Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Gündem, Dilan Polat ve diğer fenomenlerin işlediği suçlarla meşgul. Yıllardır gözümüzün önünde birçok farklı suç işlenmesi ve bizlerin de bu suçlara seyirci kalmamız, sanırım bizde öyle bir alışkanlık yaratmış ki suç işleyenler artık kendi kendini ele veriyor.
Nitelikli dolandırıcılık, zekâ ve bazı beceriler gerektirir. Karanlık odalarda kazanılan paralar, üzerine ışıldaklar konulup milletin gözüne sokulmaz. Bunu yapıyorsanız ya aptalsınızdır ya da sırtınızı çok sağlam birilerine dayamışsınızdır.
Öte yandan, bu tür işlerde bir maşa vardır bir de maşayı tutanlar. Maşayı tutanlar da genellikle tehlikeli psikopatolojilere sahip oldukları için öyle çok da sırt dayanılacak kişiler değillerdir.
Özetle, ben ‘sıradan çinko karbon bir vatandaş’ olarak bile bunları düşünebiliyorsam, nitelikli dolandırıcılık yapan insanların düşünememesi imkânsız.
Dolayısıyla, Dilan Polat ve diğerlerinin ‘Bir şey olmaz. Kim neden bulaşsın ki?‘ düşüncesinin rahatlığıyla yola çıkıp bu kafayla yola devam ettiği ortada. Ayrıca, onların yaşamına özenen birçok insanın varlığı, yani sosyal medyanın sanal şöhreti, akıl tutulması yaşamalarına da yol açmış olabilir.
Sonuçta, sınırsızlığı alkışlayanlar ya da sınırsızlığa sınır koymayanlar oldukça alkışlananlar da sınırları zorlar.
Pasif direnişte kalmak!
Hemen hepimizin üzerine yapışan öğrenilmiş çaresizlik, umutsuzluk, vatandaş olarak hakkını savunmaktan korkma, yasaların çiğnenmesine karşı duyarsızlaşma sahne ışıklarının altında bile gözümüze sokularak suç işlenmesine izin veriyor. Biz ise genellikle şikâyet edip edip hiçbir konuda bir şey yapmıyoruz. Yani pasif direnişte kalıyoruz. Dilan Polat sadece bir sembol. Sonuçta, yıllardır gözümüzün önünde gerçekleşen ve suç sayılabilecek diğer birçok şeye ses çıkartmadan hayatımıza devam ediyoruz.
Gündem fenomenlerin tutuklanmasıyla bu derece meşgul edilirken sanki tüm suçlular bir gün cezalandırılacakmış havası yaratılıyor. Umarım bu bir ilüzyon değil; gerçektir. Bir ülkede adaletin varlığına inanmak, insanı üzerine yapışan ve hareketsiz bırakan birçok tutumdan kurtarabilir. Çünkü insanın temel ihtiyaçları arasındaki güvende hissetme duygusu karşılanmış olur.
Gerçi pasif direnişte kalmak sadece ülke gündemiyle ilgili konularda değil, kendi bireysel hayatlarımızda da sıklıkla kendini gösteriyor. Yani birçoğumuz bireysel hayatlarımızda da şikâyet edip edip şikayetçi olduğumuz problemlerle ilgili hiçbir şey yapmıyoruz.
Kurban rolünü benimsemek ve orada kalmakta ısrarcı olmak yani insanın kendisini hayata acıyla bağlaması, mazoistik bir yatırım olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, insan -bunu bilerek yapmasa bile- acıdan beslenerek varlığını sürdürmeye devam eder. Hayatta olduğumuz sürece acı, üzüntü gibi zorlayıcı duyguları hissetmek kaçınılmazdır ama hayata acıyla bağlanmak bir seçimdir. Aynı değişmek istemenin ve istememenin de birer seçim olması gibi.
Kontrol etmeye çalışmak çözümü geciktirebilir
İnsan içinde bulunduğu gerçekliği, yaşadığı bir olayı kabul etmekte güçlük çektiği ve hatta reddettiği zaman değişim için adım atamaz. Bir problemi çözmek için ilk önce kabul gerekir. Hoşnut olmadığımız bir durumu kontrol etmeye çalışmak ile o durumu kabullenip değiştirmeye çalışmak için adım atmak aynı şey değildir. Kontrol çabası, özellikle de kontrol gücümüz olmayan durumlarda problemin çözümünü geciktirebilir.
Son yıllarda, birçok insanın tutum ve davranışlarının nedenlerini anlayabilmek için kitaplara, psikolojiyle ilgili sosyal medya profillerine, eğitim ve seminerlere başvurması kendisiyle ilgili farkındalık kazanması açısından değerli. Yalnız, tüm bu kaynaklar farkındalık kazanma ve dolayısıyla değişme yolunda birer pusula olabileceği gibi insanın değişime karşı direncinin bir göstergesi de olabilir.
‘Değişmem için ilk önce kendimle ilgili her şeyi detaylı bir şekilde bilmem gerek’ düşüncesi, yani insanın ancak daha fazla bilirse kendisini ve dolayısıyla içinde bulunduğu durumu değiştirebileceğine inanması, kontrol etme ihtiyacının bir belirtisi olarak tanımlanabilir. Kontrol etme ihtiyacının altında birçok farklı psikolojik sebep yatar. Yalnız, insanın kendisini hayat karşısında kontrolsüz hissetmesi ve kontrol etme ihtiyacıyla hareket etmesi, hayatın getirdikleri karşısında esneme becerisinin kısıtlı olduğunun da bir işaretidir.
