H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
Barok dönemin oyunbozanlarından biriydi.
Sıcak bir mayıs gecesi…
Ayın 26’sı olduğu söylenir. Mesele bir kadın yüzünden çıkmıştı. Çete lideri Ranuccio Tomassoni bu işi bitirmeye kararlıydı. Melandroni eski sevgilisiydi. Hatta birlikte hapis bile yatmışlardı altı, yedi yıl önce… Ancak son zamanlarda şu lanet, karanlık suratlı ressama modellik yapıyordu.
Kıskançlığın soğuk bıçağı bu gece iki adam arasında, çıplak taşların üzerinde duruyordu. Karanlığa kan bulaştı sonunda. Bu ilk değildi. Daha önce de faili meçhul kalmış, aslında herkesin malumu olan birtakım suçların da bilineniydi, Michelangelo Amerighi Caravaggio.
Kederli çocukluğuyla Caravaggio kasabasından Roma’ya göç ettikten sonra, henüz 12 yaşındayken resim sanatıyla tanışmış, sokaklar, kilise ve saray arasında bir türlü dengeyi bulamamıştı. Belki onun çizgilerini benzersiz yapan da buydu. Öyle ki Davut ve Goliat tablosundaki kesik baş kendisiydi, yaşamının ve günahlarının sembolü gibi duruyordu.
İçinde kavrulan pişmanlıklarla sıtmadan öldüğü söylenir.
İnsanın göz yuvalarının ardında, beynin içinde yer alan en karanlık şeyi görmüş, bunu tablolarına keskin ışık kullanımı, siyahlar içinde yansıtmıştı. İnsanın ihtirasları, ahlaksızlığı, hırslarının üzerindeki örtüyü çekip almış, kiliseye bile sarsıcı tablolar yapmıştı.
Her büyük sanatçı gibi, hangi dar beyinde kotarıldığı belli olmayan ‘Sanatçı topluma örnek olmalıdır‘ sığlığının dışında yaşamış ve ölmüştü.
Sahi neden berber, siyasetçi, genel müdür ya da fırıncı değil de sanatçıdan örnek olması beklenir?
Yoksa yaşamın onları kalabalıkların dışında yeteneklerle donatmış olmasının bedeli midir istenilen?
Nasıl da bir öfkeyle insanlık tarihinin benzersiz eserlerini ortaya koyanları sıradanlaştırmak için elinden geleni yapar yeteneksizler…
Oysa sanatçı sınırlarla başı dertte olan insandır. Onu diğerlerinden ayıran mısralarıyla, çizgileriyle, formlarıyla, renkleriyle, sahnedeki görkemli duruşuyla bütün sınırları bozmasıdır. Alışılageldik ve sahte olan her şeyin üzerindeki riyakarlık ve samimiyetsizlik maskesini paramparça etmek onu benzersiz kılar.
Cennetle cehennem arasında bir yerde acılarını, varoluş hüznünü; bu dünyadaki adaletsizlikleri, ikiyüzlülükleri, bayağılık ve sıradanlıkları insanlığın gözüne sokan notalar, renkler ve kelimeler dokur hayata katlanabilmek için… Ve bunu öylesine yapar ki, bir daha benzerini yapmak mümkün olmaz. Ancak taklidi yapılabilir.
Bizler onların yazdıklarını okur, çizdiklerini seyreder, onların biçim verdiklerine bakar, hayranlıkla sıradan hayatımızı anlamlandırmaya çalışırız. Becerebildiğimiz kadar.
En büyük tutkuları özgürlüktür. Çünkü bilirler ki özgürlük olmadığında hukuk da adalet de ekonomi de medeniyet de olmaz.
Dünyanın bir yerindeki acının kalbini kanattıklarıdır onlar…
“Sen de bizim gibi ol” diyenlere inat hayal edilemeyecek yapıtlarını, insanlığa miras bırakıp, geçenlerdir hayatın içinden…
Oyunbozandırlar. Sanatın gerçekliğiyle insanlığın sahte kahramanlıklarını, görgüsüz kibirlerini serseme çevirirler. Sonra bu muhteşem yapıtların sahibi değilmiş gibi, sonsuz bir tevazu içinde kendi acılarıyla yüzleşmeye giderler.
İsimleri, coğrafyaları, eserleri değişir. Bu dünyanın varlıklarını elleriyle itebilme cesaretleri hiç değişmez.
Kalabalığın özendikleri ve olabilmek için maymuna döndükleri ünleri umurlarında bile değildir. Yapmak için değil olmak için sürdürürler yaşamlarını…
Onları, oyunbozanları, hakiki sanatçıları yaşamdan çıkarttığınız ya da yok saydığınız zaman, hayatın da bir anlamı kalmaz.
Yıldızların kaybolduğu bir meteor yağmurunda savrulur, “Neden” diye sorarsınız durmadan.