçekleştiğine bakmalıyız. Bunun cevabını ‘sonra’ ile ‘önce’ görsellerinde gördüğümüz dünyaların farkından anlayabiliriz.
1980’lere kadar İstanbul’da büyüme, ağırlıklı olarak kentlinin ihtiyaçları doğrultusunda, mekanın kullanım değerinin öne çıktığı, ‘sürece yayılmış kentleşme’ diye adlandırdığım, nispeten kendiliğinden gerçekleşen bir modelle yürütüldü.
Yanlış anlaşılmasın, ‘Bu dönemde her şey çok iyiydi’ demek istemiyorum. Sermayenin sanayileşmeye, sanayinin de emek gücüne ihtiyacı vardı. Kent de ağırlıklı olarak emeğin kendini yeniden üretebilmesi doğrultusunda büyüdü. Sonrasında, 1980’lerden bugüne artarak, mekanın kapitalizm ve sermaye birikimi için değişen anlamı çerçevesinde, ‘proje odaklı kentleşme’ olarak ifade edebileceğimiz bir modele geçildiğine tanık olduk.

3. köprü orman Asya yakası…
80’lerde ‘Turizm Teşvik Yasası’ altında geçirilen, Bakanlar Kurulu onaylı Park Otel gibi rant projeleri, son iktidar döneminde olgunlaşarak kentsel dönüşüm ve ‘mega projeler’ ölçeğine evrildi. Bugün önce/sonra görsellerinde de gördüğümüz, ‘proje odaklı kentleşme’ modelinin sonuçları.
Bu projelerin neredeyse hiçbiri, önceki dönemde olduğu gibi, doğrudan kentlinin ihtiyaçları öncelikli değil. Belli bir ekonomik aklın tasarımı ve üretimidir. Bizlerin yaşam alanlarından çalmaktalar.
Unutmayalım, İstanbul’da yaşanan nüfus artışı ve yapılaşma, Türkiye’nin eşitsiz coğrafi gelişmesinin de bir sonucu. Misal, doğrudan yabancı yatırımın yüzde 55’i İstanbul’a geliyor. Dünyanın en çok dolar milyarderinin yaşadığı beşinci şehir burası.
Malum, özellikle 80’lerden bugüne daha bütüncül, ülkenin tamamını kapsayan bir toplumsal gelişmeye olan inanç ve politikalar ne Türkiye’de ne de dünyada var. ‘Yarışan kentler’ dönemindeyiz ve İstanbul bu yarışta önde olan kentlerden biri. Ancak önde olması, ‘kazanan’ ve ‘kaybedenler’iniolmadığı anlamına gelmiyor.
‘Hukuk mücadelesi’ ile ‘sokak mücadelesi’ birbirinin alternatifi değil
-İktidar artık inşaat politikasında yasa tanımıyor. Ne yapmak gerekiyor bundan sonra?
Yasaları işine geldiği gibi değiştirmek, işine geldiğinde uygulayıp işine gelmediğinde tanımamak iktidarların fıtratında var. Yasal olanın her zaman hukuki olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla, yasal olanı değil, hukuki olanı talep etmeye, bu doğrultuda mücadele vermeye, yasaları da bu doğrultuda uygulatmaya gerekiyorsa da değiştirmeye zorlamaya devam etmek gerekiyor.
İktidar zaten karşısındakini, kim olursa olsun ‘yasadışılık’ iddiasıyla ezmeye çalışıyor. Bunun karşısında durmanın yolu ise adil ve kapsayıcı bir hukuk mücadelesi.
Ayrıca ‘hukuk mücadelesi’ ile ‘sokak mücadelesi’ni birbirinin alternatifi olarak görmek yanlış. Bunlar birbirini desteklediği ölçüde kalıcı bir dönüşüm de mümkün olabilir.
‘AKM ve Topçu Kışlası projeleri yakın bir zamanda pişirilip önümüze konacak’

Taksim’de betonlaşma…
-Beyoğlu’ndaki dönüşüm iktidarın en büyük hamlelerinden biri. Bu hamleyi sadece Tarlabaşı değil, İstiklal Caddesi’nden Gezi Parkı’na kadar düşünebiliriz. Beyoğlu’ndan ne isteniyor? Daha neler olacağını öngörüyorsunuz?
Beyoğlu, İstanbul’un kent kamusallığının en yoğun şekilde yaşandığı noktası. Her sınıf ve kimlikten insanlar burada, kendi belirledikleri şekilde, kendi kültür ve yaşam tarzlarıyla var olabiliyor. Sivil siyaset ve muhalefet burada yapılıyor. Yani Beyoğlu, kentsel müşterek alanımız.
Burası iktidar açısından ‘Yeni Türkiye’ vizyonunun, kati suretle istenmeyen ‘ötekisi’, muhalifi, heterojen ve kontrol edilemez noktası.
Sermaye açısından da rant makası muazzam açık, kar potansiyeli çok yüksek ve uygun ortamda parlayacak bir yıldız.
Son derece organik ilişkilerle birbirini besleyen sermaye-iktidar ilişkilerinin nihai hedefi turizm odaklı bir dönüşüm. Bunun için önce siyasetten arındırılması, sermayeye tepside sunulması gerekiyordu.
Ayrıca buranın sembolik bir önemi var, hegemonyanın mekânsal vitrinlerinden biri. Malum Taksim’in ‘fethi’ henüz tamamlanmadı. AKM, kışla ve diğer projeler muhtemelen yakın bir zamanda tekrardan pişirilip önümüze konacak. İktidar ve sermayenin ikili baskısı Beyoğlu’nun kamusallığını kuşatmaya devam edecek. Ta ki mono kültürlü, homojen bir alan elde edene kadar.

