Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Son aylarda üzerinde en fazla konuşulan konulardan birisi, yurt dışına taşınan insan sayısının her geçen gün artması. Geçmişten beri ‘beyin göçü’ başlığı altında tartışılan bu konu, bugünlerde daha kapsamlı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Beyin göçü; yetiştirilmesi için kaynak gereken ama olmadığı için ülkeden göç eden ya da hali hazırda yetiştirilmiş, vasıflı çalışanların kendi potansiyellerini kullanamadıkları için daha gelişmiş ülkelere göç etmesini anlatmak için kullanılan bir kavram. Yalnız günümüzde ülkeden göç etmek isteyenleri dinleyecek olursak, bu durumu sadece ‘beyin göçü problemi’ başlığı altında ele almak yeterli olmayabilir. Son zamanlarda hemen hepimizin çevresinde Avrupa ya da Amerika kıtasına taşınmış ya da taşınmak isteyen- farklı sosyo-ekonomik gruplardan- tanıdıkları var. Dışarıdan bakıldığında işi gücü yerinde, dolayısıyla keyfinin de yerinde olması gerektiği varsayılan insanların bir kısmının da yurt dışına taşınmayı göz önünde bulundurması düşündürücü.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının- en azından bir çoğumuzun- en temel değerlerinden biri hiç şüphesiz ki vatan sevgisi. İnsanın içinde taşıdığı vatan sevgisi ile ülkesinde kalmak yerine, başka bir ülkeye taşınmak istemesi ve bu meselenin günlük sohbetlerde sıkça yer almaya başlaması, üzerinde konuşulması gereken bir problem. Tabii ki herkes istediği yerde yaşayabilir ve bir insanın vatan sevgisi yaşadığı yerle ölçülemez. Yurt dışına taşınan ya da taşınmak isteyen her insanı yargılayıp, eleştirmek, var olan problemi çözmeyeceği gibi, o problemi daha da derinleştirebilir. Bu tutum ve davranışın ardındaki motivasyonu anlamaya çalışmak, çözüme ulaşma yolunda çok daha anlamlı bir adım olur.
Yurt dışında yaşamla ilgili şehir efsaneleri
Yurt dışındaki yaşamla ilgili gerçekçi olmayan sohbetlerin ağızdan ağıza yayılması, yurt dışında yaşamakla ilgili şehir efsanelerinin doğmasına ve bir neslin ağzından eksik etmediği, “Yurt dışında kızlar teklif ediyormuş” söylemleri gibi ama daha geniş kapsamlı söylemlerin kemiği olmayan dillerde yer etmesine, özetle yurt dışında yaşamanın idealize edilmesine neden oldu. Böylece, içinde bulunulan koşulların zorluğu daha da göze batmaya ve dolayısıyla insanları mutsuz etmeye başladı.
Bir ülkeye yaptığınız turistik seyahat ya da bir ülkede dil kursuna gitmiş olmak ya da bir ülkede öğrenci olarak bulunmuş olmak bile o ülkede yaşamakla ilgili yeterince bilgi sağlamaz. Yabancı bir ülkede yaşamanın artı ve eksilerini anlamak için orada en az üç, dört sene çalışmak veya yaşamak gerek. Yurt dışında yaşayan ya da yaşamış olan her bireyin kişisel deneyimleri farklı da olsa yurt dışında yaşamış bir kişi olarak şunu söyleyebilirim ki, ideal bir yaşam dünyanın hiçbir yerinde yok. Bunu az çok hepimiz tahmin edebiliriz sanırım.
İdealize edilmiş yurt dışı yaşam sohbetlerine fazlaca maruz kalmaktan olsa gerek, bazı insanlar yurt dışına taşındığı an- pasaport kuyruğundan çıkar çıkmaz- üstün başarı ödülüyle onurlandırıldığı, fazla çalışıp yorulmadan üzerine para yağacağı, bir yandan da gezmeye, eğlenmeye ve tatile doyamayacağı bir yaşama sahip olmayı kaçırdığını sanıyor olmalı ki, yurt dışında yaşamaya daha da fazla anlam yüklüyor. Herkesin hayattan beklentisi farklı; fakat yurt dışındaki yaşamın, bir kesim tarafından gereğinden fazla yüceltildiğini söylemek yanlış olmaz.
Peter Pan ve Olmayan Ülke
İyi bir yaşam standardına sahip olmak için yurt dışında da çok çalışmak gerekiyor -ki bazen- ne kadar çalışsanız da dilediğiniz standardı yakalayamayabiliyorsunuz. Sonuçta insanlar yaşadıkları ülkenin parasını kazanıp, o parayı o ülkede, o ülkenin koşullarında harcıyor. Bazı ülkelerde alım gücü daha fazla olabilir ama o ülkelerde de şu an bir çoğumuzun hayat rutininde olan bir çok şey ulaşılabilir değil. Örneğin yurt dışında yaşarken her işinizi kendiniz yapmanız gerekir. Evle, bahçeyle ve öz bakımla ilgili -ustalık gerektirecek işler dahil- her işi herkes kendi yapıyor. “Elektrikçi çağırayım gelsin”, “musluk bozuldu tesisatçıyı arayım”, “gündelikçi gelince ütü yapar” ya da “mahalle kuaföründe bir fön çektireyim” gibi cümle içinde kullanılan eylem sözcükleri, yurt dışında yaşamaya başlayınca kelime haznenizden atılıyor. Tüm bunlar ya ulaşılabilir değil ya da -buraya kıyasla bile- hala çok lüks sayılıyor.
