• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Özcan Alper'le 'Karanlık Gece': Türkiye'de birileri sürekli suç örtüyor

28/04/2023 13:15

ECE PİROĞLU

ecepiroglu@diken.com.tr

@EcePIROGLU

Özcan Alper’in senaryosunu Murat Uyurkulak’la birlikte yazdığı son filmi ‘Karanlık Gece’ bugün vizyona girdi. Alper’le linç kültürünü, toplumsal hafızayı, politik sinemayı konuştuk.

Bu toprakların içine işlemiş, yazgısı haline gelen ‘suç ortaklığı’ ve onu koruyan suskunluğun yol açtığı ‘şiddet sarmalı’nı küçük bir kasabada geçen hikayeyle anlatan Alper, Türkiye’de birilerinin sürekli suçların üstünü örttüğünü ve sistemin bize tüm yaşananları unutturmaya çalıştığının altını çiziyor.


Bu unutturmaya karşı bir ‘karşı hafıza’ oluşturduğunu söyleyen Alper, filmini Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynarken, camına kartopu isabet eden esnaf tarafından bıçaklanarak öldürülen gazeteci Nuh Köklü’ye adıyor.

Başrollerinde Berkay Ateş, Cem Yiğit Üzümoğlu, Pınar Deniz ve Taner Birsel’in yer aldığı Karanlık Gece bugün vizyona girdi. Alper’le Boğaziçi Film Festivali’nin ödül töreninde yaptığı konuşmanın ardından uğradığı linci, sinemacıların tavrını ve politik sinemayı konuştuk.

İshak ve Sırma karakteri

Bu filminizde diğerlerinden farklı bir hikaye anlattığınızı belirtiyorsunuz, nedir bu fark?

Daha önceki filmleri düşünürsek biraz açı değiştirmek gibi de diyebiliriz buna. Öncekilerde hem sistemin hem toplumun mağdur ettiği bir ‘politik mağdur’ vardı. Burda ise biraz kamerayı kaydırarak hem mağdur hem de fail tarafına geçtim. Genel olarak topluma siyah beyaz bakarız ‘bizim taraf’ ve ‘o taraf’ diye. İşte o değil de daha gri olan bölgeye de bakmak istedim. Ve tabi konusu linç ve kötülük olunca bu topraklardaki o kötülüğün köklerine inmeye çalıştım.

Türkiye’de linç rejime dönüştü

Peki bu filmi yapma fikri nasıl ortaya çıktı?

‘Aa bi gece bir şey düşündüm oldu’ değil de bence bu genel olarak bir düşünce içerisinde olmak. Şöyle deriz ya hani sanatçı eserlerini bir habitat içinde yaratır, o habitatın çok dışında değildir. Sanırım ülkedeki habitat özellikle de son 7-8 yıl için söyleyebilirim bunu, çünkü o dönem en çok bunun üzerine kafa yormaya başlamıştım. 7 Haziran 2015 sonrası ülkede oluşan politik atmosfer muhtemelen böyle şeyleri daha çok düşünmemi etkiledi. Çünkü bu linç kültürü sadece bireysel ya da bi grubun artık zaman zaman edindiği eylemsel bir tavırdan öte Türkiye’de artık bir rejime dönüşmüş durumda. Rejim, bu linci her daim bir sopa gibi kullanıyor. Bazen bir aydın, bazen farklı etnik kimliğe ya da dine mensup birileri üzerinden…

Ali ve Sultan karakteri

Birileri sürekli suçları örtüyor

Rabia Naz olayı mesela. Çok belli yani ortada bir suç var ve birileri sürekli o suçu örtüyor. Biliyoruz ki o suç birilerine değdiği için sürekli örtülmeye çalışılıyor. Ama öbür taraftan bir babanın kızı için büyük bir adalet arayışı, çığlığı var. O babayı bile hapsetmeye, hatta akıl hastanesine kapatmaya çalıştılar. Şenyaşar ailesi de örneğin, Şehrin ortasında korkunç bir şekilde bir aile yok edildi. Çok çabuk unuttuğumuz tarım işçileri de böyle. Karadeniz’de özellikle fındık toplamaya gelen Kürt işçilerin nasıl aslında küçük meseleyi kıvılcıma dönüştürüp lince maruz kaldığını çeşitli örneklerden biliyoruz. Bütün bunların hayatımızda artık daha fazla olması bu filmin çıkış noktası.

