MESUDE ERŞAN
@mesudersan
mesudeersan@diken.com.tr
Plastik toprak, hava, deniz her yeri kirletiyor. Okyanusların derinliklerinden, damarlarımızdaki kana kadar her yere sızan plastik, hem günümüz hem de geleceğimiz için ciddi bir tehdit.
Antartika’dan Kuzey Kutbu’na, Çin Denizi’nden İskenderun Körfezi’ne, Mariana Çukuru’ndan Midway Adası’na tüm denizler plastik kirliği baskısı altında.
Araştırmalara göre, küresel olarak üretilen plastiklerden çöpe dönüşen 19-23 milyon metrik tonluk miktarın, yani toplam üretilen tüm plastik atığının yüzde 11’i denizel ekosistemlere giriyor. Bilim insanları artık plastik miktarından çok, daha karmaşık olan nanoplastikler ve plastiğin kimyasal eklenti maddelerinin miktarı etkilerini araştırıyor. Konuyla ilgili çalışmalardan elde edilen veriler, plastiklerin çevresel faturasının tahminlerin çok üstünde olabileceğini ortaya koyuyor.
Önceki bölümde Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinde deniz biyolojisi üzerine çalışmalar yapan biyolog Doç. Dr. Sedat Gündoğdu ile ‘plastosen insanı’nın plastikle nasıl kuşatıldığını konuştuk.
Röportajın ikinci bölümünde, büyük ve çok boyutlu olan bu kirliliği konuşmaya devam ediyoruz:
Plastik, mikroplastik açısından denizlerimizin durumu ne? En kirlisi ve zor durumda olanı hangisi? Denizleri nasıl kirletiyoruz?
Denizlerimizdeki mikroplastik kirliliğinin durumuna dair çok sayıda çalışma yayınlanıyor. Bu çalışmalardan güvenilir yani gerçekten ciddiye alınabilecek olanları incelediğimizde Doğu Akdeniz kıyılarımız en kirli kıyılar. Sonra da Marmara Denizi geliyor. Karadeniz ve Ege denizlerinin de durumu pek parlak değil. Ancak spesifik olarak baktığımızda en kirli yer Mersin Körfezi. Çünkü hem Seyhan hem de Ceyhan Nehri -ki bu iki nehir de tüm Akdeniz’i en çok kirleten beş kaynaktan ikisi- olduğu gibi Mersin Körfezine giriyor. Doğu Akdeniz’in kirli olmasının bir diğer nedeni de Lübnan, Suriye, Mısır gibi ülkeler çöplerini olduğu gibi denize dökülüyor ve akıntılar da bu çöpleri bizim kıyılarımıza taşıyor. Bir diğer neden de çöp ithalatı. Çünkü çöp ithalatı ile ilgili yasa dışı ya da merdiven altı işlerin hepsi Seyhan ve Ceyhan Nehri kıyılarında faaliyet gösteriyor. Ayrıca bizde çöp yönetim alt yapımı neredeyse olmayan bir ülkeyiz ve önemli miktarda bir plastik çöpümüz çevreyi kirletiyor.
Plastik kirleticiler denizlere nasıl ulaşıyor?
Plastik kirleticilerin denizlere ulaştığı ana yol nehirlerdir. Denizlerdeki plastiklerin yüzde 90’ı karasal kökenli, yüzde 10’u da gemicilik ve balıkçılık kaynaklıdır. Plastiğin ilk üretim anından kullanılıp çöp haline geldiği ana kadar her aşamada plastik çöp sorunu ortaya çıkmaktadır. Örneğin pelet dediğimiz ham plastikler var ve bu ham plastiklerin olmadığı sahil yok gibi. Biz İskenderun Körfezi kıyılarında 13 farklı sahilde araştırma yapmıştık ve her sahilde yer yer yüze varan sayıda (1 kg sahil kumunda) pelet kirletici olduğunu tespit ettik. Yani daha üretildiği aşamada kirletmeye başlayan ve bu kirleticiliği yaşam döngüsü devam ettikçe artan bir malzeme plastik.