Yurt dışında yaşayan bir çok kişinin söylediğine göre, boş zamanları ev ve öz bakım işleri doldurduğu için insanın kendini nasıl hissettiğini bile sorgulamaya zamanı olmayabiliyormuş. Çocuğu olanların ise etrafta destek verecek kimse olmadığı için üzerinde hissettiği sorumluluk ve iş yükü daha da fazla olabiliyormuş.
Yurt dışında yaşayanların bir çoğu bilir, hasta olsanız veya diş ağrınız tutsa, kaliteli sağlık hizmeti alabilmeniz neredeyse mümkün değil. Kısa zaman içinde bir doktor görebiliyorsanız kendinizi şanslı hissedebilirsiniz ki uygulayacağı tedavi ülkemizdeki kadar güvenilir mi, soru işareti. Bu sebeple ki dünyanın dört bir yanından bir çok insan sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için ülkemize geliyor.
İş yerinde rekabet, yurt dışında da oldukça fazla ve hatta ‘Bizans oyunları’ insanın olduğu her yerde olduğu gibi yaygın. Hangi konumda olursanız olun- başka bir ülkeden olduğunuz için- ayrımcılığa uğrama olasılığınız da yüksek.
Yurt dışındaki yaşamın idealize edilmesi ve o ideale göre hayaller kurulması, Peter Pan’ın Olmayan Ülkesine taşınmayı hayal etmekle benzer. Günün sonunda, bir şeye ne kadar anlam yükleyip güç atfederseniz, hayatınızda anlamlı olan diğer bir çok şeyi kaçırırsınız. O ‘bir şey’e sahip olduğunuz gün de hayal kırıklığı yaşamanız kaçınılmaz olur.
Pasif direnişte kalmak
Ülkeden taşınmak istediğini söyleyen insanların bir kısmı, aslında sadece içinde bulunduğumuz koşullardan kaçmak istediğini söylüyor. Yani başka bir ülkede yaşamak istediğinden değil, hissettiği mutsuzluk ve umutsuzlukla ne yapacağını bilmediği için gitmek istiyor. Ülkede şikayet edilecek çok fazla şey olduğu doğru ama – gidip yaşasak- diğer bir çok ülkede de şikayet edecek bir çok şey bulabiliriz.
Sanırım bir çoğumuzun ortak özelliği sürekli şikayet etmemiz ama şikayet ettiğimiz konuyla ilgili hiçbir şey yapmamız; yani sürekli pasif direnişte kalmamız. “Ben ne yapabilirim ki?”, “Şu problemi muhatabına iletsem acaba bana takarlar mı, başıma bir iş gelir mi?”, “Haklıyken haksız durumuna düşer miyim?”, “Bir şey yapsam da hiçbir şey değişmeyecek ki” gibi düşünceler çaresizliği, umutsuzluğu, mutsuzluğu ve dolayısıyla tükenmişliği de beraberinde getirebiliyor. Tükenmişlik duygusu da kaçma isteğini ortaya çıkartabiliyor.
Öte taraftan, bir problemi çözmek için ilk önce objektif bir değerlendirme ve kabul gerek. Var olan durumu hemen değiştiremeyebiliriz ama değiştirmek için adım atabiliriz. Yalnız, o kadar fazla söyleniyoruz ki, hayat şartlarının yormasının yanı sıra kendi kendimizi ve çevremizi de söylenmekten yorup, belki de değişim için harekete geçmenin önünü kesiyoruz.
Bir problemi çözmek için ilk önce kabul gerek
Sosyal medya aracılığıyla sağa sola sövmek, yani klavye delikanlılığı yapmak ya da felaket senaryoları yaymak değişim yaratmıyor. Kimseyi de mutlu etmiyor. Zaten sırf bu yüzden insanların bir kısmı gündemi bile takip etmek istemiyor. Ateşe sürekli odun atıp “yangın var” diye bağırmanın bir faydası yok. Aslında, bir problemi olduğu gibi kabul etmekle pasifize olmayı, pasif direnişte kalmakla aktif rol oynamayı birbirine karıştırıyoruz.
Bir durumu değiştirmek için ilk önce o durumu olduğu gibi kabul edersiniz. Bu pasifize olmak, konuyu -deyim yerindeyse- salmak, akıntıda sürüklenmek demek değildir. Yer çekiminin varlığını kabul etmek ve uçmak için uçağın bulunması, bir kabul ve çözüm örneği olarak gösterilebilir. Yer çekimiyle ilgili ya da uçamamakla ilgili sürekli şikayet etmek ve bir şey yapmamak – tartışmasız- uçağın bulunmasını sağlamazdı. Bu sebeple de var olan durumu objektif olarak değerlendirip, o durumu- tüm yönleriyle- olduğu gibi kabul edip, sonra da akılcı çözümler üretmeye çalışmak, o durumla ilgili sürekli sayıp sövmekten çok daha etkili olur.
“Ben ne yapabilirim ki?” demeyin. Bazen sokakta tanımadığınız birisine gülümseyip, selam vermek, o insanın kendisini daha değerli ve mutlu hissetmesine ve gününün daha iyi geçmesine, hayata dair motivasyonunun artmasına ve onun da diğer insanlarla etkileşiminin olumlu yönde değişmesine yardımcı olur. Bazen tek bir gülümseme, bir çok insanı gülümsetir. Klişe ama gerçek; var olan düzeni değiştirmek kendimizi değiştirmekle başlar.