Çevre meselesi de filmde çok önemli bir yerde…

Sanırım bütün bu gördüklerimiz, duyduklarımız ve özellikle yine son 10 yılda Gezi’yle beraber görünür olsa da aslında çok ciddi bir çevre mücadelesi meselesi vardı. Benim de takip etmeye çalıştığım bir meseleydi. Karadenizliyim, en çok HES oralarda yapılmaya çalışıldı. Doğanın talanına neden olan, aslında rantlaşma için gerçekleştirdikleri ‘Yeşil Yol’ meselesi ya da yapılmak istenen barajlar, halka sormadan her yerde açmaya çalıştıkları maden ocakları…

Bütün bu süreçlerde fark ettik ki toplumda beklemedikleri direnç oluştu. Bu talana karşı mücadele eden insanları bile farklı şekillerde öldürmeye ve yok etmeye çalıştılar. Doğa savunucuları Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftinin büyük bir kumpasla öldürülmesini de gördük sonrasındaki o korkunç savunmaları da. Çok belliydi.

İktidar ve sistem bize sürekli unutturmaya çalışıyor

Filmlerinizde ‘toplumsal hafıza’ meselesini hep dert ettiğinizi söylüyorsunuz. Unutuyor muyuz tüm bunları?

Tam da böyle bir şey. Sürekli bu unutulsun istiyorlar, unutturmaya çalışıyorlar. Biz de çok fazla kendimizi dışarda tutuyoruz. Hafıza meselesi de öyle. Bir karşı hafıza yaratmanız gerekiyor çünkü diğer türlü iktidar ve sistem hep kendi işleyişini sürdürmek için unutturma üzerine sürekli bir şey kuruyor.

Sanat belki ne kadar başarabilir bilmiyoruz ama tam da böyle unutturmaya karşı hafıza oluşturma çabasıdır. Ben kendi filmimden örnek verirsem; İshak’ın kendisinin de içinde olduğu, üstü örtülen suçtan önce kaçıp unutmaya çalışması ama aslında bunun yedi yıl sonra geri döndüğünde çok da mümkün olmadığını görüp anlaması. Bu suçla utanç duyarak, hakikati ortaya çıkarmaya çalışarak ancak hem kendisinin hem de bulunduğu yerin dönüşebileceğini bilmesi…

Seyircinin kendisini sorgulamasını istedim

İshak, izlerken hiç yabancı gelmeyen filmin sonlarına doğru da seyirciyi kendisiyle yüzleştiren bir karakter. Aslında kurban da biziz, suçlu da…

Çok çabuk biz ve öteki oluyoruz. Türkiye’de buna çok uygun. Siyasi olarak bir kere böyle bir kültür yerleşmiş, sıyırıyoruz bir sürü şeyden. Bir çok olayda kendi sorumluluğumuzu ve suçluluğumuzu da görmek istemiyoruz, üstünü örtmeye çalışıyoruz. Evet seyirciyi İshak’la özdeşleştirerek, onunla beraber kendisini de sorgulamasını istedim. Kendisinin de pek çok ‘suçun‘ içinde olabileceği, aslında insanın mutlak iyi ve mutlak kötünün ötesinde ikisini de barındırdığı düşüncesini kurmak istedik.

Nuh Köklü’nün hatırasına saygı duruşu

Filmi, Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynarken, camına kartopu isabet eden esnaf tarafından bıçaklanarak öldürülen gazeteci Nuh Köklü’ye adamanızın özel bir nedeni var mı?

Hiçbir politik durum yokken bile gündelik hayat içerisinde öldürülüyorsunuz. Düşünsenize arkadaşlarınızla yürüyorsunuz, karın yağmasına sevinip kartopu oynarken yani dünyanın en masum en insanı gülümsetecek anında hiç tanımadığınız biri tarafından bıçaklanıyorsunuz. Bu korkunç bir şey. Bu bile başlı başına Türkiye’deki o mikro, gündelik hayat içerisine sızmış, sıradanlanmış ırkçılık ve linç meselesini ele veriyordu. Yazarken en çok ‘nasıl oluyor da o adam hiç tanımadığı birini öldürebiliyor’ sorusu üzerine düşünmeye başlamıştım. En tetikleyici şeylerden biriydi yazarken. O yüzden bu filmi Nuh Köklü’ye adamak onun hatırısına saygı duruşu gibiydi.