Esneme becerisi gelişmediği sürece, insanın hayatın akışına göre manevra yapması zorlaşır. Bir durumu olduğu gibi, yargısız ve objektif bir şekilde kabul edip değiştirilemeyen durumlar karşısında bakış açısını değiştirmek için çaba harcamak esneme becerisini geliştirmeyi gerektirir.
Aktif kabul nedir?
‘İnsanın içinde bulunduğu durumu, gerçekliği kabul etmesi tam olarak ne demektir?‘ sorusunun cevabına gelecek olursak…
Bugün İstanbul’da yağmur yağması değiştiremediğimiz bir durum. Bu durumu beğenseniz de beğenmeseniz de gerçeklik bu. Tüm gününüzü yağmurdan şikâyet ederek geçirebileceğiniz gibi evde keyifli zaman geçirmeyi ya da uygun biçimde giyinip dışarı çıkmayı seçebilirsiniz.
Ya da diyelim sevgiliniz sizden ayrıldı. Ama siz ayrılmak istemiyordunuz. Ayrılma nedenini bilip kararını değiştirmeye çalışsanız bile değiştiremeyebilirsiniz. Ve ayrılığın acısıyla baş başa kalabilirsiniz. İşte bu noktada ya aktif kabule geçip hayatınıza devam etmeye çalışırsınız ya da pasif direnişte kalır, durumdan sürekli şikâyet eder ve durumu farklı şekillerde kontrol etmeye çalışıp (sosyal medyasını stalklamak gibi) durduduğunuz noktaya kök salarsınız.
Aktif kabul, insanın hissettiği duyguları yok sayması demek değildir. Aksine, insanın hissettiği duyguları olduğu gibi, yargılamadan kabul etmesi ve deneyimlemek için kendisine izin vermesidir. Kontrol etmeye çalışmak acıya geçici bir anestezi verir. Ayrıca, yarayı tedavi etmediği gibi derinleştirebilir.
İşte tam da bu sebepten, pasif direnişte kalmak yerine acıyı deneyimleyerek akıp yolunu bulması için zemin hazırlamak ve bu deneyimden öğrenip hayata devam etmek gerekir. Bunu, duygulara çözülecek birer problemmiş gibi yaklaşmadan, “Neden üzgün hissediyorum, böyle hissetmemem gerek” demeden, yani duygularınızı yargılamadan ya da “Ben şu an çok üzgün hissediyorum. Bu ne zaman geçecek? Yoksa hep böyle mi kalacak?” demeden yani hissedilen duygularla ilgili kaygılanmadan, var olan durumu ve hissettirdiklerini olduğu gibi kabul ederek gerçekleştirebilişiniz.
Ne yapabiliriz?
Tabii ki tüm bunları yapmak ve alışkanlık haline getirmek kolay değil. Yani insanın değiştiremeyeceği gerçekliklerin hissettirdiği acılar karşısında “Olur öyle… Hayat bu…” diyebilecek bir noktaya varması hayli zordur ki o noktaya varmak zorunda da değiliz. Yalnız, bizi zihnen esir edip yaşadığımız gerçekliği tüm çıplaklığıyla görmemizi engelleyen ‘Acabalar’dan, ‘Keşkeler’den, ‘Niyeler‘den özgürleşebilirsek hayatın önümüze koyduğu zorlukları daha kolay atlatabilir, deneyimlerden öğrenerek yeni hikayeler yazabiliriz.
İnsan acı da olsa deneyimlerden öğrenir ve böyle olgunlaşır. Değiştiremeyeceğimiz bir durumu kontrol etmeye çalışmak ya da hiçbir şey yapmadan şikâyet etmek, büyümemiz ve yetişkin olmamız önünde bir engeldir. Yetişkin olamamış insanlar, kendi hayatlarının sorumluluğunu almakta güçlük çeker. Ve bu insanlar bir araya gelip bir toplum oluşturduğu noktada, yaşadığı ülkede olup bitenlerle ilgili kendi sorumluluklarının da farkına varamaz. Yönetici pozisyonundaki insanların istediği gibi at koşturması kaçınılmaz olur.
Hayat her zaman gülümsetmeyecek. Kimse de bize bunu vadetmedi zaten. Yalnız, biz gülümsemeyi deneyebiliriz. Nasıl mı?
Yüz kasları gerginken acı bir olayı kabullenmek daha zordur. Dolayısıyla, zorlayıcı bir durum ya da duygu karşısında yüz kaslarınızı gevşetin. O an için yüzünüze nötr bir duygu ifadesi oturtun. Ne üzgün, ne kızgın, ne de mutlu bir ifade. Daha sonra dudaklarınızın kenarlarından, kulaklarınızın arkasına bir ip asılmış gibi düşünün ve o ipin hafifçe yukarı çekildiğini hayal edin. Yalnız, ip yukarı doğru çekilirken tam gerilmemesi gerek. Yani yüzünüzde tam bir gülümseme-sırıtma olmasın.
Yarım gülümseme ifadesi diğer adıyla Mona Lisa gülümsemesi zorlayıcı durumlar ve duygular karşısında duygularınızı daha sağlıklı yönetmenize destek olur. Bu, bilimsel bir tekniktir. Günlük hayatınızda bu tekniği kullanmayı deneyebilirsiniz. Mucize yaratmaz ama en azından içinizde biriken birçok farklı duygunun öfke topu haline gelip yerli yersiz ortaya çıkmasına bir nebze de olsa engel olabilirsiniz.
Unutmayalım ki diğer insanları ya da hayatı kontrol etme gücümüz olmayabilir ama böyle bir gücümüzün bulunmaması hayatı sürekli pasif direnişte yani kurban kalmayı seçerek yaşayacağımız anlamına da gelmiyor.
Defalarca söylediğim gibi bireysel hayatlarımızda değişmeyi başarabilirsek toplumsal değişimi de sağlayabiliriz.