Deniz canlılarına etkisi ne? Biz balık ya da başka deniz canlılarını yerken aslında mikroplastik de yiyor olabilir miyiz?
Burada kurguyu insanın balıkları yemesi üzerinden kurmamak gerekiyor. Bu plastik kirleticiler aslında deniz canlılarının kabusudur diyebiliriz. Çünkü boyutuna göre boğuyor, kapan işlevi görüyor, midelerini doldurduğu için onları açlıktan öldürüyor, bünyelerindeki kimyasallardan kaynaklı olarak da onları zehirliyor. Şimdi bunların yanında insanın balık yediği için mikroplastik yemiş olması pek tartışmaya değer bir durum değil çünkü insanın plastiğe maruziyeti başka kaynaklardan daha yoğun gerçekleşiyor.
Özellikle hangi canlılar etkileniyor? Hangi canlılarda saplandı?
Litterbase isimli bir site var. Kurucusu da meslektaşımız Dr. Mine Banu Tekman. Mine’nin bu site üzerinden verdiği sayılara bakınca, 4,061 farklı deniz canlısı türü plastiklerden etkilenmiş. Bilimsel çalışmalardan hareketle yapılan bu sitede belirtilene göre en fazla balıklar plastiklerden etkileniyor.
Mikroplastik en çok nerelerde birikiyor?
Mikroplastikler deniz yüzeyi, deniz dibi ve sahillerde yoğun olarak birikiyor. Şimdiye kadar yapılan çalışmalardan anladığımız kadarıyla deniz dibi önemli bir mikroplastik kirletici birikim alanı. Hatta yıllara göre deniz dibindeki mikroplastik birikiminin konu edildiği çalışmalarda plastik üretiminin artışına paralel olarak deniz dibi sedimentindeki yıllara göre oluşan katmanlardaki mikroplastiklerin miktarı da artıyor.
Sigara izmaritlerinin de plastik çöp olduğunu öğrenince şaşırdım…
Sigara izmaritinin hiçbir sigara içene sağlık açısından faydası yok ve dünyada en fazla bulunan plastik çöplerden biri. Üstelik zehirli. Dolayısıyla derhal yasaklanması çağrısı yapıyoruz.
Arıtma tesisleri vs. mikroplastiklerin denize ulaşmasını engelleyebilir mi?
Arıtma tesisleri mevcut teknoloji ile önemli bir teknolojik yatırımla mikroplastikleri yüzde 99’a kadar arıtabilir. Ama arıtınca o arıtma çamuruna ne olacak? O kısım işte muamma. Muhtemelen yakmaya gönderilecek. Bu da çözüm değil. Dolayısıyla hat-sonu çözümler değil sorunun kaynağını ortadan kaldırmak lazım. Musluğu kapatmadan sorunu ortadan kaldıramayız.
‘Tek sağlık’ diye bir kavram var. Bir yerde işler iyi gitmezse, mutlaka tüm dünya etkileniyor. Mikroplastikler (plastikler) için de öyle mi? Yaşamı nasıl etkiliyor?
Mikroplastikler tek başına değil bizim, yeni varlıklar dediğimiz (novel entities) kimyasallar ve malzemeler tüm canlıların yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Yaşam alanlarını işgal ediyor, küresel iklim değişikliğini tehdit ediyor. Çünkü hepsi petrol türevli, üreme becerisini azaltıyor, yeni doğanların daha kırılgan olmasına neden oluyor. Tüm bunları bir araya getirince yaşamın daha da kötüleştiği ve kalitesizleştiğini söylemek mümkün.