Ali karakteri

Ali Gezi’deki çocuklardan biri

Ali, doğaya ve canlılara aşık, kanunsuzluklara tepki gösteren kısacası dünyayı daha iyi bir yer yapmaya dair umudu temsil ederken bu umudun kurban edildiğini görüyoruz. Umut yok mu?

Ali bütün o politik şeylerin dışında da kendi doğrusu, hayata bakışı olan, hatta doğayı kendi hayatının merkezine koyan biriydi. Biz Ali karakterini yazarken 2012 yılı üzerinden Gezi’nin bir yıl öncesi gibi düşündük. Kimsenin sokakta görmediği ya da politik olarak bir yerde konumlandırmadığı ama Gezi’de her gün tek ağaç için gerektiğinde mücadele eden, hayatını ortaya koyan gençlerden biri olarak düşündük. Ali evet umutsuz ve lince uğrayan biri. Ama filmin finali bana umutlu da geliyor.

Gezi’nin ortaya çıkardığı düşünüş biçiminden korkuyorlar

Gezi doğanın sahibi olarak kendini gören değil, doğanın bir parçası olarak gören kuşak ortaya çıkardı. Gezi’yi sadece politik eylem olarak görmemeli, Türkiye düşün hayatında da Gezi’nin başka yeri vardı. Gezi tutuklularının akla mantığa sığmayacak iddianamelerle tutuklanmaları, susturulmaya çalışılmaları aslında bu düşünüş biçiminden duydukları korkunun sonucu. Bu düşünüş biçimine göre hem doğada hem kentlerde sadece insan değil, diğer canlıların da hakları olduğunu bilip merkeze almak onların işlerine gelmiyor.

Sinemacıların açık tavrı iktidarı rahatsız etti

Linç ve kötülük üzerine çektiğiniz filmin ardından lince uğradınız, neler hissettiniz?

Hatta söylediğim değil, söylemediğim şeyler üzerinden. Çünkü böyle olur. Onu da şöyle yorumluyorum açıkcası, çok tesadüfi gibi gözüken ama bence çok da planlanmış bir şeydi. Kişisel algılamadım bunu. Antalya Film Festivali’nde sinemacıların sözlerini sakınmaması, özellikle doğanın tahribatı, sansür, sanatçıların cezalandırılması meseleleriyle ilgili çok açık tavır koymaları bence iktidarı çok rahatsız etti ve tam da seçim atmosferine girilecek bir Türkiye’de insanların sesi çıksın istemedi.

Bunları bir şekilde korkutmak ve susturmak gerek dedi ve bu da herhalde bana denk geldi diye düşünüyorum.

Ali’nin babası Ferhat karakteri

Yaratılan imaj yıkıldı

Artık herkes tavrını daha net belli ediyor. Sinemacılar da…

O yaratılan imajı herkes yıktı bence. Doğrusu da bu. Sanatçı her zaman, her daim böyle olmalı. Bu yalnızca AKP iktidarıyla ilgili bir şey değil. Yarın öbür gün başka bir şey olduğunda da sanatçıların her zaman kendi bildiği doğruyu söylemesi, iyiden, güzelden, hakikatten yana olması gerekiyor. Zaten yaptıkları işin doğası bu. Ama Türkiye’de hep sanatçı hiçbir şeye karışmaz, kendi yapıtlarıyla uğraşır gibi bir imaj çizilmeye çalışılıyor ama biliyoruz ki böyle değil. Böyle olmadığını son zamanlarda çok da açık görmeye başladık.