İstanbul’da başkanlık köşküne çevrilen Vahdettin Köşkü…
Topbaş’ın hazırlattığı projede ‘Kuzeye yapılaşma yasak’ demesine rağmen tüm projeler kuzeye yapılıyor
3. köprü ve 3. havalimanı birbirine çok yakın noktalarda iki proje. Daha geçtiğimiz hafta Beykoz’dan suya girip Bebek’ten çıkan bir yaban domuzu gördük. Bu iki proje önümüzdeki yıllarda İstanbul’a nasıl etki edecek?
Kadir Topbaş kendi döneminde, İBB’nin hazırladığı Çevre Düzeni Planı için birçok kere ‘İstanbul Anayasası’ tabirini kullandı. Bunun sebebi de İstanbul’un kentsel gelişiminin, bu plan çerçevesinde belirlenen hedef ve stratejilerle uyumlu olması zorunluluğundan kaynaklanması. Çünkü, uzun çalışmalar neticesinde hazırlanan ‘Anayasa’, İstanbul’un yaşanabilir bir kent olabilmesinin reçetesini içerir. Bu reçetenin elbette ki tartışılabilir birçok farklı noktası bulunabilir. Ancak bu planın, değiştirildiğinde, planın topyekûn çöpe atılmasını gerektirecek bir özü de var.
Çok kısaca der ki, ‘İstanbul’un hayati öneme sahip ormanlık alanları, tarım toprakları, su kaynakları, hassas ekosistemi kentin kuzeyinde yer almaktadır. Bu alanın korunması kentin sürdürülebilirliği açısından zorunludur. Dolayısıyla, buraya doğru yapılaşmanın kesin suretle engellenmesi gerekir.”
Tartışmaya açık olmayan bu hükümler, tam da kentin kuzeyine kondurulan 3. köprü ve bağlantı yolları, 3. havalimanı, Kanal İstanbul ve Yeni Şehir gibi mega projelerle ile darmadağın edilmekte.
Peki, İstanbul’un seçilmiş başkanı Kadir Topbaş’ın hazırlattığı planın ‘kuzeye yapılaşma yasak’ dediği yerde bütün bu projeler nasıl olup da tam da kuzeye yapılabilmekte? İşte bu sorunun cevabı da yaşadığımız demokrasi krizinde saklı. Çünkü gerçekte İstanbul’u yöneten kişi hepimizin bildiği gibi farklı.
‘İnsanlar foto galeriye tıklayıp geçmek yerine, kent üzerine tartışmalı’
Görsellerinizi birçok internet sitesi kaynak göstermeden ‘bir felaket habercisi’ olarak görmek yerine ‘çok tıklanacak bir foto galeri’ olarak görmeyi tercih etti. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘Google Earth Tanıklığıyla 10 Yıl Önce 10 Yıl Sonra İstanbul’ başlığıyla bloga koyduğum yazı ve görsellerin çok hızlı ve yaygın bir şekilde paylaşıldığına, hemen ardından birçok internet sitesinin bu görselleri kopyalayıp ‘galeri’ formatında tekrar yayınladığına tanık oldum.
Milliyet, Sözcü, CNN Türk, Radikal, Acunn.com, Onedio gibi siteler izin almadan, bir kısmı referans dahi göstermeden, haberin kaynağına aktif link vermeden benim çalışmamı paylaştı. Bu sitelerin bazılarının fikri üretimimi kullanarak çok yüksek sayılarda ‘tık’ aldıklarını, yani ticari bir kazanç elde ettiklerini tespit ettim. Örneğin Milliyet’in galerisi en az 1.5 milyon kere görüntülenmişti.
Yine çok yüksek sayıda tık alan Radikal sitesi benim bu paylaşımı yaptığım hafta çok iyi bir kent muhabiri olan Elif İnce’yi işten çıkartmıştı. Sonra da kar amacı olmayan bir kent blogunun paylaşımlarını hiçbir izin almadan kullanmaları medyanın Türkiye’de geldiği durumu da gözler önüne seriyordu.
Bu ‘haber kaynaklarının’ bir kısmını okuyucu olarak bile boykot etmekteyken benim üretimim üzerinden ticari kazanç elde ediyor olmaları fikri, hem etik hem de hukuki olarak yanlıştı, manevi olarak da yıpratıcı. Avukat arkadaşlarım Duygu Türemez ve Murat Deha Boduroğlu’nun da desteği ile, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu çerçevesinde korunan maddi ve manevi haklarımın açıkça ihlali anlamına gelen bu usulsüzlüklere karşı bu sitelere ihtarname yolladım.

Validebağ’deki yapılaşma…
Ayrıca ben o paylaşımın gerekli çerçevesi ve referansı verilmeden galeri formatında yayınlanmasını, açmak istediğim tartışma açısından da uygun görmedim. ‘Vah vah İstanbul yok oldu, ettiniz içine kentin’ diye anlık tepki/terapi işlevi görmesini değil, insanların bu konular üzerine zengin bir kaynak olarak değer verdiğim Mutlu Kent ve benzeri platformlarda daha fazla vakit geçirmelerini, kent üzerine süren bir tartışmaya katılmalarını önemsedim.
Özetle, bu paylaşımımı sadece içeriğinden değil, içeriğin sosyal ve konvansiyonel medyada yer alma şeklinden ötürü de çok önemli buldum. Aslında yaptığımız hem kent hem de medya tartışması. Yaşam alanlarımıza da medyaya da birlikte sahip çıkmak gerekiyor.
‘Google Earth tanıklığıyla 10 yıl önce 10 yıl sonra İstanbul’ görsellerinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.