Plastik ambalajlarının önemli bir kısmı gıdada kullanılıyor…
Evet plastik üretiminin yüzde 40 başka deyişle 143 milyon tonu gıda sektöründe kullanılıyor. Gıdanın korunması ve taşınması için avantajlı olabilir. Peki gıda tedarik zincirinin plastiğin sağladığı avantajlara göre şekillenmesinin sağladığı kolaylıkların bir maliyeti yok mudur? Elbette var. Plastik özü itibariyle petrolden üretilen ve içine binden fazla kimyasal eklenerek şekillenen bir toksik kokteyl.
‘Poşetlerin üzerine logo yapıştırmakla sıfır atık olmaz’
Türkiye’nin, ilgili bakanlıklar, kurumlar, yerel yönetimlerinin bu konuda farkındalığı, bilgisi nasıl? Üzerilerine düşeni yapıyor mu?
Türkiye’de plastik kirliliğine dair yapılan işlerin hemen hepsi ‘komşular pazarda görsün’ tadında ‘mış’ gibi işler. Bakın yasal olarak alabildiğimiz tek önlem poşeti ücretli yapmak ve ona da zam yapmamakla övünmek. Normalde bu tür işler yapılınca ilk önce ücret konulur sonra ücret oranı arttırılır ve en sonunda da yasaklanır. Biz tam tersini yapıyoruz. Bedava olan poşeti tekrar bedava yaptığımızı açıklamamız yakındır. Yine depozito iade sistemi konusu da hala pilot. Pilot olmanın ötesinde değil. Bir sürü plastik petrokimya fabrikası yatırımları var. Tüm bunları görünce plastik kirliliği açısından Türkiye’nin geleceği pek parlak değil. Belediyeler atık yönetimine bütçe ayırmaktan bile imtina ediyorlar. Ne yazık ki çözüm olarak vatandaşın sorumluluk almasını bekleyen bir karar mercii anlayışı mevcut Türkiye’de.
Yürüyen Sıfır Atık Projesi var. Bu tür projelerin daha iyi sonuç verebilmesi için neler önerebilirsiniz?
Sıfır atık vb. projelerin gerçekten çöp üretmemek üzerine şekillendirilmesi ve plastiğin tümden üretimini azaltacak bir programla yürütülmesi lazım. Yoksa plastiği plastik dönüşüm kutusuna atıp geri dönüşüm denilen başarısız bir yönteme teslim etmek sıfır atık olamaz. Ya da poşetlerin üzerine logo yapıştırmak ya da belge düzenlemek bunlar ile sıfır atık mümkün değil. Eğer ki bir ülkede çöplerin yüzde 90’ı hala karışık toplanıp çöp depolama sahasına gidiyor ve buna dair radikal hiçbir şey yapılmıyorsa orada atık yönetiminden bahsedilemez. Bir kere sıfır atığın başarılı olabilmesi için öncelikle tek kullanımlık plastiklerin derhal üretiminin kısıtlanması lazım. Plastik poşetin tümden yasaklanması lazım. Tüm şehirlere kompost tesisi zorunluluğu getirilmesi gerekir. Bunlar olmadan ne yazık ki her şey kağıt üzerinde kalır.
Bir yandan çöp ticaretinin rotalarından biri Türkiye…
Çin’in plastik çöp ithalatını yasaklamasının ardından plastik çöp harekliliğinin ana varış noktalarından biri Türkiye oldu. 2013’den sonra yavaş yavaş plastik çöp ithalatını artıran Türkiye, 2018 sonuna gelindiğinde 418 bin ton plastik çöp ithal etmişti. Daha sonra ithalatçı firmalar mantar gibi türedi, iç piyasadan plastik almak yerine ithalata yüklendi. İthal edilen plastik çöp miktarı, 2019’da 582 bin 296 tona, 2020’de yaklaşık 760 bin tona ulaştı. Türkiye’de üretilen evsel kaynaklı belediye çöpü miktarı 32 milyon ton civarında. Bunun yüzde 15-20’si plastiklerden oluşuyor. İthal edilen plastik çöplerin içeriği de bunlarla hemen hemen aynı. Bu miktardaki çöp 1.2 milyon tonluk bir çapı olan sektöre yetmiyorsa ortada bir manipülasyon var. Asıl yapılması gereken çöp ithalatı değil, çöpün daha iyi ayrıştırıldığı ve toplandığı bir sistemi desteklemek. Düşünün sadece 9 milyar adet PET şişenin satıldığı bir ülkedeyiz. Bunun da çok azı toplanıp geri kazanıma dahil ediliyor. Yakın zamana kadar belediye başkanları çöplerini alacak firma bulamadıklarını söylerken, kendi çöpümüzün yetmediğini, kalitesiz olduğunu söylemez gerçekten uzak.