İkisi de farklı stillerde, farklı biçimlerde filmler

Kurak Günler ve Karanlık Gece birbirine çok benzetiliyor, festivallerde de hep bu soru yöneltildi size ben de tekrarlayayım…

Ben de sıkıldım bu sorudan hadi son kez cevaplayayım. Bence ikisi de farklı stillerde, farklı biçimlerde bir meseleyi bambaşka anlatan filmler. Bir şekilde burdan magazin ya da kötülük mü çıkarmak istiyorlar bilmiyorum. Biz birbirimizin yaptığı işleri önemsiyoruz, bakıyoruz. Yeri geldiğinde de yan yana durabiliyoruz. Bence bizim kuşağın en önemli özelliklerinden biri bu. Ama muhtemelen Emin’le soyadı benzerliğimiz, aynı kuşaktan iki erkek yönetmen olmamız ve ikimizin de filmlerinin politik bir arka planı olması gibi şeyler etkili oluyor, daha çok merak uyandırıyor. Bazen dalga geçiyoruz, halen daha kardeş olduğumuzu düşünenler de oluyor. Yapacak bir şey yok galiba bir süre daha böyle sürecek.

‘Gelecek Uzun Sürer’ en sevdiğim filmim

Sonbahar, sizin de izleyicileriniz de ilk göz ağrısı… Çok sevildi ve ondan sonra çektiğiniz tüm filmlerle kıyaslandı. Karanlık Gece bunu kıracak gibi siz ne düşünüyorsunuz?

Bu yorumu yabancı bir festival yöneticisinden de duydum. “Ben Sonbahar’cıydım ama benim için artık bu film daha master film” dedi. İnsanın çocukları gibi filmleri. ‘Sonbahar’ ilk film olduğu için daha farklı etki yarattı ama hep söylüyorum ‘Gelecek Uzun Sürer’ bir yönetmen olarak beni daha çok tatmin eden bir film. ‘Rüzgarın Hatıraları’ da çok zor bir süreçten geçerek çektik. Bir politik dönem filmi çekmek, cesaret etmek pek çok zorluğu da beraberinde getirdi o dönem. Tabii ki kendi içinde değişiyorsun, gelişiyorsun. Bazen yukarı çıkıyorsun, bazen aşağı iniyorsun. Bunlar çok doğal şeyler gibi geliyor. Bu film özelinde de muhtemelen daha uzun süre hazırlandık diye ya da ben belki olgunlaştım artık genç değil, daha orta kuşak yönetmenim.

Şu an kent ve taşra ayrımı yok

Türkiye’de hikayeler hep taşrada geçiyor, kentte geçen çok az film var neden?

Ben üniversite zamanı kente gelmiş biriyim. Belki geriye dönüp baktığımızda, hikayeler kurduğumuzda orayı çok daha iyi biliyoruzdur. Onun ötesinde bazı şeyleri politik ya da alegorik olarak anlatmaya çalıştığın zaman taşrada bir şeyi görünür kılmak daha kolay oluyor. Bütün bunlar sebep olabilir ama ben hiç öyle bakmıyorum. Bütün taşrada geçen filmler bir taşra güzellemesi yapmıyor. Öte yandan Türkiye’de taşra ve kent ayrımı ortadan kalktı. Kentleri kent yapan halklar yok edildi. Kentlerde biraz taşraya ya da köye dönüştü. Çok az kentli insan var gerçek anlamda. Yeterince kentli değiliz belki bizden sonraki kuşak daha çok kentli ve kentleri anlatacak.

Gündelik siyaseti yapma niyetim yok

Sanat dünyasından bir çok isim siyasete atıldı. Sizin hiç böyle düşünceniz oldu mu?

Yaptığım işlerle politik olarak durduğum yerde durmayı daha doğru buluyorum, en azından şimdilik. Doğrudan gidip gündelik siyaseti yapma niyetim yok. Çok yetenekli ama oraya bulaşınca hiçbir şey yapamayan insanlar görüyorum. Onlar adına bazen üzülüyorum ama büyük fedakarlık yapıyorlar.

Mesela Sırrı Süreyya Önder. Türkiye’de kara mizah ve kendine has dili, üslubu olan bir yönetmenin, sinemada da böyle büyük bir açıklık varken siyasette olduğu için yeterince uğraşamadığını görüyoruz. Biliyoruzki o da sadece sinema yapmak ister ama memleketin içinde bulunduğu durumdan kaynaklı bu fedakarlığı yaptı. Ben de o yüzden mutlak hayır ya da mutlak evet diyemiyorum, yapabilenlere saygı duyuyorum ama ben mümkünse kendi işimi yapmayı tercih ederim. Umarım mecbur kalmayız.

