Dr. FEYZA BAYRAKTAR
info@feyzabayraktar.com
Her şeye sürekli zam geliyor, hayat pahalılaşıyor, hemen hemen herkes sadece bu konuyu konuşuyor. Sosyal medyada paylaşılan capsler bile eski alım gücüne sahip olmadığımızı -gülümseterek de olsa- yüzümüze vuruyor. Sıcak yaz günlerinde klimayı açsam elektrik faturası ne kadar gelir diye düşünüp isilik çıkartırken bir yerden bir yere gitmenin benzin maliyetini dert edip hazır alışmışken online sosyalleşmeye devam etmeyi seçebiliyoruz.
Mış gibi yaşayanlar
Bir kesim için hayat böyleyken bir kesim ise geziyor, yiyor, içiyor ve yaşadığı hayata dair sosyal medyada paylaşımlarda bulunuyor. Bodrum-Çeşme sahillerindeki lahmacun fiyatları ekonominin gidişatını belirleyen olmazsa olmaz verilerden biriymiş gibi bu yaz da sosyal medya paylaşımlarındaki yerini alıyor.
“Plajlar eskisi kadar dolu değil” gibi söylemler ortada dolaşsa bile bu ekonomik konjonktüre rağmen eskiden Kandilli’de yalı alınan bir ücrete bir oda bir salon apartman dairesi rahatlıkla alıcı bulabiliyor.
Özetle, ekonomik koşullar bir kısmımız için problem teşkil ederken, bazıları için pek de öyle değilmiş gibi gözüküyor.
Bir de tabii olmayan parayla zenginmiş gibi davranan bir kitle var. Onların bir kısmını- eğer denk gelirse- farklı mekanlarda sadece su sipariş edip ne içtiklerini kadraja almadan sosyal medyada hikaye paylaştıktan sonra mekandan ayrılırken görebilirsiniz. Yani, pahalı bir mekana sadece sosyal medyada paylaşım yapmak için giden bir kitle var ki, ‘Yıkılmadım ayaktayım’ rolünü oynayarak ‘vitrindeki görünürlüğünü’ kaybetmemek için uğraşıyor.
Üzerimizdeki etiketler
Her ne kadar her şeyin etiketinden şikayet etsek bile birçoğumuz kendi üzerimize yapıştırdığımız etiketler üzerinden kendimizi tanımlamaya çalışıyoruz. Bir kısmımız, diğer insanların taşıdığı etikete göre o insanlarla arasındaki mesafeyi belirliyor. Yaptığı iş, sahip olduğu unvan, oturduğu ev, kullandığı otomobil, dış görünüşü ve giyim tarzı, gittiği tatil dahi bir insanı tanımaya değer olup olmadığı konusunda karar vermemize sebep olabiliyor. Bazısı için ise sadece etiketler yetiyor bir insana değer biçmeye. Sürekli şikayet ettiğimiz etiketler, derinliği olmayan bir yakınlığa tutunmak söz konusu olduğu an göz kamaştırabiliyor. Bazı insanların floresana doğru uçan böcekler gibi etiketlerin ışıltısına kapıldığını bilenler ise üzerlerine bol gelen bir hayatın etiketiyle kendilerini sahneye atıyor.
Yeşilçam filmlerinde fakir kızın ya da oğlanın kendini zengin olarak tanıttığı senaryolar çevremizde, sosyal medya paylaşımlarında, yani günlük hayatımızda oynanıyor. Yeni nesil kendi yaratıcılığını sosyal medyada pahalı bir mekanda eğleniyormuş gibi gösterip ama sadece hikaye paylaşmak için oraya gitmekle ya da üzerinde pahalı bir markanın adı yazan içi boş alışveriş poşetiyle fotoğraf çekip sosyal medyada etiketlemekle bir kez daha ispatlarken; önceki nesillerden bazıları, borç harçla da olsa oralara gitmek ve alışveriş yapmak zorunda hissedebiliyor kendini.
İnsanların tercihleri, öncelikleri ve bütçe ayırmayı uygun buldukları şeyler farklılık gösterebilir, buna saygımız sonsuz. Yalnız, sürekli pahalılıktan ve parasızlıktan şikayet edip – bir zorunluluk gibi- bütçenin üzerinde şeylere para harcamak, özellikle de bunu diğer insanlara göstermek için yapmak, yorucu olsa gerek.
İmitasyon Kate ve Williamlar
İnsanın kendi varoluşuyla itibar kazanamayacağını düşünüp ‘Ye kürküm ye’ felsefesiyle hayatına devam etmesi, kendi çıplaklığından daima utanmasını ve etiketsiz halini vitrinden alıp depoya kaldırmasını kaçınılmaz kılıyor. Etiketler, hayatın her yerine yapışmış olsa gerek ki minimalizm bile bazı kişiler için bir yaşam tarzı olarak değil moda olarak benimseniyor. Her cümlesinde lüksü ve şatafatı cümlenin ögelerinden biri olarak kullananlar, bir yandan görgü ve asaletin önemini vurgulamayı da unutmuyor. Yani bugünlerde etrafımızda imitasyon Kate Middleton ve Prens Williamlara rastlamak mümkün. Asıl ironi, herkesin samimiyetsizlikten yakınıp samimiyet aradığını ve bulamadığını söylemesi. Oysa aranan samimiyetin bulunamamasının sebebi, yanlış yere bakılması.
İnsanın kendi ‘öz’üyle barışması
Hayattaki en zor şeylerden biri, insanın kendisine samimi olabilmesi, yani kendi gerçekliğinin arkasında sağlam durabilmesi olsa gerek. İnsanın kendi ‘öz’ünün değerli olduğuna inanıp potansiyelinin zenginliğine varabilmesi için önce kendi kendisinin en iyi arkadaşı olabilmeyi öğrenmeye ihtiyacı var. Gerçekten iyi bir arkadaş, insanı sahip oldukları için sevmez; sahip olduklarını kaybetse dahi sever. Arkadaşlıklar bazen ortak hedeflere giden yollarda kurulsa bile sağlam arkadaşlıklar sırtını değerlere yaslar, bu yüzden de yıkılmazlar.
İnsan değerlerinden güç aldığı sürece, varlığının sadece sahip olduğu şeylere dayanmadığını bilir. Diğer insanlar tarafından kabul görme konusunda da daha az kaygı hisseder; çünkü etrafında gerçekten olmasını istediği insanlarla ortak değerlerde buluşacağını bilir.
Şu anki ekonomik koşullarda etiketler hayatımızı yeterince zorlaştırıyorken algılarımızı etiketlerden kurtarmayı becerebilirsek belki samimiyetle birbirimize destek olmayı da başarabiliriz.