Bireysel önlemler ne derece etkili?
Plastik kirliliği çok ileri boyutta. Bireysel önlemler bu kirliliğini çözmez. Sadece sizi plastiğe maruz kalmaktan uzaklaştırır. Sorunun uzun vadede çözümü için, daha üst düzeyde ciddi önlemler alınmalı. Üretimin azaltılması, tek kullanımlık plastiklerin tamamen yasaklanması, depozito sistemi ve tekrar kullanıma uygun ürünlerin tasarlanması gibi önlemler olmadan bireysel çabalarla pek bir şey değiştiremez.
Kitabınızda ‘greenwashing’ kavramından söz ediyorsunuz. Kirletici firmalar kendilerini nasıl aklamaya çalışıyor?
Birçok şirket özellikle kirleticiler, sorunun kaynağının sizin davranışınız olduğunu ve alacağınız önlemlerle plastiğin kirletici olmaktan çıkacağını iddia edebilir. Amaçları kendilerini sorunun kaynağı değilmiş gibi göstermek. Buna greenwashing yani yeşil yıkama deniyor. Son dönemde neredeyse her alanda şirketlerin başvurdukları bir kandırmaca. Bazen ürünleri üzerinden bazen sivil toplum örgütleri aracılığıyla bazen da kamu kurumlarıyla yeşil yıkama yaparlar. Logo seçimlerini bile buna göre yapabilirler. Maalesef artık sivil toplum örgütleri, fon kovalayan birer proje ofisine dönüştü. Yeşil yıkamayı kurumsallaştıran bir araca dönüştüler. Yine tek kullanımlık plastik ambalajlar içinde içecek ya da deterjan satan firmaların belediyeler ve sivil toplum örgütleri üzerinden kıyı temizliği ya da atık analizi gibi ne işe yaradığı veya ne anlama geldiği bile belli olmayan işlere girişmesi, temizlik kavramının yeşil yıkama için nasıl bir istismar alanına dönüştüğünü gösteriyor. Oysa şirketlerden daha çok depozite sistemi için nasıl bir yatırım yaptıklarını duymamız gerekiyor.
Meseleye fütüristik bakacak olursanız nasıl yorumlarsınız?
Çok fazla fütüristik bakamıyorum çünkü bu hızla kirletmeye ve plastik ve kimyasal üretmeye devam edersek ortada bir fütür kalmayacak.
Doç. Dr. Sedat Gündoğdu kimdir?
Biyolog olan Gündoğdu, Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinde deniz biyolojisi üzerine çalışmalar yürütüyor. Özellikle denizsel plastik kirliliği üzerine çalışıyor. Mikroplastikleri sucul ortama taşıyan kaynaklar, canlılara etkisi ve besin zincirine transferi konularında çok sayıda çalışması bulunuyor. Şimdiye kadar sofra tuzları, midyeler, tüketimlik balıklar, konserve balıklar, balık yemleri gibi gıdalardaki mikroplastik kirliliğini ortaya koyan çalışmalar gerçekleştirdi. Halen plastik kirliliğinin kaynakları ve çeşitli ekosistemlerdeki dağılımı araştırıyor. Plastik çöpün ülkeler arası dolaşımının ekosistem üzerine etkisi üzerine de çalışmaları olan yazarın çoğunluğu plastik ve mikroplastik kirliliğiyle ilgili olan 100’e yakın ulusal ve uluslararası yayını var.