Özcan Alper’in konuşması Boğaziçi Film Festivali Komitesi’ni ‘rahatsız etti’

Altın Portakal: En İyi Film ‘Karanlık Gece’ye, dokuz ödül Emin Alper’in ‘Kurak Günler’ine

Altın Portakal yarışı: Son dönemeçte boş yok

Kategori:Aktüel, Diken özel, Vitrin-mobil

SON HABERLER

Çocuk göğüs hastalıkları uzmanları: E-sigara çocukların akciğerlerini söndürüyor

Çocuk göğüs hastalıkları uzmanları pankartla çocukların akciğer sağlığını tehdit eden e-sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerine ‘Hayır’ dedi.

Tahliyesiyle gündem olmuştu: Uyuşturucu baronu 'Don Vito' Türkiye'ye getirildi

‘Don Vito’ lakaplı uyuşturucu baronu Abdullah Alp Üstün’le, suç örgütü üyesi Hasan Lala Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) yakalanıp Türkiye’ye getirildi.

Trump'tan Çin'e ek yüzde 100 gümrük vergisi

ABD Başkanı Donald Trump, 1 Kasım itibarıyla ABD’nin Çin’den ek yüzde 100 gümrük vergisi alacağını duyurdu.

Sağanak yağış bekleniyor: Meteoroloji'den altı il için sarı kodlu uyarı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM), altı ili sağanak ve gök gürültülü sağanak yağış beklentisiyle sarı kodla uyardı.

Fransa'da geçen hafta istifa eden Lecornu yeniden başbakanlığa atandı

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, hafta başında görevinden istifa eden Sébastien Lecornu’yü tekrar başbakan atadı.

Sırrı Süreyya Önder, Bekir Bozdağ'ın 'beyninden girip ağzından çıktı'
Polisin çembere alıp bırakmadığı Cumartesi Anneleri'ne 'dağılmama' davası

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 902 gündür hapiste

YAZARLAR

'Belirsizlik' kullanışlı bir idare yöntemidir, yurttaşı iki dudak arasına hapseder!

Murat Sevinç

Sınıf arkadaşım Furkan Karabay için

Ece Deniz

Bir illüzyon: Çalışırsan başarırsın

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

'İnsan Avı: Usame Bin Ladin': Belgesel mi istihbarat operası mı?

Ayhan Tinin

Edebiyat Müzesi… Şiir Kütüphanesi… Nâzım'ın bavulu küçük İskender'de mi?

C. Hakkı Zariç

Türkiye'nin yeni dili

Mustafa Alp Dağıstanlı

Sürtünmesiz dünya

Göksun Yazıcı

GÜNÜN 11’İ

Recep Genel: Yeni normalimiz belirsizlik olduğu için Türkler para piyasalarının en iyi aktörleri oldu

Ümit İnatçı: Yaşlılık bir 'azalma' değil, başka tür bir zenginliktir

Deniz Zeyrek: İlaçları depolarda bekletiyorlar; kur güncellemesinden sonra yeni fiyatlarla piyasaya sürülecekmiş

Kemal Okuyan: Gazze'dekiler soluk alsın, yaşasın çocuklar

Metin Yılmaz: Dolar koşmuş, altın uçmuş, fatura zıplamış; bizim maaş hala start çizgisinde

Orhan Uğuroğlu: Bir dönem cezaevindeki Cumhurbaşkanı'nı yalnız bırakmayan Kocabıyık, bugün aynı kişiyi eleştirdiği için cezaevinde

Didem Eryar Ünlü: Enerji dönüşümü sadece teknolojik bir süreç değil, aynı zamanda bir zihniyet devrimi

Ahmet Yaşaroğlu: Kitlelerle partiler arasındaki geleneksel ilişkiler çözülmektedir

Korkut Boratav: 'Çin modelinin' ABD için bile bir alternatif olarak tartışılması şaşırtıcı olmamalıdır

Mehmet Y. Yılmaz: Türk adaleti, Kocabıyık'ın 'dost uyarısı' sayılması gereken eleştirilerinden 'hakaret' çıkarmış

Tuğrul Eryılmaz: İlber Ortaylı'yı 'Ben de Getir'e geçtim' diye Getir reklamında görünce bütün planlarım bozuldu

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×