ZEYNEP GÜVEN ÜNLÜ
@zeynepguvenunlu
Dün MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Erkut’la, gençlerin üniversite tercihleri konusunda merak ettiği sorularla başlayan röportajımıza bugün de devam ediyoruz.

Multidisipliner donanımın önemini vurguladınız. Bunun için nasıl tercih yapmak lazım?
Çift anadal yapmanız şart değil ama mühendisseniz gidin psikolojiden, siyasetten ders alın. İşletme öğrencisiyseniz gidin bilgisayar mühendisliğinden, hukuktan bir ders alın. Böylelikle farklı alanlardaki hocaların nasıl düşündüğünü, temel paradigmaların ne olduğunu öğrenirseniz. Ama multidisipliner derken, şu anda öyle iki alan var ki herkesin bu alanlarda bilgi sahibi olması şart: Veri bilimi ve yapay zeka.
Mutlaka herkesin veriden anlam çıkartma konusunda temel bilgilere sahip olması gerekiyor. Psikoloji, hukuk, siyaset, işletme, mühendislik hiç fark etmez. Veriden anlamıyorsanız 21’inci yüzyılda işin çok zor.
Veri üstümüze çığ gibi yağıyor ve bununla baş edebilen teknolojilerimiz var, hem donanım hem yazılım olarak. Dolayısıyla veriden anlam çıkarmayı bilenlerin öne çıkması kaçınılmaz olacak.
Girişimcilik dünyayı fırsat tespit eden gözlerle izlemektir
Biz MEF’te bunun öneminin farkında olduğumuz için bütün programlardaki öğrencilerin veri bilimi veri analizi ve yapay zeka alanında yan dal yapmasını sağlayacak bir yan dal sistemi oluşturduk.
Bir de girişimcilik meselesi var. Herkeste fırsat tespit etme, ürün pazar uyumu, temel pazar araştırması gibi becerilerin olması gerekiyor. Özellikle de kurumsalda çalışmak isteyenlerin.
Bir kurumdaki problemleri fark edebilmek ve çözüm önerebilmek için girişimcilikten anlamak gerekiyor. En azından önümüzdeki 20 yılda veri bilimi yapay zeka ve girişimcilik her alanda okuyan insanların biraz biraz anlaması gereken konular.
Şunu anlamak lazım. Girişimcilik öğrendiğiniz zaman girişimci olmak gerekmiyor. Girişimcilik demek fırsat tespit eden gözlerle dünyayı izlemek demek. Ne yanlış yapılıyor, bu nasıl daha iyi yapılabilir. Bu da her meslekte önemli.
‘İş garantili meslek’ çok boş bir laf
‘İş garantili meslek’ diye bir tabir vardır. Öğrencilerin haklı ve önemli bir derdi de mezun olduktan sonra iş bulmak.
Bu da çok boş bir laf.
Eskiden de mi boştu?
Her zaman boştu. Hiçbir programın sana iş garantisi veremez. Ben Boğaziçi Üniversitesi mezunuyum, bizim okuldan çıkan herkesin çok parlak bir kariyeri yok. Öte yandan adı sanı duyulmamış bir üniversiteden çıkan da hiç umulmadık yerlere gelebilir. Dolayısıyla ne üniversitenin adı önemli, ne program önemli. Hatta ne de seçtiğin meslek önemli. Her şey öğrencinin kendisinde bitiyor. Meslekler hızla şekil değiştiriyor. Şu an üniversiteye başlayacak çocukların önlerinde 50 yıllık bir çalışma hayatı olduğunu düşünürsek hangi mesleğin ne kadar istihdam yaratacağı konusundaki yorumlar tamamen spekülatif.
‘İş garantili program’ aramak bu çocukların psikolojik zayıflığına işaret ediyor. Sen gel ben seni programda okutayım, ne kadar kötü olursan ol iş garantin olsun. Böyle bir dünya yok.
Ben ‘geleceğin meslekleri‘ lafına da kızıyorum. ‘Meslekleri geleceği’ daha doğru bir laf. Ama en uygunu ‘geleceğin meseleleri’. Geleceğin meselelerine çözüm getirebiliyorsan aranan insan olacaksın.
Geleceğin meseleleri ne? Sürdürülebilir kalkınma hedefleri. Toplumsal cinsiyet eşitliği. Nitelikli eğitim. Açlığa son, temiz enerji… Sen bu meselelere çözüm getirebilirsen senin adın makine mühendisi de olsa olur, sosyolog olsa da olur.
Yaşlanan nüfusun sorununu çözen kazanır
Yaşlılık ekonomisi geliyor değil mi. Yaşlı nüfus artıyor ve biz bunu Türkiye’de en yakından görecek nesli yetiştiriyoruz şu anda.
Yaşlı sayısı 26.5 milyona çıkacak önümüzdeki 50 sene içinde. Yaşlıların sorunlarını çözen her şey ‘iş garantili meslek’. Bu yaşlılar için tatil köyü de olabilir. Yaşlılar için yemek hizmeti de olabilir. Yaşlıların daha rahat hareket etmelerini sağlayan vücut eksoskeletonu da olabilir. Yaşlılar için GPS tabanlı baston da olabilir. Yaşlı hemşireliği de olabilir…
Yine de öğrenci arzu etmediği bir yere girdi diyelim, ne yapmasını önerirsiniz?
