
ASLI İZMİRLİ
asliizmirli@diken.com.tr
Türkiye’deki ilk büyük ölçekli sergisinde Sırp performans sanatçısı Marina Abramović, Sakıp Sabancı Müzesi’nin üç katına yayılan üç farklı dünya yaratıyor. Öyle ki izleyici, mekanın katlarını yukarıdan aşağı doğru gezerken sanatçının varoluşunun katmanlarına iniyor, sonunda bir izleyici olmaktan çıkıyor ve performansın parçası oluyor. ‘Akış/Flux’, 31 Ocak’ta kapılarını açtı.

Eksi birinci kat, Abramović’in son 50 yıllık performans sanatı kariyerinin ufak bir özeti. Eksi ikinci kat yapılan bir açık çağrı ile seçilen diğer performans sanatçılarının işlerine ayrılmış. Eksi üçüncü kata indiğinizde ise performans sırası size geçiyor. Abramović, bu kat için ziyaretçilerin tüm elektronik aletlerini dolaba kilitleyip gürültüyü kesen kulaklıkla girdiği bir oda tasarlıyor. İzleyiciyi performansın bir parçası olmaya, bu odada tüm günlük düşüncelerini, kalıplarını ve duvarlarını bir kenara bırakıp yalnızca ‘anda’ olmaya, hissetmeye ve kendini deneyime açmaya çağırıyor.
Performans sanatı tanımı ve doğası gereği izleyiciyi içine alan bir tür. Bu sanat dalının dört temel öğesi sanatçının bedeni, zaman, mekan ve izleyici, Abramović’te o kadar uyumlu bir dengede bir araya geliyor ki serginin bir izleyicisi ve parçası olmak arasındaki çizgi tamamen bulanıklaşıyor.

Abramović, bugüne kadar sergilediği performanslarıyla defalarca dikkatleri üzerine toplamış bir sanatçı. Bunlardan iki tanesi -Akış/Flux’ta da gördüğümüz ‘Rhythm 0’ ve ‘The Method’– en vurucularından.
‘Rhythm 0’, Abramović’in ilk defa 1974’te gerçekleştirdiği, insanın en derinini yüzeye çıkaran bir çalışma. Sanatçı, üzerinde 72 obje olan bir masa sunuyor seyirciye. Masada duran objeler hem zevk hem de acıyı çağrıştırıyor: çiçek, şeker, bal, şarap, kırbaç, bıçak, silah, mermi… Abramović, masanın önüne geçiyor ve diyor ki: “Altı saat boyunca sadece duracağım, bana istediğinizi yapabilirsiniz.”
Abramović yalnızca çiçeklerle şımartılmıyor. Saatler sonunda tokat yemiş, kıyafetleri paramparça edilmiş, tenindeki kesiklerden akan kanlarla yarı çıplak halde kalıyor. Altı saat süren pasif halinden çıktığında ise etrafındakiler hızlıca dağılıyor. Abramović’e göre bunun nedeni ‘onun gerçek bir insan olduğuyla yüzleşemiyor’ olmaları.
‘The Method’ ise Abramović’in üzerine çalıştığı üç temel kavramın can alıcı örneklerinden. Bağ kurma, güven ve savunmasızlık. Savunmasızlık kavramı, Abramović’te birkaç kavramı içinde barındırıyor. Bu yüzden sanatçıdan duvarsız olma hali, hassasiyet, savunmasızlık ve incinebilirlik anlamlarına gelen İngilizce ‘vulnerability’ kelimesini sıkça duyuyoruz. Buna aynı zamanda insanın, “Etrafımdakiler benimle ilgili bunu bilseydi bana aynı şekilde yaklaşmazlardı” diyerek sahip olmadığı duygulara sahip olma hali diyebiliriz. Abramović, ‘The Method’ sırasında bir sandalyede oturuyor, karşısına sırayla oturan insanlar ise süre kısıtlaması olmaksızın sanatçıyla birbirlerinin gözlerine bakıyorlar. Yüzlerce duygu, yalnızca gözler aracılığıyla birbirine ulaşıyor.

Abramović’in içinde savaşlar verdiği bu üç kavram, aşkı yaşama biçimini de şekillendiriyor. Öyle ki sanat kariyerine yön veren tutkulu aşkı Ulay’ın izleri hiçbir zaman silinmiyor. Abramović ve Ulay, 70’li yıllarda büyük bir aşk yaşıyorlar. 12 yıl birlikte olan ikili hem beraber sanat üretiyor hem de tutkulu bir aşk yaşıyor.
Abramović ve Ulay, 20 yıldan uzun süre görüşmüyorlar ve yıllar sonra sürpriz bir olay yaşanıyor. Ulay, Abramović’in ‘The Method’ performansı sırasında mekana geliyor ve karşısına oturuyor (altta). Yaşanan anları buradan izleyebilirsiniz.

İlk katta sanatçının 50 yıldır ürettiği işlerini izlerken onun annesiyle, kendisiyle, Ulay’la ve çevresindeki canlı-cansız öğelerle ilişkisine, onu en çok düşündüren kavramlara ve yıllar içindeki evrimine tanık oluyoruz.
İkinci kat, her gittiğinizde farklı bir deneyim yaşayabileceğiniz bir kat. Farklı zamanlarda gösterilen farklı performansların takvimine buradan ulaşabilirsiniz.
Üçüncü katta ise “Neden performans sanatı var” sorusunun yanıtını bulabilirsiniz . Elektronik aletlerinizi dolaba kilitleyip kulaklıkla dış seslerden izole olarak girdiğiniz odada bir yığın pirinç ve mercimeği sayabilir, renkli bir kartonun karşısında dakikalarca oturabilir, yataklara uzanabilir, tanıdığınız veya tanımadığınız biriyle ‘The Method’daki gibi göz göze iletişim kurabilirsiniz. Belki de beklemediğiniz bir anda biri gelir, elinizi tutar, sizi odanın içinde dolaştırır, beraber gözlerinizi kapatmanızı ister ve kapıya kadar size eşlik eder.
‘Akış/Flux neden ziyaret edilmeli’ sorusunun çok sayıda yanıtı var. Akış/Flux, size en içten duygularını açan Abramović’le tanışmak, performans sanatına dair derinlik kazanmak, kendinizle ve çevrenizle diyalog kurmak, dış dünyayı bir kenara bırakıp yalnızca ‘anda olmak’ ve empati duygusunu şekillerde deneyimlemek için harika bir fırsat.
Sergiyi 26 Nisan 2020’ye kadar, 12:00-20:00 saatleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi’nde görebilirsiniz.