Bir kere karar hiçbir zaman geri dönülmez değil. Almış olduğu puanın yeterli olduğu her bölüme istediği zaman geçebilir öğrenci. Memnun değilsen bölümünü değiştir.
İkincisi üniversitenin kariyer gelişiminde ve hayatında sadece bir temel taşı olduğunun farkında olması gerekiyor öğrencinin ve kendi kendini geliştirmesi gerekiyor.
Kendini geliştirmenin bir sürü yolu var. Ben bunu ‘Sistem Çaresiz’ kitabımda uzun uzun anlattım.
Eskiden üniversite mezunu oranı yüzde 1-2 filandı, havada kapıyordu kurumlar. Şimdi neredeyse herkesi üniversiteye alıyoruz ve çoğu vasıfsız üniversite mezunu yetiştiriyoruz. Bu çocukların büyük kısmı işsiz kalacaklar. X okula ya da Y programına gidenler değil kendini geliştirenler ayakta kalabilecek.
Üniversite kader mi? Değil. Hiçbir şey kader değil. Kitap oku, TED konuşması izle, dil öğren, uzaktan eğitim olanaklarını değerlendir. Kendi eğitiminin sorumluluğunu kimseye bırakma, kendin üstlen. Benim öğrenciye vereceğim tavsiye bu. Üniversiteden nefret mi ediyorsun gitme istemiyorsan, sadece üniversitenin sosyal sermayesini kullan. İşine gelen şeyleri koy cebine. Beğenmediklerini koy bir kenara.
Bu yüzyılda matematikten kaçış yok
Yine bizim sistemimizden kaynaklanan bir sorun var: ‘Sosyalci’ler ve ‘fenci’ler bambaşka yollardan yürüyor.
Sınavdaki ayrım, MF (Matematik, fen) TM (Türkçe, matematik) sözel ve dil. Dil ve sözel bölümden sınava girenlerin seçenekleri son derece kısıtlı maalesef. Ama 21’inci yüzyılda ben matematikten kaçayım diye dill ya da sözel tercih ediyorsan şansın yok.
Matematik okuryazarı haline gelmeyi herkesin becermesi gerekiyor. Teknolojiden ve matematikten kaçış yok. Sözel sayısal diye ayırabilirsin belki ama insanların matematikten kaçmasını sağlayacak her türlü ayrımın yanlış olduğunu düşünüyorum.
Mesela sosyolojide sahada analiz yapmak istiyorsan orada bazı ekonometri matematiksel modelleri zaten kullanman gerekiyor. O da veri bilimi ve yapay zekadan anlayacak, o da kodlama bilecek.
Sen bu dünyada ‘teknofob’ olarak yaşamayı seçiyorsan kariyer tercihlerini inanılmaz sınırlıyorsun. Sanatçı, yazar, şair olabilirsin. Elişi yapan biri olabilirsin. Belki tarım yapabilirsin. Gerçi onun da matematikle teknolojiyle ilgisi var.
Öğrencilere bunu erken yaşta öğretmek ve matematikten kaçma tandansını kontrol altına almak gerekiyor. Matematiğin zor bir şey olmadığına ikna etmek gerekiyor öğrencileri, bir dil olduğunu anlatmak gerekiyor.
Bu seneyi nasıl değerlendiriyorsunuz.
Görünen o ki kolay bir sınavmış, çok yüksek puanlarda düşük sıralama çıkmış. İnsanları bu puanlara bakmama konusuna ikna edemiyoruz bir türlü. Bunun bir sıralama sınavı olduğunu anlamıyorlar. ‘Puanım bu kadar, sıralamam neden böyle’. E, senden yukarıda bu kadar daha insan var, o yüzden.
Kolay sınav vermek yanlış. Kolay sınav verdiğin zaman yukarıda sıkışma oluyor. Bir soruyu yanlış yaptığın zaman çok fazla aşağı düşüyorsun. Bence adaleti daha fazla zedeliyorsun. Zor sınav daha iyi ayrıştırıyor öğrencileri.
Fiyatlar konusunda ortalık toz duman
Üniversitelerin fiyatları da çok konuşuluyor bu sene.
O konuda ortalık toz duman. Çocuk devlet üniversitesine gitse bile büyük şehre geldiğinde kiraların durumu ortada. Vakıf üniversitelerinde 200 binin üzerinde rakamlar görüyorum.
Hangi ülkedeyiz? 16 bin dolarlık üniversiteler var Türkiye’de. Kanada’da bunun yarı fiyatına okul bulmak mümkün. Böyle fiyatlarla bazı üniversiteler Türkiye’nin yüzde 1’inin bile yarısına hizmet eden kurumlar haline geliyor.
Ama şu da var. Üniversiteler fiyatı yılda bir defa belirliyor, 14 ay boyunca o parayla idare etmek zorunda. Ama bu arada hocasına belki iki defa ara zam vermek zorunda. Yani yüksek enflasyon, gelirlerin sadece bir kere toplandığı kurumları çok kötü vuruyor. Üniversiteleri de bu sene çok kötü vurulacak. Ben bu sene ekonomideki belirsizlik ve güvensizlik ortamından dolayı yüzlerce özel okulun kapanmasını, 10-20 vakıf üniversitesinin bayağı zor durumda kalmasını bekliyorum.